Birol Biçer: GÜNEŞ BATI’DAN BATAR

GÜNEŞ BATI’DAN BATAR
Giriş Tarihi: 8.02.2024 16:33 Son Güncelleme: 12.02.2024 12:11
Doğu’nun durumu da pek parlak olmamakla birlikte ABD ve Avrupa’nın başını çektiği Batı dünyasının şaşaalı günlerinden uzaklaşmaya başladığı artık herkesin malumu. Görünen köy kılavuz istemiyor. Neticeyi görmek sadece bir zaman meselesi… Başta Çin olmak üzere Doğu yükselişe geçerken Batılılar henüz tam olarak idrak edemeseler de ekonomik, askeri, demografik, sosyolojik ve ahlaki bir gerileme döneminin başlangıç günlerini yaşıyorlar. İşin daha ilginci bu düşüşü Batılı düşünürler ve sağduyu sahipleri de daha sık dile getirir oldular. Üstelik onlara göre Batı’nın tepesinde sallanan asıl tehdit nicelik olarak kaydedilen güç kaybı değil, daima kendilerine mal ettikleri değerlere karşı ihanet ve ikiyüzlülük...

Avrupa artık siyasi bir cücedir

Avrupa ve Amerika'nın çöküşe geçtiği aslında bilinmeyen bir mesele değil. Müslümanlığı seçen Fransız filozof Roger Garaudy daha onlarca yıl öncesinden ABD ve Avrupa'nın değerleriyle birlikte çöküşe geçtiklerini tahlil etmişti. Ondan önce de Oswald Spengler ve Arnold Toynbee gibi düşünürler… Doğulu düşünürlerin defalarca yaptıkları bu tespite artık Avrupalı ve Batılı hatta bu kültüre âşık olanlar da katılıyor. Fransız siyaset bilimci ve uluslararası jeopolitika uzmanı Jean François Susbielle'in 2009 yılında yayımlanan Le déclin de l'empire européen - Qui dominera l'Europe? (Avrupa İmparatorluğu'nun Çöküşü – Avrupa'yı Kim Yönetecek?) başlıklı kitabı daha o günlerden Batı ittifakının en önemli iki unsurundan biri olan Avrupa'nın gerileme sürecine girdiğini resmen ilan ediyordu ve bir hayli tartışmaya da yol açmıştı. Uzun yıllar Asya üzerine çalışan jeostrateji uzmanı Susbielle kitabında son derece açık ve vurucu biçimde Avrupa'nın içine girdiği gerileme sürecine şu cümlelerle işaret ediyordu: "Avrupa, artık dünya sahnesinde siyasi bir cücedir. II. Dünya Savaşı'nın sona ermesinden bu yana Amerika Birleşik Devletleri'nin vesayeti altında bulunan Avrupa, savunmasını sağlamak için koruyucusuna güvenmek zorunda kalan hâkimiyet altında bir ülkedir. Derin bir yeniden yapılanma sürecinden geçen dünyada Avrupa artık ne istikrarlı sınırlara sahip ne de bir yönetime. 500 milyon nüfusuyla gezegenin en zengin imparatorluğu bir ordudan ve kolektif bir stratejiden de yoksun. Tek kelimeyle; zayıf ve bölünmüş Avrupa kolay bir av teşkil ediyor. (…) Kesin olan tek bir şey var: Bu büyük çalkantılı dönemde Avrupa artık kendi kaderini kontrol edememektedir. "

Havarilerinin elinde çürüyen "demokrasi, insan hakları vs…"


Batılı ülkeler en başta havariliğini yaptıkları değerler üzerinden ciddi ve aleni bir çöküşü yaşıyorlar. Özellikle dünyaya dikte etmeye çalıştıkları demokrasi, insan hakları, ifade özgürlüğü gibi konularda son yıllarda son derece açık ve utanmazca bir ikiyüzlülük içerisindeler. Bu ikiyüzlülüğün en bariz örneklerini Bosna'dan Afganistan'a, Irak işgalinden Gazze'ye kadar sayısız örnekle sergilediler ve sergilemeye devam ediyorlar. Dünyaya milliyetçiliği, radikal hareketleri, ırkçılığı, yabancı düşmanlığını, sömürüyü, eşitsizliği ve savaşları durdurma konusunda sürekli vaazlar veriyorlar ama tüm bunları kendi bünyelerinde besliyorlar. Sözde ırkçılığa karşılar ama ırkçı aşırı sağ hareketler bağırlarında her geçen gün mevzi kazanıyor. Mülteci ve göçmenlerin haklarından bahsediyorlar ama kendi topraklarına gelince tel örgüler, duvarlar, korunma kalkanları örüyorlar. İnanç özgürlüğünden bahsediyor ardından İslamofobiyi devlet eliyle kışkırtıyorlar. Uluslararası düzen ve barışın korunması dillerinden düşmüyor ama dünyanın en zayıf ve fakir bölgelerine ittifak ordularıyla müdahale ediyorlar. Nefret ve soykırıma karşılar sözde ama Müslümanlara karşı nefretleri nedeniyle İsrail'in katliamlarına bırakın suskun kalmayı doğrudan destekle ödüllendiriyorlar. Balık baştan kokar dedikleri gibi "Avrupalı ve Batılı değerler" de onların sözde avukatlığını bırakmayanların elinde çürüyüp gidiyor.

Başka ülkeleri dövmek için sopa olarak kullanılan değerler



"Demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, eşitlik, özgürlük, ifade-basın-inanç özgürlüğü, yaşam hakkı, hümanizm, adalet, müreffeh yaşam, adil yargılama, halkların kaderlerini belirleme hakkı, serbest piyasa…" Avrupalı ve Amerikalılar başta olmak üzere tüm Batılılar bu değerleri sürekli seslendirmenin yanında bir de onları dünyaya yayma iddiasındadırlar. Batılıların bu değerleri ihraç etmek için ısrar ettikleri ve zorladıkları ülkelerin hallerine bir bakmak bile aslında ne denli ikiyüzlü bir tabloyla karşı karşıya olduğumuzu görmek için ibretliktir. Örneğin ABD ve ayrılmaz müttefiki Avrupalı ülkelerin "demokrasi, insan hakları, hukuk ya da güvenlik" götürmek için çırpındığı ülkelere baktığımızda şöyle bir tablo ile karşılaşıyoruz. Irak, Afganistan, Libya, Suriye, Sudan, Somali'de işgal, kanlı çatışmalar ve iç savaş… Orta Doğu'da kontrol edilen enerji kaynakları… Filistin, Bosna-Hersek, Ruanda'da soykırım ve katliam. Orta Afrika ülkelerinde siyasi kargaşa, darbeler ve talan edilen kaynaklar. Akdeniz'e gömülen, Meksika sınırında tellere takılan göçmen-mülteci dalgaları… Dikkatle bakıldığında dünya üzerinde savaş, işgal, insan hakkı ihlali, katliam olan yerlerin çok büyük bir kısmında ABD başta olmak üzere Avrupalı devletler ya fail ya azmettirici ya teşvikçi ya da perde arkası figürü olarak bir şekilde rol alır. Her fırsatta söz konusu değerleri gündeme getirirler ve ne hikmetse işin sonunda ya kan dökülür ya darbe olur ya iç savaş çıkar ya da kaynaklara el konulur. Neticede Batılı devletler, siyasetçiler, kurumlar, entelektüeller, devlet adamları bu değerleri adeta bir sopa olarak kullanarak işgallerine, sömürgeciliklerine, darbelerine payanda ederler ve bunun üzerinden suçlarına meşruiyet kılıfı oluştururlar.

İşte Batı'nın yeni değerleri

Sözde "Batılı değerler"in evrensel olduğu ileri sürülüyor ama bu "evrensellik" anlayışının ne hikmetse Avrupalılara yarı Afrikalılara ayrı, Ukrayna'ya ayrı Gazze'ye ayrı, beyazlara ayrı siyahkızıl- esmer-sarılara ayrı, İsraillilere ayrı Araplara ayrı işlemesi gayet normal görülüyor. Aslında Batı olarak nitelendirilen toplulukların, daha doğrusu o toplulukları güden ve güdüleyen güç odaklarının son 50 yıldır benimsedikleri ve tüm dünyaya zorla dayatmayı ödev belledikleri değerler bambaşka şeyler. Batı'yı güden güç odaklarının yeni evrensel değerleri aslında şunlardan ibaret: LGBT içerisinde tanımlanan sayısız anormal cinsel eğilimin normalleştirilmesi, yeni sömürgecilik, ırkçılık, yabancı düşmanlığı, kapitalizmin dünyaya hâkim kılınması, gezegenin tüm kaynaklarının ne pahasına olursa olsun ele geçirilmesi, maneviyatlı dinlerin bastırılması, insanlığın binlerce yıllık geleneklerinin itibarsızlaştırılması, insani özelliklerin mekanikleştirilmesi, nesillerin zihnen, bedenen ve cinsel olarak ifsat edilmesi, güçsüz ve fakir bırakılmış toplumların sömürülmesi ve imha edilmesi, hayatın mekanizasyonu ve tabii ki Siyonizm'in korunup kollanması. Klasik değerler ancak işe yaradıkları sürece birer bahane, gerçek Batılı değerler ise işte bunlar.

Batılı toplumların yeni birleşme harcı: İslamofobi

İşler kötü gidince en kolayı hemen bir suçlu, bir öteki, bir dış mihrak, ortak bir düşman bulmak ya da yaratmaktır. Batı'da da uzun süredir işler kötü gidiyor. Parlak günlerden uzaklaşılıyor, dünya üzerinde kurulmuş olan asırların tahakkümü zayıflarken içeride de sorunlar baş gösteriyor. Özellikle Avrupa'da kötü gidişatın ve beceriksizliğin faturası 20. yüzyılın ortasına kadar Yahudilere atılıyordu. O zamanların ötekisi, düşmanı Yahudilerdi ve bunun için üretilen çare de antisemitizmdi. Çarlık Rusya'sı, İngiltere, Fransa, Almanya kötü yönetimlerinin panzehrini geçmişte hep antisemitizmde aradı. Parçalanan toplumsal yapıyı kan emici bir kene gibi gösterdikleri Yahudilere karşı düşmanlık sayesinde birleştirmeyi denediler. Günümüzde de aynı tavır söz konusu ama bu defa Batılı toplumları konsolide etmenin aracı İslamofobi olmuş durumda. Avrupa'da işsizliğin, azalan refahın, ekonomik sıkıntıların sorumlusu bir süredir sürekli göçmenler, yabancılar ve dolayısıyla Müslümanlar olarak gösteriliyor. Beceriksiz yönetimlerin berbat ettiği işlerin ceremesi derhal ilk akla gelen öteki olan Müslüman göçmenlere yükleniyor. Böyle olunca hemen hemen tüm Batılı ülkelerde genelde yabancı düşmanlığı özelde ise İslamofobiye dayanan aşırı sağ hareketler ve partiler yükseliyor. Böylece dağılmaya başlayan toplumsal yapı Müslümanlara nefret çimentosu ile onarılmaya çalışılıyor. Bir başka elden yükseltilmeye çalışılan Yahudi- Hristiyan ittifakı da yine Müslüman nefreti ve İslam karşıtlığı harcı üzerinden yükseltiliyor. Amerika'da, Avrupa'da, Kanada'da, Avustralya'da, Çin'de ya da Hindistan'da şu sıralar bu harcı İslamofobi teşkil ediyor.

Hâlâ o eski sömürgeci, ırkçı kafa

Katoliklikten İslam'a ihtida etmiş bir Amerikalı pr. stratejisti olan ve Ortadoğu uzmanı olarak bilinen Shahid Bolsen'in Gazze'deki İsrail katliamları üzerine Lahja TV adlı bir medya kuruluşuna verdiği bir röportajdaki şu sözleri aslında Batı'nın gerçekte ne olduğunun da bir ifşası niteliğinde: "Bugün İsrail'e alkış tutan herkes kaybedecektir. Kesinlikle kaybedecekler çünkü İsrail'e alkış tutmak şunu gösterir: Siz hâlâ o eski sömürgeci, emperyalist, ırkçı ve Batı dışındakileri düşük gören anlatıya sıkışıp kalmışsınız. Dünyadaki insanların çoğu bu anlatıyı reddediyor. Yani siz dünyanın güneyindeki tüm halklara hiç değişmediğinizi, hâlâ eskisi gibi olduğunuzu gösteriyorsunuz. Bence Batı, özellikle de ABD artık şunu anlamalı: Tüm dünya sizin gerçek yüzünüzü görüyor. Filistin konusundaki duruşunuz herkese şunu net olarak gösteriyor ki siz dünya diplomasisinde liderlik rolü üstlenmeyi hak edecek kadar olgun veya gelişmiş değilsiniz. Hiç pişman olmadınız. Hiç utanmadınız. Asla ahlaki bir gelişim veya değişim göstermediniz. Hâlâ Kızılderilileri yok eden aynı kişilersiniz, Afrikalıları aşağı gören aynı kişilersiniz. Hiroşima ve Nagazaki'de saniyeler içinde yüzbinlerce Japon'u öldüren aynı kişilersiniz. Hâlâ Vietnam'daki sivillerin yaşadığı köylere Napalm bombaları atan aynı kişilersiniz. Hiçbir şeyiniz değişmedi. Ve bunu en iyi Filistin konusundaki tavrınız gösteriyor. İsrail'e utanmaz desteğiniz asla değişmediğinizi ve gelişmediğinizi gösteriyor. Bana inanın, tüm dünyayı kendinizden uzaklaştırıyorsunuz."

Batı'nın iktidar tekeli kırılıyor

Batı dünyasının özellikle ekonomik ve stratejik hâkimiyetinin artık sona erdiğini ve yeni bir dünyanın kurulduğunu söylemeyen uzman kalmadı. Bunların çoğu Batılı üstelik… Paris'teki IRIS Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü direktörü Pascale Boniface'ın son dönemlerde verdiği bir söyleşide bu gerileyiş ve dönüşüme getirdiği bakış açısı da şöyle: "Dünyadaki en büyük değişiklik, Batı'nın iktidar tekelinin sona ermesidir. Yaklaşık yirmi yıldır bu süreç devam ediyor ve yaklaşık otuz yıl daha devam edecek. 15. yüzyıldan bu yana Batı, uluslararası ilişkilerin merkezinde yer alıyor ve dünyaya yön veriyor ama artık bu sona erdi. Bu, iki kutuplu dünyanın sonundan bile daha önemli olan temel bir evrim çünkü bu yalnızca kırk ya da elli yıl sürmüştü. Bugün sona ermekte olan şey ise beş yüzyıl süren ve insanların bilinç ve alışkanlıklarına derinden kök salan bir düşünce... Ancak bunun Batının zenginliğinin veya gücünün sonu olduğunu düşünmek hata olacaktır. Bu, aslında Batı tekelinin sonudur. Batı dünyası fakirleşmedi veya zayıflamadı. Sadece diğerlerinin zengin ve güçlü olduğunu kabul etmesi ve artık dünya meselelerine tek başına karar verme yeteneğine sahip olduğunu düşünmemesi gerekiyor. (…) Dünyanın ağırlık merkezi Avrupa'dan uzaklaşarak Asya'ya yöneliyor. (…) Bir ülkenin kendi iradesini başkalarına dayatabileceği dönem bitti. Bunu bugün ABD ile görüyoruz. Çok fazla aktör, çok fazla devlet, çok fazla güç parçalanması var. Bu, çok kutuplaşma sürecindeki bir dünya olacak."

Sistem kendi çelişkileri altında çökecek

Kendine Batı'yı kurtarma misyonu biçmiş bir tarihçi ve felsefeci olan Prof. David Engels'in iki yıl önce kaleme aldığı "Après le déclin de l'Occident, sa fin – ou son accomplissement?" (Batı'nın çöküşünden sonra sonu mu gelecek yoksa tamamlanacak mı?) başlıklı makalesi aslında her şeyin itirafı niteliğinde: "Batı geriliyor mu? Her ne kadar paradoksal bir biçimde dünyada Batılılaşma sürse de Batı inkâr edilemez bir şekilde geriliyor. Yaşlanan ve parçalanan Avrupa bu zorluğun üstesinden gelmekten aciz görünüyor, giderek marjinalleşiyor ve medeniyetinin sonuna doğru ilerliyor. Batı'yı 19. yüzyılın sonundaki durumuyla karşılaştırırsak, yadsınamaz bir gerileme içindedir: Dünyanın geri kalanına göre teknolojik ve ekonomik ilerleme durdu, özgüven ciddi şekilde sarsıldı, imparatorluklar sömürgeler dağıldı, toplumsal yapıların sağlamlığı parçalandı, kültürel ve etnik homojenlik derinden dönüştü. Ancak aynı zamanda dünya, 21. yüzyılın başında, hiçbir zaman bugünkü kadar Batılılaşmamıştı. (…) Avrupa'nın bir yol ayrımında olduğu açık. Altyapımız yenilenmeden yaşlanıyor, borçlar geri ödenmeden birikiyor, eğitim sistemi reformlarla giderek yıpranıyor, sosyal kutuplaşma her geçen gün artıyor, kamu yönetimleri giderek kemikleşiyor, aşırı düzenlemelerle ekonomik inovasyon boğuluyor - ta ki sistem kendi çelişkileri altında çökene dek. Bu krizi değerlendirip başka çözümler geliştiremezsek gerçekten bütün bir paradigmanın, bütün bir dünyanın sonunu göreceğiz."

"Demokrasimizin değerlerini onlara ihanet ederek koruyamayız"

Batılı ülkelerin kendilerini ne hallere düşürdüğünü aslında en güzel Batılı düşünürler anlatıyor. Bu bakımdan, bir gazeteci ve yazar olan Jean-Claude
Guillebaud'nun La Vie dergisinde birkaç önce yayımladığı "Et si l'Occident se trompait?" (Ya Batı yanılıyorsa?) başlıklı makalesi aslında son derece ibretlik tespitler içeriyor. Guillebaud bu makalesinde özetle Batı'nın kuşatılmış bir kaleye benzediğini ileri sürüyor ve istilalara, göçe, ucuz mallara, şiddete karşı duyduğu korku sebebiyle artık kendini bekleyen büyük tehlikeyi görmediğini ve bu asıl tehlikenin de "demokrasinin değerlerine sadakatsizlik" olduğunu söylüyor. Guillebaud'ya göre bugün Batı dünyası en çok göçmen istilası, Uzak Doğu'dan gelen ucuz mallarla rekabet edememek, askeri gücünü ve stratejik konumunu kaybederek şiddete açık hale gelmek korkusuna kapılmış durumda. Bu korkularına karşılık Batılıların savunma mekanizmasını ise şöyle eleştiriyor: "Bu tehditlere kapılan Batı, mucidi olduğunu iddia ettiği bu modernliği kurtarma yolunda öncelikle ticari, teknolojik ve askeri gücüne, ordularına, polis kuvvetlerine ve savaş başlıklarına güveniyor.(…) Korku, haberlerimizde yinelenen bir tema haline geldi. Ancak her şey göz önüne alındığında yanlış bir tehdit algısına kapıldığımızı düşünüyorum. Bir medeniyeti, üzerine kurulduğu değerlere her gün ihanet ederek savunmuş olmayız. Uzun vadede güç kullanmak zehirlidir. (…) Eğer bugün demokrasimizin değerlerine sadakat
göstermezsek, hiçbir şey bizden uzak, bizsiz, bizden daha iyi, başka tür bir modernliğin ortaya çıkmasını engelleyemez. (…) Yolsuzluklara ve yalanlara yenik düştüğümüzde, "orman kanununa" razı olduğumuzda ve paranın toplumlarımızı mahvetmesine izin verdiğimizde, değerlerimizi kötü bir duruma sokuyoruz."

BİZE ULAŞIN