Bezci Süleyman Ağa ile Nefise Hanımın oğlu olarak 1844 yılında İstanbul'da doğan Ahmet Mithat 6-7 yaşlarında iken babasını kaybettiğinden ailecek maddi sıkıntılara düşerler. Bu şartlar içinde öğrenimine devam edip kendisini yetiştirerek memuriyete girer. Bu sırada yabancı dillere olan ilgi ve yeteneği sayesinde yabancı dilini geliştirir. Önceleri Rusçuk'ta çıkan Tuna, İstanbul'da çıkan Ceride-i Askeriye, Basiret gazetelerinde yazar. Ardından
küçük bir basımevi kurup Dağarcık, Kırkambar dergilerini; İbret, Devir, Bedir gazetelerini çıkarır. Yazılarından dolayı Rodos'a sürülür. Payitahta döndüğünde çeşitli idari görevler almanın yanında yazı faaliyetlerine ağırlık verir ve birçok eser kaleme alır. Ömrünün son yıllarında yetimlerin okuduğu Darüşşafaka'da gönüllü olarak öğretmenlik yaparken 28 Aralık 1912 tarihinde okulda nöbetçi olduğu bir sırada kalp krizinden hayatını kaybeder, Fatih Camii Mezarlığı'na defnedilir.
Tanzimat döneminin önemli aydınlarından/yazarlarından olan ve Türk romanının kurucu isimleri arasında anılan Ahmet Mithat, eserleriyle toplumun eğitilmesine hizmet eder. Edebiyatı topluma karşı sorumluğu yerine getirme, halkı aydınlatma aracı olarak gören, birçok nitelikli esere imza atan Ahmet Mithat eserlerinin çokluğundan dolayı "kırk beygir gücündeki yazı makinesi", yazılarındaki ve hayatındaki öğretmenlik rolü icabı "hâce-i evvel" olarak vasıflandırılır. Ahmet Mithat Efendi, Türk kültür tarihinin önemli isimlerinden Münir Süleyman Çapanoğlu'nun ifadesiyle "İdeal Gazeteci Efendi Babamız Ahmet Mithat"tır. Onu anarken ya da hitap ederken kullanılan "Efendi Babamız‟ tabiri saygı ifadesinden öte Osmanlı toplumunda "Efendi" kelimesine yüklenen toplumun dertlerine bigâne kalmayan, sosyal sorumluluğu ve irfanı yüksek, münevver anlamını tam manasıyla karşılayan bir aydın olduğundan bu hitap neredeyse ona dair bir alamet-i farika olur.
Ahmet Mithat Efendi çok farklı konulara dair yazdığı romanlarıyla dönemin toplumsal sorunlarını konu edinir, halka bu metinler vasıtasıyla ulaşmayı hedefler, sorumluluk sahibi bir aydın olarak Türk edebiyatına Esrar-ı Cinayat romanıyla polisiye türünün, Bahtiyarlık romanıyla köy romanının ilk örneklerini armağan eder. Eserlerinde Avrupa'nın bilim, sanayi ilerlemesini ve Avrupalıların çalışkanlığını överken Osmanlı toplumunun bilimden sanayiden ve kendi değerlerinden uzaklaşmasının eleştirir. Gazeteciliğin dışında tarih, coğrafya ve felsefeye ilgi duyar; çoğunlukla Batı kaynaklarından yararlanarak kaleme aldığ bu eserleri hâlâ referans metin olarak görülmektedir.
Batılılaşma süreci ve Ahmet Mithat
Bugünlerde İsrail'in devlet terörü ile nerdeyse bir soykırım yaptığı Filistin coğrafyası Ahmet Mithat Efendinin gündemine yıllar öncesinden girmiştir. Ahmet Mithat Efendi Süleyman Muslî'de, Musullu Süleyman'ın başından geçenlerden hareketle 13. yüzyılın sonları ve 14. yüzyılın başlarında İslam coğrafyasında cereyan eden bazı önemli olayları ele alır. Süleyman Muslî, Kudüs de dahil olmak üzere renkli Orta Doğu coğrafyasını dolaşır. Kudüs-i Şerif'in yakınlarında "Kerek" olarak anılan köy farklı dinlerin müntesiplerinin mücadeleleri sonucunda sıkça el değiştirir. Bu mücadeleler
sonunda Müslümanların hadim olduğu şehir mamur edilmiştir. Bu romanda insana değer vermeyi Batılı olmanın bir ölçütü olarak gören kişilerin duyarsızlığına yıllar önce tepki verir.
1839 yılında ilan edilen Tanzimat Fermanı'yla yeni bir medeniyet çevresine kapı aralayan Osmanlı İmparatorluğu'nda Batılılaşma süreci başlar. Bu yıllarda ilahi bir ışık gibi görülen Batı'ya atfedilen aydınlık, dönemin münevverleri gibi Ahmet Mithat Efendiyi de etkiler. Batı/Batılılaşma algısını sorgulayan herkes gibi sorgulayan Ahmet Mithat Efendi yeni girilen Batı medeniyeti dairesine ilgi duymakla beraber mesafeli yaklaşır, bütün bütün de eskiden kopamaz. Batı'yı değerleri, yaşayışı ve uygulamaları ile bir bütün olarak görmeyen Ahmet Mithat Efendi, Batı'ya hayranlığını gizlemez, geri kalmışlıktan kurtulup, gelişmiş devletler gibi medeni milletler arasına girmek için kafa yorar. Osmanlı'ya dönük çalışmalarının yanında Batı'nın, Doğu'yu ve İslamiyet'i doğru anlaması için kongrelere katılır, eserler yazar.
O, modernliğin, gelişmişliğin simgesi gibi sunulanBatı'ya ait değerlerin olduğu gibi kabulüne dayanan yanlış Batılılaşmayı, dönemin bir uygulaması
olan cariyeliği ve köleliği bir mesele olarak görüp bu konudaki düşüncelerini çeşitli eserleri ve özellikle romanlarıyla dile getirir. Özelde Osmanlı'nın genelde İslam toplumlarının geri kalmışlığına çözüm yolları adına günümüzde kabul gören, Âkif'in de "Alınız ilmini Garb'ın, alınız sanatını, Veriniz, hem de mesainize son süratini, Çünkü kabil değil, artık yaşamak, bunlarsız; Çünkü milliyeti yok sanatın, ilmin; yalnız." mısralarıyla ifade ettiği şekliyle önemseyip dillendirir.
Yanlış Batılılaşmayı ele alan eser
Batı karşısında geri kalmış bir Osmanlı'nın kader olmadığını cihana altı asır medeniyet, ilim, irfan götüren köklü medeniyetin evlatları olan Osmanlı'nın çağı doğru okuması gereğine vurgu yapar. Bunu yaparken Batı'dan esen rüzgarlara kapılıp yelkenleri açan, düşünmeyen, bu rüzgârı
götürdüğü yere giden nesli de uyarmak için boş durmaz, "Felatun Bey ile Râkım Efendi"yi yazarak durumu ortaya koyup, insanların kendine çeki düzen vermelerini ister.
Kültürel çatışmanın işlendiği yanlış Batılılaşmayı eleştiren Felatun Bey ile Râkım Efendi Rodos'ta sürgünde iken kaleme alınır, ilk önce imzasız olarak yayımlanır. 1875'te basılan Felatun Bey ile Râkım Efendi 1879'da Türkçe olarak Ermeni harfleriyle de yayımlanır. Ayrıca Hasan Âli Yücel tarafından sadeleştirilerek Cumhuriyet gazetesinde Aralık 1953 - Ocak 1954 arasında tefrika edilir. Sacit Erkan da eseri 1966 yılında yeni harflere çevirerek yayınlar.
Ahmet Mithat, dönemi itibariyle yeni bir tür olan romanı okura alıştırmak için eserlerinde bazen onların dikkat ve istekleri istikametinde yazar. Felatun Bey ile Râkım Efendi'de okuyucuyu göz önünde bulundurur, onları esere dâhil eder hatta eserin bazı yerlerinde doğrudan okuru muhatap
alıp şu cümleleri yazar: "Râkım'ın icra eylediği Kâğıthane lemini beğendiniz mi? Şu sualimizi abes görmeyiniz. Zira bu suretle edilen teferrüçleri çok kimseler beğenmez. İnsanoğlunun ahval-i mahsusasını tetkik ve muayene etmişseniz sözümüzü tasdik ve kabul edersiniz. Cibillet-i beşeriye iktizasındandır ki, insan kendi saadet-i halinden yalnız kendisi haberdar olmasıyla kanaat etmez. Herkesi dahi haberdar etmek ister." Bu alıntıdan da görüleceği üzere romanın akışına okur muhatap olarak dâhil edilmiştir.
Alafrangalar ile alaturkalar arasındaki mücadele
Romanda on dokuzuncu yüzyıl İstanbul'unda toplumsal özellikleri yönüyle birbirlerinden farklı Müslüman, Türk ailelerde büyümüş "Felatun Bey" ve "Râkım Efendi"- nin hayatlarından kesitler sunulur. Oldukça zengin ve Batı kültürüne hayran olan Felatun Bey'in ailesine karşı Râkım Efendi'nin
yoksul ve geleneksel Osmanlı ailesinin hayatları ve düşünceleri üzerinden bir karşılaştırma yapılır. Romana kahramanlar özelinde bakıldığında yetiştirilme tarzları farklı olsa da ilerleyen yaşlarda Türk ve Müslüman olmayan Batılılardan mürekkep ortak çevreleri oluşur.
Osmanlı'nın son yıllarında toplumun farklı kesimlerinde değişim ve dönüşümler görülmeye başlar. Bu süreçte Batı'dan gelen her şeyi alan züppe ve alafrangalar ile bu değerlere daha temkinli yaklaşan insanlar arasında zımnî bir mücadele başlar. Bu mücadelenin tecessüm ettiği metinlerden biri de Felatun Bey ile Râkım Efendi romanıdır. Ahmet Hamdi Tanpınar'a göre "Memlekette Tanzimat'la başlayan züppe ve köksüz insanla, memleket şartlarının yetiştirdiği hakiki münevver arasındaki farkı göstermek isteyen bir roman."
Ahmet Mithat çevreden gelen ve kolay uygulanan tavırları olduğu gibi kabul eden, marka ve kadın düşkünü olmayı, lakırdıyı Fransızca konuşmayı eğitim seviyeleri düşük safderun alafrangaları Felatun Beyin şahsında toplar. Ahmet Mithat Efendi, bu eserinde Batılılaşma sorununa değinip
alafrangalığı bir unvan olarak taşıyan mirasyedi bir genç ile kendi kendini yetiştiren; Fransızca ve Farsça öğrenen; zamanın bilimlerine az çok vâkıf olan; medar-ı maişet için bilgi, görgü ve yetenekleri istikametinde işlerde çalışan Râkım Efendi'nin yaşadıklarını konu edinir. Felatun Bey ile Râkım Efendi'de Felatun Bey Batılılaşmayı yanlış anlamış, bilgisiz, alafranga bir züppe; Râkım Efendi ise, Osmanlı-İslam geleneklerine bağlı, Batı'yı da iyi
bilen ve Batı ile Doğu değerlerini Ahmet Mithat'ın anlayışına uygun bir biçimde kendisinde toplamış bilgili ve çalışkan bir adamdır.
Biri kültürüne yabancı, diğeri geleneklere bağlı iki tip
Berna Moran'ın "Batılılaşma Sorunu ve Türk Romanının Bazı Özellikleri" yazısına göre otobiyografik öğeler de içeren bu romanı ilginç kılan iki madde vardır: "Birincisi, Batılılaşma sorununu alafranga züppe tipini sergileyerek ele alırken, Türk romanında uzun yıllar kullanılan bu tipi ilk işleyen roman olması. Felatun Bey ile Râkım Efendi'yi ilginç bulmamın ikinci nedeni, Batılılaşma sorununun Türk romanının kişilerini, kuruluşunu belirlemekte nasıl bir rol oynadığına, aşırı da olsa (daha doğrusu aşırılığından ötürü) iyi bir örnek oluşturması."dır.
Kültürel değerlerini reddederek bunun yerine Batının değerlerini ikame eden gençlerin eleştirisinin yapıldığı romanda Ahmet Mithat, roman boyunca Felatun Bey ile konuşup, onu doğru yola çekmeye çalışarak bir ibret sahnesi vermeyi hedefler. Osmanlı'nın değerlerini içselleştiren ve bu istikamette hayat süren Râkım Efendi ise hayatı, çalışma azmi, iş ahlakı, değerlere bağlılığı ile ideal bir tip olarak sunulur.
Ahmet Mithat Efendi bu romanında isim sembolizasyonuna gider. İdealize edilen Râkım "Efendi"dir. Safderun alafrangalığın temsilcisi olan züppe Felatun ise "Bey"dir. O dönem itibariyle "efendi" ve "bey" kelimelerinin anlamı günümüzdeki gibi değildir. Efendi daha kuşatıcı, bey ise daha çok bilgi sahibi, irfanı sınırlı olan kişiler için kullanılır. Felatun Bey'in babası Mustafa Meraki Efendi, alafranga olan her şeyi merak ettiği için Meraki lakabını almıştır.
Edebiyatımızda bilgisiz, cahil, görgüsüz, kaba insanı tanımlayan "züppe" tipini konu alan romanlardan biri olan Felatun Bey ile Râkım Efendi'de Batı uygarlığının insanlığın faydasına olan değerleri yerine şeklî kısmını alan Felatun Bey ve bunun tam karşısında duran Râkım Efendi anlatılır. Felatun Bey alafranga hayat tarzını benimsemiş bir babanın evladı olarak yeterli eğitim almamış, hayat biçimi ve anlayışı olarak Avrupaîlik havasında tüketici bir gençtir. Memur olmasına rağmen işine gücüne bakmaz, parasını ve vaktini sefahat elemlerinde kumarla ve kadınla geçirir. Râkım Efendi ise küçük yaşta babasını kaybedince annesi ve dadısının ihtimamıyla sıkı bir şekilde yetişmiştir. Bu tarz bir eğitimden geçen Râkım Efendi okuduğu eserlerle kendini daha da geliştirir ancak hak ettiği yerde olmayan sıradan bir memurdur. Bu iki kahramanın hâkim olduğu, on bir bölümden oluşan roman Tanzimat devrindeki hayatın her alanına girmeye başlayan Doğu-Batı ikilemini mizahî bir dille anlatır.
Romanda, Tanzimat dönemi romanlarının ana konusu olan Batı'ya bakışı Batılılaşmayı, kültürel ikilemi, Batılılaşmayı yanlış anlayan, kendi kültürüne yabancılaşmış, gösteriş meraklısı, savurgan bir mirasyedi Felatun Bey üzerinden anlatılır; çalışkan, ahlâklı ve geleneklerine bağlı Râkım Efendi ile de bu toprağın hakikatlerine dikkat çekilir.