Sanayi devriminden beri çok yoğun bir şekilde kullanılan fosil yakıtların yavaş yavaş sonuna doğru gelindiği konusunda çok fazla haber, bilgi ve rapor okuyoruz. Bu yakıtların gerçekten sona yaklaşıp yaklaşmadığı konusunda ise hiçbirimiz yüzde yüz emin olamayız. Bir kuyudaki suyu bazı göstergelere göre ölçebilir ve azaldığını söyleyebiliriz. Ancak onun bir yandan da doğa tarafından beslenen ve kendi kendini yenileyen bir kaynak olduğunu da unutmamak gerekir.
Fosil yakıt kaynaklarına sahip olmak dünyada bir avantaj olagelmiştir. Hangi ülke bu kaynaklara sahipse, bunu bir sopa olarak kullanmış, zaman zaman daha az miktarda piyasaya sürerek piyasa fiyatını artırmaya yönelmiştir. Fosil yakıtlarda şimdiye dek yaşanılan krizler genel olarak kaynağın tükenmesinden değil, kaynağa sahip olan ülke veya şirketin piyasaya az ürün sürme stratejisinden kaynaklanmıştır.
Son on yılda çokça dillendirilen küresel ısınma ve dünyanın dengesinin değişmesi, aşırı hava olaylarının görülmesi ise başka bir mevzudur. Mevsimlerin alışılagelen şekilde seyretmemesi, kışın kar yağmaması veya yazların çok sıcak ve kurak geçmesi gibi olaylar dünyada bir şeylerin yolunda gitmediğini gösteriyor. Bu durum için alınmaya çalışılan önlem ise üretim ve tüketim yolu ile dünyaya daha çok karbon ve zararlı gazların salınmasını önlemek, sera gazlarını azaltarak küresel ısınmayı azaltma çabasıdır.
Yeşil enerji akımı çok hızlı yayıldı
Hem fosil yakıtların bitmek üzere olduğu fikri hem de küresel ısınma ve aşırı hava olayları akabinde öncelikle gelişmiş ülkelerde bir yeşil enerji akımı başladı. Yeşil enerji ve yeşil ekonomi akımı, Türkiye'nin en büyük ihracat güzergâhı olan Avrupa'da çok hızlı yayıldı ve politika belgelerinde çoktan yerini aldı. Başlangıçta "olursa iyi olur" tarzı ile giriş yapan bu akım şu an "olmak zorunda" olan bir değişim olarak herkese dayatılıyor.
Fosil yakıtlardan değil de dünyadaki güneş, su ve rüzgâr gibi yenilenebilir kaynaklardan elde ettiğimiz enerjiyi "yeşil enerji" olarak tanımlayabiliriz. Yeşil enerji kendi içinde mantıklı ve tutarlı görünen bir akımdır. Nihayetinde fosil yakıtlar dünyada sadece belli ülkelerin elinde olan kaynaklar; ama su, rüzgâr ve güneş pek çok ülkede var. Bu da ülkelerin kendilerini uzun vadede garanti altına almasını, büyük oranda Rusya veya Orta-doğu ülkelerine olan enerji bağımlılığının düşmesi anlamına geliyor. Dünyada yeşil enerji akımının yükselişinin en büyük nedeni fosil kaynakların tükenmeye başlaması değil, gelişmiş ülkelerin fosil kaynaklara sahip olan ülkelere olan enerji bağımlılığını düşürmek ve bu konuda özgürleşmek istemeleri.
Dünyadaki yenilenebilir kaynakların enerjisini, örneğin güneş tarlaları veya rüzgâr tribünleri vasıtasıyla, depolamak ve elektrik enerjisine çevirmek mümkün. Ancak yeşil enerji belli bir teknoloji seviyesine sahip olmayan ve yatırım yapacak finansal gücü olmayan ülkeler için uzak bir hayal. Öyle olmasa Afrika yeşil enerjide merkez olabilirdi. Bir de yenilebilir enerji dünyanın kaynaklarını hiç tüketmeyecek şeklinde yanlış bir algı var. Rüzgâr tribünü örneğinden gidecek olursak bir tribün için kullanılan bakır miktarı veya elektrikli araçların bataryaları için gereken lityum miktarı çok
fazla. Neticede bu tribün ve bataryaların da bir kullanım ömrü var. Bu konuda yeşil enerjinin tamamen sıfır emisyon ve kaynak tüketimi anlamına gelmediğini aklımızdan çıkarmamalıyız.
Çevrecilik bir trend olarak çok revaçta
STK'lara gelince; dünyada son yıllarda toplumlar daha proaktif hale geldi. Her şeyi devletten beklemeyen ve elini taşın altına koyan aktif ve katılımcı vatandaşların sayısı arttı. STK'ların gücü ve etki alanı da aynı ölçüde genişledi. Bir trend olarak çevrecilik ve hayvanseverlik de çok revaçta. Bu noktada STK'lar tarafından yeşil ekonomiye ve geri dönüşüme olan aşırı ilgi hiç şaşırtıcı değil. Sosyal medyanın artan gücünü de bunlara eklediğimizde devletler, bireyler ve STK'lar tarafından desteklenen bir yeşil ekonomi ve yeşil enerji fikri ile karşı karşıyayız. Devletler bu akıma karşı koyamaz, çünkü hiçbir devlet çevre karşıtı veya yeşil ekonomiye karşı duracak şekilde kendini konumlandırmaya cesaret edemez.
Türkiye de yeşil enerji konusunda iyi bir konumda. 2020 yılında dünyada üretilen enerjinin yüzde 9,4'ü yeşil enerji iken Türkiye'de bu oran yüzde 12 idi. Türkiye'de her geçen gün üretilen enerjinin daha büyük bir oranı yenilenebilir kaynaklardan elde ediliyor. Türkiye'nin kurulu elektrik gücünde
yenilenebilir enerjinin payı yüzde 52,5. Yenilenebilir enerji kaynaklarında sırasıyla hidroelektrik santralleri, rüzgar, güneş, jeotermal ve biyokütle yer alıyor. Türkiye temiz enerji kurulu gücüyle dünyada 12., Avrupa'da ise 5. sırada. Bu oran yıllara göre değişiyor ama Türkiye'nin dünyada ve Avrupa'da üst sıralarda olduğu gerçeği değişmiyor.
Günlük hayatta biz bireylerin yapacağı şeyler devletlerin alacağı politik önlemlere göre çok kısıtlı ama buna rağmen bizler de hayat tarzımızda bazı değişiklikler yaparak iklim krizi ile olan mücadeleye katkıda bulunabiliriz. Örneğin 3R olarak tarif edilen "Reduce, reuse, recycle" (azalt, tekrar kullan, geri dönüştür) döngüsüne uygun bir hayat tarzı benimseyebiliriz. Bu konuda kullanılmış kıyafet ve eşyaların kardeşler ve kuzenler arasında döndürülerek tekrar kullanılması ve atığın azaltılması, atık olabilecek bir materyalin tekrar başka bir amaçla kullanılması veya artık kullanılma ihtimali olmayan atıkların geri dönüştürülmesi, onlardan enerji elde edilmesi gibi örnekler verilebilir.
Ayrıca eskiden pikniklerde çok fazla plastik madde kullanılır ve piknik sonunda kocaman bir poşet plastik atık oluşurdu. Bilinçlenme düzeyini artırarak tek kullanımlık plastiklerin hiç satın alınmaması ve onun yerine tekrar tekrar yıkanarak kullanılan malzemelere dönüş sağlanması gerekir. Tek kullanımlık malzeme alacaksak da doğada hızla çözünen doğal materyallerden yapılmış ürünler tercih edilmeli.
Burada tembellik ile çevre bilinci arasında bir ikilem muhakkak yaşanacaktır. Ancak çocuklarımızın bizlerden daha bilinçli olduğunu varsayarak, onların da desteği ile hayat tarzımızı değiştirebiliriz. Aslında 3R ile tarif edilen hayat tarzı bir Müslümanın normalde sahip olması gereken bilinç düzeyi ile tamamen örtüşüyor. Bizler "Akan bir nehrin kenarında dahi olsanız suyu israf etmeyiniz" buyuran bir peygamberin ümmetiyiz.
Tek enerji kaynağı yeşil enerji olur mu?
Uzun vadede tek enerji kaynağının yeşil enerji olacağı ve petrolün tamamen biteceği konusunda bir öngörüde bulunmak kanımca çok zor. Fosil yakıtların tamamen tükeneceğini düşünmüyorum ama dünyada başka faktörler ülkeleri enerji konusunda kendi kendine yetebilecek duruma gelmeye zorluyor. İşte bu sebeple ülkeler enerji üretimlerinde bir çeşitlenmeye gitmek zorundalar. Bir yandan yenilenebilir enerji üretimine yatırım yaparak, diğer yandan da Türkiye gibi yeni fosil yakıt kaynakları bularak yola devam edilebilir. Önemli olan herhangi bir kriz, savaş ve yokluk durumuna hazır olabilmek, fosil yakıt azaldığında yeşil enerji kaynağına ağırlık vererek hayata devam edebilmek.
Enerji sektöründe son yıllarda gündemimize giren bir konu daha var: Yeşil hidrojen. Bilindiği gibi su 2 hidrojen ve 1 oksijen atomundan oluşuyor. Sudaki hidrojen atomlarının oksijen atomlarından ayrılmasıyla hidrojen enerjisi açığa çıkıyor. Bu ayırma işlemi eğer fosil yakıtlar kullanılarak yapılırsa bunun adı gri hidrojen, yenilenebilir kaynaklar kullanılarak yapılırsa yeşil hidrojen, doğal gaz ile yapılırsa da mavi hidrojen oluyor. Hidrojenin ayrıştırılmasında fosil yakıtlar kullanılırsa çevreye karbondioksit salınıyor, yeşil enerji kaynakları kullanılırsa atık olarak sadece su açığa çıkıyor.
Hidrojen enerjisinin depolanabilir olması ve istenen formda transfer edilmesi avantajlarının yanı sıra, başlangıçta büyük yatırım gerektirmesi dezavantajı var. Yenilenebilir enerji kaynaklarına yapılan yatırımlar artmaya devam ederse, yeşil hidrojen için de önemli bir altyapı sağlanmış
olacak ve gelecekte enerjinin bir kısmı yeşil hidrojenden elde edilebilecek.
Ekonominin geleceği olarak öngörülen Biyoekonomi veya biyotemelli ekonomi, gıda, enerji ve endüstriyel ürünler üretmek için yenilenebilir biyolojik kaynakların sürdürülebilir bir şekilde kullanılmasını öngören yeni bir ekonomi modeli olarak karşımıza çıkıyor. Biyoekonomi biyolojik atıkların normalde kullanılmayan kısımları için de alternatif kullanımlar bulmayı öneriyor.
Bu modele göre bir ayçiçeğinin iç kısmından yağ yapılırken kabukları yakılarak enerji elde ediliyor. Atık yağlar biyodizel veya biyoyakıta dönüştürülüyor. Boğaziçi Üniversitesi'nin INDEPENDENT projesinde olduğu gibi yosunlardan biyoyakıt elde ediliyor. Ordu Belediyesi'nin yaptığı gibi fındık kapsülünden hayvan yemi, fındıkkabuğundan aktif karbon üretiliyor. Plantipell isimli firmanın yaptığı gibi koyun yününün tamamen atık olarak bilinen kısmından aminoasit üretilerek tarımda verim artırıcı bir sıvı gübre icat ediliyor.
Türkiye'de günlük hayatın ve işlerin içinde yaygın olarak biyoekonomi uygulaması var, ancak bu çalışmaların adı konularak biyoekonomi adı altında
reklamı yapılmıyor. Ancak bir ulusal biyoekonomi stratejisi yayınlanır ve yapılan çalışmalar ortak bir platformda paylaşılırsa biyoekonominin ne kadar yaygın olduğunu görebiliriz ve bu da yeni uygulamalar için herkese cesaret verir.