Kendisine ait olmayan Filistin topraklarını 1917'de Siyonistlere teslim eden Lord Balfour, "Kullanılan sistem pek önemli değil, yeter ki biz Orta Doğu'nun petrollerini elimizde tutalım! Asıl önemli olan bu petrolün ulaşılabilir olarak kalmasıdır" diye özetlemişti İngiltere'nin temel stratejisini. ABD'nin Dışişleri Bakanlarından Cordell Hull da benzer şekilde İngiltere'den devraldıkları ve "batmayan uçak gemisi" olarak tanımladıkları Siyonist İsrail projesinin temel hedefini, "Çok iyi anlamak lazımdır ki Suudi Arabistan petrolü dünyanın en güçlü iş bitirici araçlarından birini oluşturur" şeklinde açıklamıştı. Yani İngiltere ve ardından da ABD, Orta Doğu petrolünü ve bu petrolün en büyük gücü konumundaki Suudileri kontrol için Siyonist projenin ne kadar hayati önemde olduğunun altını açıkça çiziyorlar.
NATO genel sekreterlerinden Joseph Luns da Siyonist projenin Batı dünyası için ifade ettiği jeo-politik önemi, "İsrail modern çağımızın en az masraflı paralı askeri olmuştur" diye özetlemişti.
Bu hayati önemden olsa gerek ABD, Siyonist projenin başarılı olması için 1948'de İsrail'in devletleşmesinden sonra 2 milyon Yahudi'ye 1951'den
1959'a kadar iki milyar nüfuslu Üçüncü Dünya ülkelerine yaptığı yardımdan yüz kat daha fazla yardım yaptı. Tekrar edelim, iki milyonluk İsrail iki milyarlık nüfustan yüz kat daha fazla Amerikan yardımı aldı. Müslüman olan ünlü Fransız düşünür Roger Garaudy'nin ifadesiyle "İsrail kendisine çok iyi ödeme yapılan çok pahalı bir paralı asker. Üstelik de iyi himaye edilen paralı asker" diyor.
Nitekim Gazze soykırımında ABD Başkanı Joe Biden ve diğer Avrupalı liderlerden tam destek aldıklarını defalarca teyit eden bebek katili İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 19 Ekim 2023'teki bir açıklamasında "Sevgili Biden bize lazım olan her tür mühimmatı ve silahı sağlıyor. Artan uluslararası baskının farkındayız. Fakat bunu önemsemiyoruz" diyerek dünyaya rest çekmişti. Çünkü ABD 1972'den bu yana BM Güvenlik Konseyi'nde İsrail'i mahkûm eden 200'den fazla kararı veto etti.
BM kararları "birer kâğıt parçası"
Siyonist İsrail'in temel hedefi Filistin topraklarına yerleşmenin yanında Orta Doğu'daki bütün devletleri zayıflatıp parçalamak ve ABD'nin vesayeti altına girmelerine yardım etmekten ibaret. Bu nedenle Ben Gurion ve diğer İsrailli liderler kendilerini mahkum eden ve eleştiren bütün BM kararlarını birer kâğıt parçası olarak niteler. İsrail'in Batı Şeria ve Golan'dan geri çekilmesini gerektiren BM'nin 242 ve 338 sayılı kararları geçersiz kalmıştır. Kudüs'ün ilhakının mahkûm edildiği kararda da bir neticeye varılamadı.
ABD ve ABD'nin sonsuz desteğine rağmen İslam dünyasında hep dışlanan Siyonistler efsane ve masalları tarihe dönüştürerek kendilerini dinen haklı gösteren bağnaz bir stratejiyle hareket ediyorlar. Arz-ı Mev'ud gibi mitolojileri teoloik ve jeo-politik determinizme dönüştürüp kendilerini "seçilmiş
millet" diye lanse ediyorlar. Oysa her millette benzer bir inanış vardır. Örneğin Fransızların sloganı "Gesta Dei per Francos/ Tanrı işini Fransızlar aracılığıyla yapar"; Almanlarınki "Gott mit uns/Tanrı bizimle"dir. İspanya diktatörü Franco'nun sloganı da Hz. İsa'yı Kral yapmaktı. ABD'ninki de haşa Allah'ı sınarcasına "God we trust/Tanrı'ya güveniyoruz" sloganıdır.
Siyonist İsrail ile ilgili bir diğer gerçek de Holokost'u istismar edenlerin yürürlüğe soktuğu mitolojidir. Hitler'e ittifak kurmayı teklif eden ünlü Siyonazilerden İzak Şamir, "Genel kanaatin aksine İsrail'e göç edenlerin ekserisi Hitler'in katliamlarından arta kalanlar değillerdi. Çoğu bazı Arap ülkelerinin yerlileri durumundaki Yahudilerdi" itirafında bulunuyor.
"Auschtwitz kurbanları adına dikilen anıtın levhasında 1994 yılına kadar on dokuz dilde "dört milyon kurban" ifadesi yazılıydı. Bugün ise yeni
levhada '"yaklaşık bir buçuk milyon" ifadesi yer alıyor. 6 milyon Yahudi'nin katledildiği efsanesi ortaya atılarak insanlığın bu konuda "tarihin en
büyük soykırımına" tanık olduğu kabul ettirilmek isteniyordu." (Roger Garaudy, İsrail, Mitler ve Terör, Timaş Yayınları, 2019, s. 12-13)
Han Yunus kentindeki Nasser Hastanesi'nde İsrail saldırıları sonucu yakınını kaybeden bir çocuk. (ABED ZAGOUT/ANADOLU AJANSI)
Holokost ile unutturulan trajediler
Holokost abartmasıyla ABD'de öldürülen 60 milyon Kızılderili ile Afrika'daki soykırımlarda öldürülen 100 milyon siyahinin trajedisi unutturuluyordu. II.
Dünya Savaşı'nda ölen 17 milyonu Slav 50 milyon insan da hafızalardan siliniyordu. Böylece Hitler'in sadece Yahudileri öldürdüğü manipülasyonu tek hakikat diye dünyaya servis edildi.
Ayrıca soykırım değil de Holokost gibi dini bir ifadenin seçilmesi de Siyonistlerin belli bir projeye göre hareket ettiklerinin ispatıdır. Holokost teriminin
seçilmesiyle gerçek katliamlar çarpıtılarak sanki Yahudiler ilahi bir emir uyarınca "kendilerini feda etmiş, kendilerini kurban vermiş" kişiler diye sunuluyor. Bu yolla öldürülenler kahramanlaştırılıyor ve fedaileştirilerek kutsanıyor.
Yani bugünkü İsrail, sömürgeci Batı'nın jeo-politik çıkarlarını savunmak adına İslam dünyasındaki barış ve istikrarı dinamitleyen en büyük tehdit konumundaki siyasi Siyonizm'in daha doğrusu Siyonazizmin safsataları, ideolojik bağnazlıkları, trajedileri, soykırımları, masal ve efsaneleri üzerine
kurulmuş bir terör devletidir.
Bu bağlamda İsrail ve onu var eden Siyonizm ideolojisi sadist ve soykırımcı bir sapkınlığın tarihidir. Bu sapkınlığı iyi kavramak için Avrupa'nın tedavüle soktuğu ve daha sonra da ABD'nin himayesine aldığı Siyonizm'in ne olduğunu iyi anlamak gerekir.
Siyasi bir doktrin olarak Siyonizm, 1896 yılından sonra Theodor Herzl tarafından siyasi bir harekete dönüştürüldü. Yahudilikten çok Avrupa'nın sömürgeci emperyalist mirasından doğmuş ırkçı bir ideolojidir Siyonizm. Nitekim siyasi Siyonizm'in kurucusu Herzl, "Hiçbir dini eğilimin etkisinde
değilim. Ben agnostiğim" diyerek işgalci, soykırımcı ve ırkçı Avrupa sömürgeciliğini referans aldığını vurgular.
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nda doğan bir Yahudi olarak Herzl hatıralarında kendisini ilgilendiren yerin "kutsal topraklar" olmadığını belirtir ilk başlarda. Sömürgeci hedefleri için Uganda, Trablusgarb, Kıbrıs, Arjantin, Mozambik veya Kongo'yu bile kabule hazırdır.
Emperyalizm-Siyonizm işbirliği
Fakat diğer Siyonist dostlarının daha doğrusu emperyalist İngiliz siyasetine yön veren 1916-1922 yılları arasında İngiltere başbakanlığı yapmış David Lloyd George, Lord Walter Rothschild ve Winston Churchill gibi etkili siyasi figürlerin yönlendirmesiyle Herzl, rotasını Filistin'e çevirdi. Çünkü İngiltere I. Dünya Savaşı sonrasında Fransızlar yerine siyasi Siyonizm ile ortaklık yaparak Orta Doğu'yu ve Süveyş kanalını tek başın kontrol etmek istiyordu.
Siyonist İsrail projesi sayesinde hem emperyal amaçlarına ulaşacak hem de bölge ülkelerine doğrudan müdahale etme riskinden kurtulacaktı İngiltere.
Londra'dan gelen teklif ile adeta sarhoş olan Herzl, "Filistin bizim unutulmaz tarihi yurdumuzdur. Filistin, halkımızın güçlü bir birleşme çığlığı olacaktır. Çünkü Yahudi meselesi bizim için ne sosyal ne de dini bir meseledir. Sadece milli bir meseledir" çıkışında bulundu.
Böylece Siyonizm doktrininin siyasi, ırkçı ve sömürgeci üç ayağı da somutlaşmış oldu. Çünkü Herzl, daha 1897'de yapılan Basel Kongresi'nde Siyonizm'i katılımcılara kabul ettirmişti. Kongre sonunda Herzl, "Yahudi devletini kurdum" diye çığlık atıyordu. Herzl'in Siyonist projesi 20 yıl sonra 1917'de İngiltere'nin resmi sömürge stratejisine dönüştü. 1948'de de Herzl'in hayali olan Yahudi devleti İsrail adıyla ABD'nin himayesinde resmen dünyaya ilan edildi.
Böylece Yahudiler dini öğretilerinin aksine siyasi ve modern güç arayışındaki Siyonizm'in efsunun adeta kölesi haline geldiler. Filistin'i sömürgeciliğin ve emperyalizmin temsilcileri olarak işgal ettiler. Aklın yolunu değil Hitler'in izlediği güç ve kudretin yolunu izlediler. Onlar da Hitler gibi güç kazanınca soykırımlara başladılar. Siyonizm'den Siyonaziliğe terfi ettiler. Siyonist Yahudilerin duaları artık Batılı sömürgecilerin ellerine tutuşturduğu katliam
silahlarının sesi oldu. Filistin toprağını işgal ve halkını soykırımdan geçirme projeleri de yeni Tevratlarına dönüştü.
Kullanışlı emperyal taşeronlar
1917'deki Balfour Deklarasyonu'nda hedef "Filistin'de Milli Yahudi Yuvası" kurmaktı. Fakat 1942 yılında Siyonizm hareketinin 6-11 Mayıs tarihleri arasında ABD'nin New York kentinde gerçekleştirdiği konferanstan sonra yayımlanan Biltmore Deklarasyonu'nda İngiliz sömürge rejiminin sona ermesi ve Filistin'de yeni bir Yahudi devletinin kurulması kabul edildi.
Böylelikle Siyonist hareket Filistin'de ilk kez bir Yahudi devleti istediğini resmen dünyaya ilan etmiş oldu. Nitekim deklarasyonu hazırlayan o zamanki Yahudi ajansı başkanı David Ben Gurion, İsrail'in ilk başbakanı ve İsrail Devleti'nin kurucusu olarak tarihe geçti. Biltmore Deklarasyonu'ndan altı yıl sonra Siyonistler hem devletleşme hedeflerine ulaştılar hem de ABD gibi dünyanın en güçlü koruyucularından birine sahip oldular.
ABD'nin kullanışlı emperyal taşeronları olarak kendilerini, "İsrail, ilahi adaletin yeryüzündeki en üstün alametidir. İsrail dünyanın ekseni, can damarı, merkezi ve kalbidir" şeklinde tanımlamaya başladılar. Kurbanları oldukları Hitlerizmin bataklığına saplanarak sahtekârlık, yalancılık, soykırımcılık ve hunharlıkta tarihin görüp görebileceği en vahşi sapkınlıklara imza attılar. Dünyadan gelen kınamalara karşı da Yahudi mitolojisindeki safsatalara sığınarak kutsallaştırdıkları barbarlıklarını her tür uluslararası hukukun üstünde görme nobranlığını sistematik bir strateji haline getirdiler.
Ancak daha önce de belirttiğimiz gibi İsrail'in özellikle kurulduktan sonra 75 yıldır izlediği hastalıklı soykırım projeleri her açıdan Batılı sömürgecilerin doğrudan planladığı ve uyguladığı stratejilerdi. Bu bağlamda Amerikalı siyasetçi ve yazar Paul Findley'in de itiraf ettiği gibi "İsrail Başbakanı, ABD'nin Orta Doğu ile ilgili dış politikasında kendi ülkesinde sahip olduğundan çok daha fazla nüfuza sahiptir."
Gazze'de 7 Ekim 2023'ten bu yana devreye sokulan barbar soykırım Batı ile Siyonistler arasındaki zehirli ilişkiyi bir kez daha gözler önüne serdi. Fakat Hitlerizme ve Siyonaziliğe terfi etseler de Siyonist İsrail projesi artık kan kaybediyor. Çünkü bu projenin sahipleri olan ABD ve Avrupa da güç kaybediyor. Dünya dört bir koldan idare edip manipüle ettikleri eski dünya değil.
Gazze'ye yönelik yükselen küresel reaksiyon karşısında paniğe kapılan Siyonaziler, ecellerinin geldiğini görüyor. Devran değişiyor. Siyonist İsrail ve efendisi Batılı Siyonaziler, Gazze'de hunharca katlettikleri masum bebek, çocuk ve kadınların kanlarında boğulacak. Hitlerizm bataklığına saplanan sapkın Siyonistlerin akıbeti de Nazilerinki gibi olacak. İnsanlığa hesap vermekten ve yargılanıp mahkûm edilmekten kurtulamayacaklar.