"Dünyada yeni bir enerji dönemi başlıyor", "küresel enerji krizleri yaşanması öngörülüyor" gibi sözleri son zamanlarda sıkça duyuyoruz. Dünyada enerji piyasalarında ne gibi değişiklikler, gelişmeler yaşanıyor?
Enerjide devrim niteliğinde reformların gerçekleştiği, dönüşümlerin yaşandığı bir dönemdeyiz. Bunun birçok sebebi varama tetikleyici ana unsur iklim değişikliği. Diğer fosil yakıtlara kıyasla görece temiz olan doğalgaz çağımızın en gözde enerji kaynaklarından biri haline gelirken doğalgaza erişim çabaları dikkat çekiyor, Ortadoğu'daki petrol savaşları yerini doğalgaz mücadelesine bırakıyor adeta. Bugün Akdeniz'de yaşanan deniz yetki alanları çatışmasının temelinde de Akdeniz'deki dev potansiyel nedeniyle yine bir doğalgaz mücadelesi var. Diğer taraftan enerjide jeopolitik dengeleri değiştiren Rusya-Ukrayna Savaşı ile doğalgaz tedarikine ve piyasasına çok önemli etkileri olan bir kriz durumu ortaya çıkmış durumda. AB gerek elektrik enerjisinde gerek sanayide gerekse de konutlarda ciddi miktarda doğalgaz kullanırken baş tedarikçisi Rusya'dan ithalatı önemli ölçüde azaltacak önlemleri devreye almış durumda. 2021 yılında AB doğalgaz ithalatının yaklaşık yarısı Rusya'dan gelirken 2022 yılında doğalgaz ithalatında Rusya'nın payı dörtte birin altına düşürüldü. Savaş durumuyla birlikte AB, doğalgazda Rusya'ya olan bağımlılığı tümüyle ortadan kaldırmak istiyor. Bu kısa vadede mümkün olmasa da enerji tedarikinde önemli değişimlerin yaşandığı, doğalgaz piyasasında yeniden yapılandırmanın gerçekleşeceği anlamına geliyor. Bu yapılanma sürecinde temel amaç ise Rusya'ya olan bağımlılığı ortadan kaldıracak yeni bir rekabetçi piyasa oluşturmak... AB'de bunlar yaşanırken Karadeniz'de gaz keşfettik ve bu gaz gerekli alt yapı çalışmaları tamamlanarak kullanıma hazır hale geldi. Bu gelişmeler gazda Türkiye için esasen çok önemli bir açılım fırsatı yaratıyor. Sırf Türkiye için değil, daha geniş bir
coğrafyadan bakarsak tüm bölge ülkeleri için doğalgazda kaynak çeşitliliği, rekabetçi fiyatların oluşumu ve arz güvenliğinin sağlanması noktasında ciddi bir fırsat. AB'deki yeniden yapılanma sürecinde ülkemizde esasen gazın gazla rekabet edebileceği bir ticaret merkezi oluşturmaya
imkân sağlıyor. Proaktif bir enerji diplomasisi sayesinde ülkemizde AB'nin de referans alacağı fiyatların oluştuğu uluslararası bir gaz ticaret merkezi kurulması fırsatı ortaya çıkmış durumda... Öte yandan ülkemizde de enerji sektörü için devrim niteliğinde yeni gelişmeler görüyoruz. Mesela Türkiye'nin elektrikli otomobili TOGG'un bu yıl üretimine başlanmış olması sadece ulaştırma sektörü değil aynı zamanda enerji sektörü için de devrim niteliğinde bir değişim çünkü ulaştırma sektöründeki elektrifikasyonun gerektirdiği teknolojik dönüşüm bütün enerji sektörünü etkiliyor. Bir taraftan elektrikli otomobillerin ilave elektrik ihtiyacını karşılayacak elektrik santrallerinin kurulması gerekecek, diğer taraftan akaryakıt ürünlerine olan talebin azalması söz konusu.
Rusya-Ukrayna krizi Avrupa'da ciddi bir doğalgaz sorununa yol açtı. Bu krizden Türkiye de etkileniyor mu?
Rusya'nın bir taraftan Kuzey Akım boru hattı ile Almanya, Yamal boru hattı ile Beyaz Rusya ve Polonya, Güney Akım boru hattı ile Ukrayna ve TürkAkım boru hattı ile de Türkiye üzerinden Avrupa'ya erişimi var, ancak Rusya-Ukrayna savaşı ile birlikte bunların kullanımı büyük ölçüde durmuş durumda. Bu yıl AB için şanslı bir yıldı çünkü havaların görece sıcak gitmesi sebebiyle ısınma için olan doğalgaz ihtiyacı nispeten düşük seyretti. Depolanan stoklardaki gaz miktarlarıyla AB bu kışı çıkardı fakat önümüzdeki kışı çıkarabilecek mi, şüpheli. Önümüzdeki kış havalar soğuk gittiğinde, sanayi biraz toparlandığında AB'de gaz sıkıntısı oluşacağını öngörüyoruz. İlave talebi AB'nin yerli doğalgaz üretimiyle karşılaması mümkün değil, çünkü AB üretiminin de gerilediğini görüyoruz. Bu sebeple AB'nin doğalgaz talebi artmasa bile doğalgaz ithalat ihtiyacı artacak. Bu durum da Türkiye için bir fırsat aslında. Buradaki asıl konu Rusya'nın doğalgaz gücünü politik amaçlarla bir silah gibi kullanarak AB arz güvenliğini tehlikeye sokmasının önüne geçecek bir yapının kurulması. Bu da ancak arz tarafında kaynak çeşitliğilinin olduğu rekabetçi bir piyasa yaratılarak mümkün olur. Bunu AB'nin yaratması mümkün değil çünkü etrafında başka kaynak yok ama az önce bahsettiğimiz rekabetçi piyasanın merkezinin Türkiye'de oluşturulması mümkün. Çünkü Türkiye'ye Hazar Denizi'nden de Orta Doğu'dan da doğalgaz geliyor. Şimdi kendi gazımız da var. Zaten Putin'in "Türkiye'de gaz ticaret merkezi kuralım" önerisi bu motivasyonla yapıldı çünkü Rusya gazını satmak istiyor, Avrupa da tek ülkeye bağımlı olmadan ucuz doğalgaz kullanmak istiyor. Aynı zamanda Türkiye, AB ile olduğu gibi Rusya'yla iyi ilişkileri olan bir ülke. Savaş sürecinde dengede bir politika yürütüldü ve bu sayede, tüm alternatif kaynaklar da Türkiye'nin etrafında olduğu için, Türkiye uluslararası bir gaz ticaret merkezi kurulması için ideal bir konumda ve tarihi bir fırsat yakalamış durumda.
Türkiye bu krizlerin ortasında nasıl bir yol izlemeli?
Türkiye coğrafi olarak şanslı konumda ve bahsettiğimiz ticaret merkezi olma vizyonu zaten ortaya konulmuş durumda. Bunu artık vizyon olmaktan çıkararak hayata geçirme fırsatını yakalamıştır. Diplomatlarımız bu konularda çaba gösteriyorlar mutlaka, fakat bu başlı başına tam zamanlı bir çalışma isteyen, tamamen enerji özelinde birimlerin kurulmasını gerektiren bir durum. Enerji diplomasisi şu an büyük bir öneme sahip. İşin jeopolitik ayağıyla beraber yurt dışında enerji sektörü yetkilileriyle iyi ilişkilerin kurularak bağlantıların koordine edilmesi ve işbirliğinin geliştirilmesi gerekiyor.
Hem enerji ihracatı hem de ülkemize enerji sektöründe dış yatırımcı çekilmesi için lobi faaliyetlerin yürütülmesi, tanıtımların yapılması gerekli. Örneğin şu an yenilenebilir enerji ekonomik olarak oldukça cazip hale gelmiş durumda ve ülkemizin yenilenebilir enerji potansiyeli çok yüksek. Yurt dışından yatırımları ülkemize çekmek mümkün.
Küresel anlamda ciddi bir doğalgaz krizi varken zamanında uğruna savaşlar yapılan diğer enerji kaynakları önemini mi yitirdi?
Hayır. Petrol ihtiyacı sıfırlanmayacak, önemini yitirmeyecek. Ulaşımdaki elektrik dönüşümü zaman alacak. Ayrıca petrol akaryakıt üretimi dışında petrokimya sanayinde plastik, boya, lastik gibi 6 binden fazla ürünün üretiminde kullanılıyor. Yıllarca "petrol rezervleri bitecek" söylemlerini duyduk. Bu doğru değil. Yeni petrol rezervleri keşfediliyor, gerek kaya formasyonlarında gerekse denizlerde önemli keşifler var. Teknolojinin gelişmesiyle birçok farklı petrol kaynağı ekonomik oluyor, üretilmeye başlanıyor. Petrol önemini yitirmeyecek fakat yeşil enerji bir adım öne geçecek. Dolayısıyla burada da bir dönüşümün yaşanacağını söyleyebiliriz. Mesela şu an bütün petrol şirketleri yenilenebilir enerji teknolojilerine yatırım yapmaya başladılar. Petrol rezervinde Venezuela'dan sonra ikinci sırada, petrol ihracatında ilk sırada olan bir numaralı petrol ülkesi Suudi Arabistan 20-30 yıl sonrasında kendini enerjide yine bir numarada görüyor ama petrolde değil, yenilenebilir enerjide, hidrojende konumlandırıyor. Petrolden kazandıkları gelirleri kanalize ettikleri alanlar çok ciddi biçimde hidrojen ve yenilenebilir enerji. Çin'de hala çok miktarda kömür kullanılıyor fakat burada da temiz enerjiye ciddi anlamda yatırımlar yapılıyor. Bizim de yatırımları uzun vadeli planlamamız, doğru teknolojilere yönelmemiz lazım. Bunları iklim değişikliğiyle beraber değerlendirmek gerekiyor. Dünya genelinde temiz enerjiye geçiş süreci iklim krizini önlemenin bir hareketi olarak başladı. Karbon yoğunluğunu azaltmak üzere verilen desteklerle ortaya çıkan, yaygınlaşan, rekabetlerin önünün açıldığı ve maliyetlerinin de düştüğü hareketler olduğunu söyleyebiliriz. Biz enerjide dışa bağımlılığımızı azaltmak istiyoruz, ithalata milyarlarca dolarlar vermek istemiyoruz. Buradaki en büyük soru işareti ithal kömür. Yerli kömür santrallerimizle beraber elektrik üretiminde kullandığımız ithal kömür var. Kömür santrallerinde üretilen elektrik enerjisinin yarıdan fazlası yurtdışından ithal edilen kömürden geliyor. Burada bir parantez açılması, ithal kömür kullanımına ilişkin politikaların gözden geçirilerek yeniden değerlendirme yapılması gerektiği kanısındayım.
Doğalgazda Karadeniz'de keşfettiğimiz gazla dışa bağımlılığı azaltmayı hedefliyoruz. Bulunan bu gaz neden önemli?
Her türlü mal ve hizmetin üretiminde, kişi bazında gündelik yaşantımızda da en temel ihtiyaç enerji. Enerjide dışa bağımlılık olduğu sürece ekonomik bağımsızlığı sağlamak mümkün değil zira sanayici için önemli bir maliyet unsurudur enerji. Enerji fiyatlarıyla bir ekonomiyi etkileyebilmek mümkün çünkü yükselen enerji maliyetleri üretilen ürünlerin rekabetçiliğini etkiliyor ülkelerin ekonomisi üstünde ciddi bir baskı yaratabiliyor. Bunun için enerji bağımsızlığı çok kritik bir öneme sahip. Bu yüzden Karadeniz'de çıkarttığımız doğalgaz çok önemli. Kendi enerji kaynaklarımızla gelen bağımsızlığı sadece ithal ihtiyacın azalması, fiyatların ucuzlamasıyla sınırlı görmemek lazım. Türkiye hakikaten bağımsız ve enerjide kendi kendine yetecek bir güç haline geldiği zaman ekonomiye dışarıdan olan etkiler minimize olacaktır. Son yıllarda döviz kurlarında oynaklığın temeline bakarken dış etkiler üzerine de düşünmek lazım. Şu an tüm dünyada enerji fiyatları artmış durumda. Enerji maliyetlerindeki artış ekonomiye ve beraberinde hayatımıza yansıyor, enflasyon ve hayat pahalılığı olarak geri dönüyor. Dışa bağımlılığı az olan güçlü bir ülke olduğunuz takdirde enerji fiyatlarını da kontrol
edebileceksiniz. Karadeniz'de çıkarttığımız kendi gazımız sayesinde bugün evlerdeki tüm doğalgaz tüketimini 1 ay boyunca ücretsiz, aylık ortalama 25 metreküplük tüketimin de 1 yıl boyunca ücretsiz olması sağlandı. Kendi gazımız olmasaydı bu yapılamazdı, yaptırmazlardı. Enerjide kendi kendinize yetecek hale geldiğiniz zaman dış etkenlerden etkilenmeniz de minimize oluyor. Ülkemizdeki doğalgaz keşfi bir taraftan dışa bağımlılığın azaltılması, diğer taraftan kendi gazımızın artık yurt dışına ihraç edilmesi bakımından önem taşıyor. Biraz önce bahsettiğim üzere ticaret merkezi vizyonumuza hayat kazandıracak bir fırsat ortaya çıkartıyor. Bununla birlikte başka ülkelerin enerji arz güvenliğinde önemli bir ülke haline geliyorsunuz. Dolayısıyla başka ülkelerin çıkarları sizin çıkarlarınızla bir anda paralel hale geliyor, dış politikada öncelikler, stratejiler bu çerçevede şekilleniyor. Bunun gibi ilk bakışta görünmeyen birçok dolaylı etki, birçok hedef sayılabilir bu projede. Ülkemiz lehine yeni güç dengeleri kurulmasını sağlayan çok önemli bir fırsat ortaya çıkmış durumda.
Karadeniz'deki bu keşifleri anlatırken "Türkiye'nin burada edindiği tecrübe Akdeniz'de de işe yarayacak" diyorsunuz. Akdeniz'de neler oluyor şu an?
Akdeniz'de de çok ciddi miktarda enerji kaynağı olduğunu biliyoruz. Mısır açıklarında Zohr yatağı, İsrail açıklarında Leviathan yatağı gibi önemli keşifler var. Bunların dışında ABD'nin Doğu Akdeniz için yaptığı araştırmalar sonrası açıklanan rakamlar, AB'nin finanse ettiği çeşitli araştırmalar
mevcut. Akdeniz'de deniz tabanındaki metan sızıntıları, çamur volkanları bulunan yerleri, gaz hidrat yataklarını biliyoruz. Bunlar Doğu Akdeniz'de yoğunlaşmış durumda. Hem gaz hidrat hemde doğalgaz olarak çok büyük bir potansiyel olduğu açık. Biz de Akdeniz'de sismik arama ve sondaj çalışmaları yürütüyoruz ama Karadeniz'deki keşif ile birlikte öncelikle Karadeniz'e odaklanmış durumdayız, gazın karaya getirilmesi ve kullanımlası noktasında çok ciddi bir tecrübe edinmiş bulunuyoruz. Karadeniz'de kendi münhasır ekonomik bölgemizdeki çalışmalarımız sonucunda gazı bulduk ve artık çıkartıyoruz. Sınırlar belli olduğundan Karadeniz'e kıyısı olan diğer ülkelerle herhangi bir tartışma sözkonusu değil. Akdeniz'de böyle değil. Bizim deniz yetki alanlarımıza yönelik hak iddia eden birtakım başka ülkeler, mavi vatanımıza kasteden girişimler var. Bunlara karşı ilk olarak Libya'yla karşılıklı kıyılar temel alınarak deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşması yapıldı. Benzer şekilde karşılıklı kıyılar temelinbde anlaşmaların Mısır, İsrail, Filistin gibi Akdeniz'e kıyısı bulunan diğer ülkelerle de geliştirilmesi söz konusu olabilir. Bu açılımlar Akdeniz'deki enerji kaynakları açısından karşılıklı kazançlar sağlayacak önemli iş birlikleri ortaya çıkaracaktır. Bu da jeopolitikayı şekillendirecek, yeni güç dengelerini kuracak bir durum. Eğer donanmanızda güçlü gemileriniz, teknolojiniz yoksa Akdeniz'de gaz bulsanız da size çıkarttırmazlar. Askeri anlamda güçlü olmadığınız sürece bölgede hiçbir şey yaptırmazlar. Orada ciddi bir pasta var ve herkes pay almanın peşinde. Akdeniz'deki kaynaklar, rezervler olmasa, potansiyel bilinmese belki de deniz yetki alanları anlaşmaları yapılmış, münhasır ekonomik bölge ilan edilmiş olurdu. Doğu
Akdeniz şu anda tam bir jeopolitik satranç tahtası konumunda. Caydırıcı askeri gücünüz yoksa o zaman diğer ülkeler sizi sömürmek, kaynakları elinizden almak için her türlü yolu deneyecekler. Geçmişte bu Ortadoğu'da yapıldı, hala rahat bulmayan bir coğrafyadır burası. Bunları birbirini
destekleyen bir zincirin halkaları olarak düşünmemiz gerekiyor. Ortadoğu'daki petrol savaşlarının yerini doğalgaz mücadeleleri alıyor derken bundan bahsettik aslında.
Türkiye Akdeniz'de de söz hakkına sahip olmak için ciddi girişimlerde bulunuyor…
Türkiye'deki doğalgaz ticaret merkezi vizyonuyla paralel bir oluşum olduğu takdirde Akdeniz'den çıkarılan doğalgaz Türkiye üzerinden Avrupa'ya ulaştırılmak üzere yeni bir kaynak olarak eklenebilir. Akdeniz'deki yatakları işleten şirketler ve ülkeler kendi kullanabilecekleri miktarın haricinde ekonomik değer yaratmak için Avrupa'ya satmanın planlarını yapıyorlar ama Türkiye'yi denklleme koymadan gazı Avrupa'ya götüremiyorlar. Uzun yıllar İsrail gazı için denediler, "Akdeniz'den bir boru hattı yapalım" dediler. Dünyanın deniz altındaki en derin ve uzun boru hattı olacak bu proje çok
maliyetli bir hatta dönüştü ve bunun ekonomik olarak mümkün olmayacağı anlaşıldı. Piyasada 3 lira olan bir şeyi 5 liraya mâl edecekseniz bu yatırımı yapmazsınız, bunu finanse edecek kurum da çıkmaz. Bu sorunu nasıl aşabiliriz? Şöyle olabilir: Akdeniz'deki gazın Türkiye üzerinden Avrupa'ya ulaştırılması ekonomik olarak mümkün çünkü karadaki boru hatları çok daha ucuz. Akdeniz gazını ekonomik olarak Türkiye'ye getirip buradan Avrupa'ya götürmek sadece Türkiye'nin kendi talebini değil, aynı zamanda Avrupa'nın talebini de destekleyecek. Bu da Türkiye transit ülke değil merkez ülke olacak şekilde, yani kurulacak uluslararası ticaret merkezi üzerinden yapılabilir. Şu anda Avrupa doğalgazda ciddi bir krizin arifesinde, bir sonraki kıştan bahsediyorum. Akdeniz'den alınan gazın Türkiye vasıtasıyla bölgeye ulaşımı önümüzdeki kışa çözüm olmaz, uzun vadeli bir
açılım olabilir. Ama kısa vadeli bir çözüm olarak ticaret merkezi projesi mevcut kaynaklar üzerinden hayata geçirilebilir. Akdeniz gazı da ilerki yıllarda ilave bir kaynak olarak eklenir.
Bugün dünyada doğalgaz savaşları yaşanırken uzayda da yeni enerji kaynakları için başka mücadelelerin olduğunu, büyük devletlerin harekete geçtiğini görüyoruz. Sizin de vurguladığınız gibi uzay teknolojilerinde de bağımlılığın azaltılması gerekiyor değil mi?
Bu çok doğru. Uzaydan petrol, doğalgaz getirmeyeceğiz fakat yeni enerji açılımları bulunacak, farklı teknolojik açılımlar gerçekleşecek. Örneğin bugün için uzaya haberleşme ve gözlem uyduları gönderilirken yarın enerji uyduları gönderilebilir. Uzayda güneş elektriği üreterek dünyaya iletilmesi üzerine araştırmalar son dönemde hız kazandı. Bunun dışında uzay madenciliğinin gelecekte büyük önem kazanacağı, çok önemli katma değer potansiyeli taşıdığı görüşündeyim. Küresel bir güç olmanın ön şartlarından birisi bu alanda da öncü olmak. Bizim de uzaya ilişkin açılımlarımız var, Türkiye'nin ilk yerli ve milli gözetleme uydusu geçtiğimiz günlerde uzaya fırlatıldı. Uzaydan haberleşme, görüntüleme gibi alanları başkalarının kontrolü olmadan, bağımsız yapabilmemiz çok önemli. Bir sonraki adımın uzay madenciliği olacağını, geleceğimizi şekillendireceğini düşünüyorum. Bu noktada teknolojik olarak uzay madenciliğinde söz sahibi olabilmemiz, haklarımızı koruyabilmemiz çok önemli. Kısa vadede olmayabilir ama 50 yıl
sonrasını, geleceğimizi düşünmek durumundayız. Teknolojik atılımlarla uzayda söz sahibi olmak, gösteriş değil, uzun vadeli refah için gerekli. Yeni teknolojiler yeni madenlerde söz hakkı olabilmemizi sağlayacak. Bunları bizim de kaçırmamamız gerekiyor.
Teknoloji vurgusunu yaparken, uzun yıllardır tartışma konusu olan nükleer enerji santrali yine gündemimizde ve hakkında çok az şey biliniyor. Bu gerekli bir teknoloji mi?
1960'lı yıllardan beri çalışmalar yaptığımız, ihaleler açtığımız ama çeşitli nedenlerle gerçekleştiremediğimiz bir teknolojik açılım olarak Akkuyu Nükleer Güç Santrali yakın zamanda devreye alınacak. Akkuyu aslında 47 yıllık bir serüven, çünkü nükleer santral için lokasyon olarak Akkuyu'nun seçimi 1976 yılında alınan karara dayanıyor. Tıpta, endüstride, tarımda,taşımacılıkta, birçok alanda kullanılan bir teknoloji olduğu için nükleer önemli bir mesele, sadece elektrik olarak düşünmemek lazım. Birtakım uzay teknolojilerinde de nükleer enerji fayda sağlamakta. Ben nükleer enerji üretiminin iklim değişikliği kaygısı ile yeniden önem kazanacağını düşünüyorum çünkü yenilenebilir enerji gibi nükleer enerji de sıfır emisyonla üretim
yapıyor. Yenilenebilir enerjideki temel zorluk koşullar elektrik üretimine elverişli olmadığında arz güvenliğini sağlamak. Rüzgâr esmediğinde, güneş olmadığında elektrik üretilemiyor ama talebin karşılanması gerekiyor. Nükleer enerji doğal koşullardan bağımsız üretildiği için süreklilik sağlıyor, arz güvenliği riski taşımıyor. Nükleerde de farklı endişeler var. Özellikle Fukuşima ve Çernobil kazaları nükleere bakışı biraz olumsuza çevirdi. Şu çok önemli, nükleerdeki eleştiriler iki noktada yoğunlaşıyor. İlki atık meselesi, diğeri kaza riski. Akkuyu santralinin radyoaktif atıklarının yeniden kullanılmak üzere işlenebilmesi, nihai depolamanın Rusya'da yapılacak olması endişeleri bir nebze gideriyor. Kaza riskine ilişkin endişelerin giderilmesinde de bağımsız denetleyici kuruluşların değerlendirmeleri etkili oluyor. Örneğin Akkuyu merkezli kuvvetli bir depremde bu santralde
sorun yaşanmayacağının, hiçbir radyoaktif sızıntı olmayacağının güvencesinin verilmesi gerekiyor. Dünyada nükleer enerjide yeni açılımlar da görüyoruz. Örneğin ABD'de SMR olarak bilinen küçük modüler reaktörler geliştirilmeye başlandı. Avrupa'da ise ülke bazında değişen farklı kararlar ve politikalar mevcut. Örneğin Almanya son nükleer santrali kapatacağını söylediği gün Finlandiya'da Avrupa'nın en büyük yeni nükleer santrali
devreye alındı. Ortadoğu'da Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, Suudi Arabistan ve Ürdün nükleer enerji hedefi koyan ülkeler olarak öne çıkmakta. Suudi
Arabistan'da bulunan uranyum rezervlerinin değerlendirileceği bir nükleer santral yatırımı planlanıyor. Özetle durum karışık: bazı ülkeler nükleerden çıkarken bazıları yenilerini inşa ediyor. Nükleer enerjinin bugün pastada bir yeri olduğunu düşünüyorum. İlk santrali sadece güç üretimi için değil; sanayi, tıp, tarım gibi alanlar için getireceği teknolojik birikim açısından da çok önemsiyorum.
Ülkemiz yenilenebilir enerji anlamında ciddi bir potansiyele sahip. Her bölgesinde farklı iklim yaşanıyor. Geleceğin en önemli enerji kaynaklarından olan yenilenebilir enerji konusunda Türkiye nasıl bir vizyonla çalışıyor?
Yenilenebilir enerjide son yıllarda Türkiye'de önemli bir atılım yapıldı, hızla gelişti. Özellikle güneş ve rüzgâr enerjisinde ciddi bir potansiyel olduğu için düşen maliyetlerle birlikte hızlı gelişimine devam edecektir. Biyoenerji ve hidrojen gibi enerji kaynaklarında da atılımlar var. Dediğiniz gibi Türkiye çok şanslı; yenilenebilir enerjide bütün bölgeleri ile potansiyeli çok yüksek bir coğrafya. Türkiye'nin güneş haritasına baktığınız zaman neredeyse tamamının yüksek oranda güneş aldığını görüyorsunuz. Şöyle anlatayım: Almanya'nın güneş enerjisinde en yüksek potansiyelli bölgesinin ışınım değerleri ve güneşlenme süreleri bizim en düşük potansiyelli bölgemiz olan Karadeniz'den daha düşük. Ülkemizin rüzgâr haritasına baktığımızda kıyı bölgelerde rüzgâr şiddetinin arttığını görüyorsunuz. Özellikle Ege kıyıları off-shore dediğimiz denizüstü rüzgâr enerjisi üretimi için çok elverişli. Çok miktarda yenilenebilir enerji ürettiğinizde elektrik şebekesi ve trafo bağlantı kapasitelerinin geliştirilerek sistem esnekliğinin sağlanması, akıllı şebekelerin devreye alınması ve yedek kapasitenin bulundurulması ile optimizasyonunun yapılmasına yönelik çalışmaların birlikte götürülmesi gerekiyor. Türkiye enerjide kendine yetebilecek konuma gelebilir. Güneşten, rüzgârdan elektrik elde etmeye yarayan modüllerin, tesislerin ülkemizde
üretilmesi, o teknolojiyi de biliyor olmamız çok önemli. Öbür türlü yine bir yerde dışa bağımlılığınız devam edecektir. Bu konu özelinde tüm sanayinin ülkemizde geliştirilmesine yönelik vizyon ve ülkemizin iklim politikalarıyla enerji sektörünün uyumlu hale gelmesi önemli. Ülkemizin bu potansiyellerini değerlendirmemiz gerekiyor. Daha da fazla geliştirmek mümkün, önü çok açık bir alan.
Boğaziçi Üniversitesi Kilyos'taki kampüste yenilenebilir enerji alanında örnek teşkil edebilecek çok önemli çalışmalarda bulunuyor. Biraz bu çalışmalardan bahseder misiniz?
Biz Boğaziçi Üniversitesi olarak Karadeniz kıyısındaki Sarıtepe kampüsümüzde AB'nin Katılım Öncesi Mali Destek (IPA) programı ile Sanayii ve Teknoloji Bakanlığı üzerinden aldığımız fonlarla bir rafineri kurduk. Bu rafineri geleneksel bir rafineri değil, 1200 ton/yıl yosun işleme kapasitesine sahip bir biyorafineri. Yaklaşık 7 milyon Avro yatırımla kurulan yosun tabanlı biyoyakıt üreten rafinerimiz karbon- negatif üretimi ile Avrupa'da
bir ilk olma özelliğini taşıyor. Rafinerimiz karbon salımına neden olmadığı gibi üretim esnasında tükettiği elektriği de rüzgâr enerjisinden elde ediyoruz. Böylece üretim esnasında, dolaylı veya dolaysız hiç karbon emisyonu ortaya çıkmıyor. Hammadde olarak kullanılan yosunların yetişme esnasında atmosferden emdikleri karbon nedeniyle karbon- negatif olan rafinerimizde birçok ürün elde ediliyor. Enerji, sağlık, gıda, tarım, hayvancılık ve çevre sektörlerine yönelik biyoyakıt, fonksiyonel gıda, biyogübre başta olmak üzere 11 farklı yosun tabanlı biyoteknolojik ürün elde ediliyor. Yine Sarıtepe kampüste yeni bir araştırma destek projesini başlattık. Rüzgârdan elde ettiğimiz enerjiden elektroliz yoluyla hidrojen üretip, hidrojeni depolayarak rüzgâr olmadığı zamanlarda arz güvenliğini sağlayacak bir sistem üzerine çalışıyoruz. Bir rüzgâr türbini ile başlayan yenilenebilir enerji serüvenimiz biyorafineri ve hidrojen ile devam ediyor. Bunlar gibi iklim krizi için alternatif bir üretimler yapmamız, yerli ve yenilikçi teknoloji üretmemizi
önemli buluyorum.
PROF. DR. GÜRKAN KUMBAROĞLU KİMDİR?
Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi ve Rektör Yardımcısı olarak görev yapmakta olan Prof. Dr. Kumbaroğlu, doktorasını 2001'de ODTÜ Endüstri Mühendisliği Bölümü'nden aldı. Doktora sonrası araştırmalarını İsviçre'de ETH Zürich ve ABD'de Lawrence Berkeley Ulusal Laboratuvarı bünyesinde yürüten Kumbaroğlu, çalışmalarını Almanya'da RWTH Aachen Üniversitesi, Brezilya'da Sao Paulo ile Campinas üniversiteleri, Nijerya'da Port Harcourt Üniversitesi, Çin Bilimler Akademisi ile Çin Jeoloji Bilimleri Üniversitesi, ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampüsü ve ABD'de George Washington Üniversitesi bünyesinde yürüttü. 2011'de Enerji Piyasalarına Bilimsel Katkı dalında Türkiye'nin ilk "Enerji Oscar" ödülünü alan Kumbaroğlu, 2012'de Çin Bilimler Akademisi'nin 83 yıllık tarihinde layık gördüğü 4. kişi olarak "Kıdemli Uluslararası Bilim İnsanı" ödülünü aldı. Sustainability, Innovative Energy Policies, ve Journal of Self-Governance and Management Economics dergilerinin yayın kurulu üyesi olan Prof. Dr. Kumbaroğlu, Uluslararası Enerji Ekonomisi Birliğinin (IAEE) 2016 Dönem Başkanlığı'nı yürütmüş, halen Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Çözümleri Ağı'nın (UNSDSN) Türkiye Direktörlüğünü yürütüyor.