Lacivert Dergi'nin bu sayısına yazmam istendiğinde Türk edebiyatının sevdiğim kalemlerinden Murat Menteş'in "Şeyhim beni Işınla" şiiri geldi aklıma. "Şeyhim beni 70'lere ışınla /3 milyar saniyem bitmeden önce /Sonsuzluğu bükeyim, kalan ömrümce /Tasavvuf strese iyi geliyor bence."
Menteş aslında yaşadığımız çağa ilişkin modern insanın arayışını mizahi bir tarzda çok anlamlı bir biçimde dile getirmiş. Modern insan, gündelik hayatın içinde her an çevrimiçi olmasına rağmen yalnızlığını ve ıstırabını gideremeyen garip bir döngüsellik yaşıyor. Dindarlığın yerini daha hızlı
bir sekülerleşme alırken garip biçimde camiyi terk eden insan, kuantum terapisi, enerji terapisi, bilinçaltı temizlik uzmanı, kozmik enerji terapisi, bilinçaltı yıkama gibi uzayıp giden seküler ruhanilerin kollarına atıverdi kendisini. Bilim ilerledikçe modern insanın dinden boşalan manevi arayışını bu modern seküler dindarımsı hurafeler kaplıyor. O yüzden seküler bir çağda değil, postseküler bir çağda yaşadığımızı söylemeliyim.
"Ben sadece bir kablo gibi Allah'ın enerjisini size aktarıyorum. Tanrım beni şarj eder misin!" Bir enerji terapistinin insan ile Tanrı arasındaki ilişkiyi kablolama üzerinden anlatması, anlatıya ne kadar bilimsel ve metafizik bir derinlik katıyor tartışılsa da toplumsal karşılık bulduğu kesin. Öyle ki bir seansı 400 TL ile 1500 TL'yi bulan bir sektörden bahsediyoruz. Reiki enerjisinin nasıl bir enerji olduğunu ve nasıl kullanıldığını açıkladığını düşünen terapistimiz anlaşılan bu şekilde kendisini bu enerji ile diğer bireyler arasında bir aracı, bir kanal olarak görüyordu.
Sufizmin Şeyh ile Mürit arasındaki derin tecrübeye dayalı ve uzun soluklu yolculuğu (seyr-u süluk) anlaşılan bir saatlik bir enerji aktarımı ile karşılanır olmuştu! Tanrı'nın insanlığa gönderdiği mesajları Tanrı'dan alıp insanlara duyuran peygamberler, kutsal kitapları, dua, ibadet modern insanın arayışını kesmemiş olacak ki yeni kanallar arayışına girmiş.
Yolda olmak: Arayanlar ve arananlar
Gerçekten neler oluyor bu insana ki kurumsal dinlerin öğretileri, ibadetleri yüzyıllardır Tanrı ile bağ kurmasını sağlarken şimdi yeni arayışların içinde kozmik, metafizik enerji uzmanlarına başvurur oldu? Georg Simmel "İnsan mükemmeli arayan varlıktır. Bu iradeden daha fazlasıdır. 'Anladığımızda', sorduğumuzda ve yanıtladığımızda da ararız. Yaşam- bilgeliğinin bahsettiği pratik yaşam biçimleri arasında 'arama' pek görülmez. En yüksekten
en düşüğe kadar yaşamdaki muazzam rolü genellikle göz ardı edilir. Oysa tüm etkinliğimizde arama var." derken insanın varoluşsal özelliğine dikkat çeker. Çocukken o parmağı her yere sokmaya başlayarak aramaya başladık aslında. İnsan arayışı içinde olan bir varlıktır. Ne mi arar: Bağlanmak için arar, gücü arar, arzuyu, şehveti, aşkı, hakkı arar, adaleti arar, Tanrı'yı arar kısacası hayatı için bazen eksik olanı bazen de anlamlı gördüğü şeyi arar. Aramaktan vaz geçtiği anda da ölümü sahiplenmiş olur, tükenir ve biter. Ateistler dahi dinin yerini alacak olsa bile bir tür inanç arama ihtiyacının devam ettiği bu eğilimin tuhaf kurbanları gibi görünür.
Pek çok araştırma, "aramanın" köklerinin, organizmaları çok çeşitli belirli çevresel hedef nesnelerinin peşine düşmeye ve bunlarla etkileşime girmeye iten oldukça karakteristik psiko-davranışsal ve nörobiyolojik süreçlere dayandığını göstermektedir. İnsandaki arama sistemi yalnızca keşfetmeyi, araştırmayı ve yiyecek aramayı teşvik etmekle kalmaz, aynı zamanda diğer birçok duygusal dürtünün iştah açıcı ve beklentisel uyarılma biçimleriyle
enerji kazanmasına izin verir. Bu yüzden son zamanlarda yapılan araştırmalar depresyonla arama eğilimindeki duygusal eksiklik ve işlev bozukluğu arasında yakın bir ilişki olduğunu öne sürer. Aramaktan vazgeçtiğimizde sistem kendini kapatır ve insan derin bir depresyona girer. Bundandır ki aramak ile bulmak arasında kesin bir bağ yoktur. Bulduğumuzda aramanın sonu gelmiş olmaz, arama bizatihi insan için bir enerji kaynağı ve ödüldür. Bu yüzden insanlar mekân değiştirir hatta din değiştirir.
Pazar renklenince arayışlar da renklendi
Geleneksel toplumlarda insan yolculuğunu tamamlamak için dış dünyada çok fazla uyarana maruz kalmazdı. Modern toplumda arayanlar için pazar çok renkli ve çeşitli hale geldi. Yerleşik kurumsal dinlerin mensuplarında hissettirdiği tatminsizlik, pazara ayak uyduramama, kurumsal dinlerin öğretilerindeki durağanlık, sansasyonel haberlerle yıpranmışlık, mistik tecrübenin yozlaşması çağımız insanını cami/kilise çevresinin dışında yeni tecrübelere doğru itmedi daha beteri fırlattı.
Arayanlara sunulan çağdaş nesneler kadim inanışlara nazaran daha davetkâr, daha özgür, daha kolay ve ulaşılabilir. Geleneksel inanışlar ve öğretiler merkezi bir sistem ve mimari içinde yükselen minareler ve sütunlar gibiyken yeniçağ inanışları daha ziyade farklı renklere boyanmış, özel dizayn edilmiş, daha kolay deriştirilebilir ve ödünç fuar alanı gibidir. Camiler, dergâhlar, tekkeler ibadetin yeri olabilir ama fuar da eğlenmenin, hazzın ve keşfin yeri vardır. Ve en önemlisi, bu yeni çağın sunduğu temalar melez ve sentez desenlere sahiptir: İçeriğinde Ezoterizm, Şamanizm, Hinduizm, Budizm, Taoizm gibi uzak doğu dinleri ile mistik öğretiler vardır.
Theodor W. Adorno'nun ifadesiyle yeni çağın astroloji ve neo-pagan uygulamaları, inançları sahte bir irrasyonellik yanılsaması satar ve bu nedenle geleneksel olan mistik tecrübenden daha fazla bir oranda kendisini benimsetir. Bilim ilerledikçe insanlarda gizemli olana ilgi kaybolmaz. Aksine özgünlük, farklılık, ulaşılmazlık duygusu daha fazla artar. Bu kimsenin alamadığı pahalı bir markayı alan seçilmişlik duygusu gibidir. Deneyimlenilmeyeni deneyimlemek haz verir ve benlik duygusunu kamçılar.
Çağdaş insan dünyaya fırlatılmış olmanın verdiği yabancılaşmayla gizciliği yeniden dirilmiştir. Ruhun ölümsüzlüğüne inanan ama Tanrı'nın varlığını, sonunda doğanın yüceltilmesine varan bir tür panteizm, dolayısıyla Tanrı'nın vahiy ve Peygamber gönderildiğini şiddetle yadsıyan yeni insan ortaya çıkmıştır. "Enerjiye, astrolojiye inanıyorum ama dinlere inanmıyorum" demek "Tanrı Öldü" mottosuna değişik bir bakış açısı getirir. Tanrı yoktur ama Tanrı'nın eli hala aramızdadır.
Tüm bilimsel gelişmelere rağmen insanın evrendeki yalnızlığı bitmiyor. Sosyal, ekonomik ve politik sorunlarla ancak bireysel düzeyde manevi bir aydınlanma ile baş edebiliriz. Bu aydınlanmayı kadim inançlarla ve dinlerle temasa geçerek çözemediğimizde kişisel yaşamın manevileştirilmesi için renkli pazara başvurmamız gayet doğal aslında. Sonuçta materyalizmekarşı çıkarken mistik olanı pazardan satın alarak hem dinlerin kuralcı öğretilerinden uzaklaşmış oluyoruz hem de tatmin edilmiş olarak rahatlama imkânı elde edebiliyoruz.
Artık mahallemizdeki camiye ihtiyacımız yok zaten mahallemizi de yok. Medyumların, astrologların, grafologların, kehanetçilerin ve her türden şifacının, enerji terapistinin sayısız uygulamaları ve bu hizmetleri mesken bazında sunan birçok lüks klinik, doğal tedavi tesisi ve diğer kuruluşla hizmetimizde. Arayanlara hizmet sunan hatta bize ne aramamız gerektiğini bile söyleyen geniş bir pazar ve ürün gamı var.
Artık bir kült iklimi ve kültürü altında dinlerin yerini alan yeni çağın inançları arasında hem tüketebilir hem de inanabiliriz. Haramları ve yasakları olmadan bir inançlılar kardeşliği sunan geniş bir cemaatin üyeleri olabilme imkânına kavuştuk. Pazardan ya da AVM'lerdeki ışıltılı mağazalardan seçer gibi maneviyat seçebiliriz. Satın alınan maneviyat bulunan hakikatten daha fazla haz veriyor olmalı.
Komplolar ve maneviyat arayışları
Son birkaç on yılda, komplo teorileri korkunç olayları anlamlandırmanın yaygın bir yolu haline geldi. 11 Eylül saldırıları, Ebola, AIDS, Domuz gribi
ve en son Korona gibi virüsler hakkındaki resmi iddiaların hepsine alternatif, ancak yaygın olarak paylaşılan ve seçkinler tarafında bilinen gizli bilgiler ve sırlar ortaya saçıldı. 20. yüzyılın başında, Sigmund Freud komplo teorilerini "paranoyak kişiliğin" bir belirtisi olarak görüyordu; nihayetinde bastırılmış ve yüceltilmiş eşcinselliğin neden olduğu psikolojik bir patolojiydi. Bugün ise gerçeğin arkasındaki sırrı keşfetmenin, sürüden ayrılmanın bir farklılığı olarak öne çıktı.
İlginçtir komplo teorilerine inanmak ile yeni çağdaş gizem ve sır kültüne inanmak arasında doğal bir ilişki vardır. Komplo teorisi, üstesinden gelinmesi gereken dünyevi bir kötülük olduğuna inanmamızı sağlar. Bu kötülüğe karşı da ancak seçilmiş, aydınlanmış bir topluluk karşı koyabilir. Yeni çağın maneviyat ruhanileri de küresel bilinçte yeni bir uyanışın öncüleri olan bu arayanların her şeyi değiştirebileceğini söyler. Dinin Ortodoks yorumunda kaçmak ile toplumun genel kabullerinin dışında durmak arasında ortak bir sınır vardır. Dünyayı gizli güçlerin yönettiğine inandığınız ölçüde gizem inançlarına da yakınlaşmış oluruz.
Bu yüzden Batı'da ökültik inançlar ile aşırı sağ faşizmi arasında her zaman çok sıkı bir ilişki olmuştur. Marisa Meltzer'in "Yeni Çağ ve Aşırı Sağ Hareketler Arasındaki Rahatsız Edici İlişkisi" üzerine yazıları beyaz üstünlükçülüğün ve aşırı sağ faşizminin suç faaliyetlerini ve şiddeti haklı çıkarmak için hem Hıristiyanlıktan gelen mistisizmi hem de Odin'e dayanan ırksal pagan İskandinav mitolojilerini nasıl melezleştirdiğini ortaya kor. Bu da gösteriyor ki yeni maneviyatçılığın melez biçimleri ve enerjinin gücü bizi bireysel arınma kadar bedenin aşırı denecek kadar öne çıkarılarak ırksal bir faşizme dönecek kadar hassas bir konuyu içermektedir.
1970'ler ve 80'lerde bir rüzgâr gibi esen yeni çağ maneviyatçılığı ruhsal dönüşümün temeli olarak evrensel barışı, umudu ve sevgiyi teşvik ederken, bugün bu inançların bazı yönleri kişisel gelişim gibi manevi değerlerle süslenmiş Avrupalı ve Amerikalı aşırı sağın örgütleyici güçlerine dönüşmüştür. Bu yüzden yeni çağın insanı nereye ve hangi bedene ışınlanacağına dikkat etmesi gerekir!
Yeryüzünde cennet arayanlar dünyayı cehenneme çevirebilir.