Ceyhun Bozkurt: VATAN BİR TOPRAK PARÇASINDAN İBARET DEĞİLDİR

VATAN BİR TOPRAK PARÇASINDAN İBARET DEĞİLDİR
Giriş Tarihi: 25.4.2023 11:18 Son Güncelleme: 25.4.2023 11:20
Memleketi, vatanı anlatmak çok zor ve meşakkatlidir. Yüreğinizin en derininizde hissetmeniz gerekir. En derine indiğinizde, Viyana’dan Çin Seddi’ne uzanan bir coğrafyayı tanımanız, anlamanız gerekir. Ham Anadolu Türklüğünün pişmesidir elhamdülillah memleket.

Lacivert Dergisi'nin değerli Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Akar, dosya konusu "Memleket neresidir" olan 100. sayı için benden de yazı istediğinde düşünmeye başlamıştım: Hakikaten memleket neydi?

Bizler ülkemizin çıkarlarını, neden gerekirse ölümü göze alarak savunuyorduk? Herkesin malumu boğa hikayesinde toprağını, yerini benimseyen boğanın zaferinin sebebi toprak mıydı sadece? Veya şu şekilde sorayım: Boğanın bile fıtratında olan bulunduğu yeri sahiplenme, dünyadaki en özel canlı olan minsanda nasıl ortaya çıkıyordu? Bütün zenginlikleriyle büyükleşen Türk milletindeki vatan sevgisindeki sır neydi? Dünyanın herhangi bir yöresinde yaşayan bir Türk'le, ülkemizin herhangi bir vilayetinde yaşayan Türk için vatan kavramı neyi temsil eder? Veya şu soru da daha az önemli değildir: Bir ülkesi paramparça edilen, yakılan, yıkılan, işgal edilen Suriyeli, Iraklı, Afgan için vatan neyi temsil eder, Türk için neyi temsil eder?

Sorular o kadar çok ki. Hangi birini yazayım.

Bu soruların yanıtını bulmak o kadar zor ki. Uğruna can vereceğiniz değerinizi anlatmak o kadar zor ki. Destansı bir dil kullanan edebiyatçı olmalısınız bunu anlatabilmek için. Veya en derine inen dizelerin sahibi bir şair.

Kolay değil. Memleket nedir?

Bunun yanıtını, tarihte aramaya kalksanız, binlerce yıl geriye gideceksiniz, sonra adım adım bugüne ilerleyeceksiniz. O tarihte gücü de bulacaksınız, medeniyet köklerimizi oluşturan düşünürleri, âlimleri, ozanları da… O tarihin içinde zalime direnen kahramanlar da var, o kahramanlarını yalnız bırakmayan halk da… Örneğin Bolu Bey'ine direnen Köroğlu'nu da bulursunuz, çağlarının Bolu Beylerine direnen Alparslanları, Mustafa Kemalleri de. O tarihte çağları belirleyenlere yeni bir sayfa açtıran Fatih Sultan Mehmet de var, dünyaya askerliği öğreten Mete Han da… Memleket işte onlardır. Mete Han'dır, Alparslan'dır, Fatih'tir,

Mustafa Kemal'dir ve daha nicesidir. Onlar gelince akla, yürek titremesidir memleket.

"Nerede evliya kabri varsa"

O yüzden memleketi, vatanı anlatmak çok zor ve meşakkatlidir. Yüreğinizin en derininizde hissetmeniz gerekir. En derine indiğinizde, Viyana'dan Çin Seddi'ne uzanan bir coğrafyayı tanımanız, anlamanız gerekir. Bugünkü Türkmenistan, İran, Afganistan coğrafyasındaki Horasan coğrafyasına ineceksiniz, oradaki erenleri bulacaksınız. Horasan Okulu'nun Türklerin İslamlaşmasında nasıl etkisi olduğunu, büyük bir kavmin, milletin nasıl büyük bir medeniyetin içinde halen çok güçlü olduğunu Horasan Okulu'nu bilince anlayacaksınız. Rahmetli Erol Güngör'ün ifadesiyle "Nerede evliya kabri varsa orası Türk toprağıdır. Evliyası olmayan yerde Türk yok demektir". İşte Horasan erenleri, bugün Anadolu'nun her yerine yayılan evliyaların merkezidir.

Hoca Ahmet Yesevi'yi ve talebelerinden halife tayin ettiği Mansur Ata'yı, Abdülmelik Ata'yı, Süleyman Hakim Ata'yı, Muhammed Danişmend'i, Sarı Saltuk'u, Zengi Ata'yı ve Tac Ata'yı bilmeden, Ahi Evran'ı, Hacı Bektaş-ı Veli'yi, Tapduk Emre'yi, Yunus Emre'yi bilemezsiniz. Yunus Emre'nin "Yaradılanı severim yaradandan ötürü" sözünün, maddeci bakış açısıyla değil manevi anlamda derinliğine işte o zaman inebilirsiniz. Anadolu'daki

Türk ve İslam medeniyetindeki büyük gücünü daha iyi o zaman kavrayabilirsiniz işte. Sır, Yunus'un hocası Tapduk Emre'ye yazdığı şu dizede gizlidir:

"Taptuk´un Tapusunda Kul olduk kapusunda, Yunus miskin çiğ idi Pişdük elhamdülillah."

Ham Anadolu Türklüğünün pişmesidir elhamdülillah memleket. İşte o zaman Fatih Sultan

Mehmet'in, Mustafa Kemal'in arkasındaki sırrı ve gücü çözebilirsiniz. Memleket Horasan'dır o zaman.

Memleket, kardeşlerimize, evlatlarımıza, torunlarımıza Musul'u, Kerkük'ü, Telafer'i anlatırken gözümüzden süzülen gözyaşıdır. O gözyaşında Misak-ı Milli hasretini akıtmak, oradaki her bir kardeşinin acısını paylaşmak, zalime hıncını artırmaktır. O anlarda memleket hem gözyaşımız hem Misak-ı Milli'mizdir.

Çanakkale'de kazandıran ruh

Hani Mustafa Kemal Atatürk Çanakkale kahramanlarını şu sözlerle anlatıyor ya: "Karşılıklı siperler arasındaki mesafe sekiz metre, yani ölüm muhakkak. Birinci siperdekilerin hiçbirisi, kurtulmamacasına hepsi düşüyor. İkinci siperdekiler yıldırım gibi onların yerine gidiyor fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz? Bomba, şarapnel, kurşun yağmuru altında öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor ve en ufak bir çekinme bile göstermiyor. Sarsılma yok. Okuma bilenler Kur'an-ı Kerim okuyor ve cennete gitmeye hazırlanıyor. Bilmeyenler ise Kelime-i Şehadet getiriyor ve ezan okuyarak yürüyor. Sıcak cehennem gibi kaynıyor. 20 düşmana karşı her siperde bir nefer süngüyle çarpışıyor. Ölüyor, öldürüyor. İşte bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren dünyanın hiçbir askerinde bulunmayan tebriğe değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale muharebelerini kazandıran bu yüksek ruhtur."

Çanakkale muharebelerini kazandıran o ruhtur memleket

21 yaşında, kalleşlerden korkmadan ilk görev yeri Diyarbakır'ın Bismil İlçesi, Çavuşlu Köyü'ne koşarak giden, köy muhtarını ve köyün ileri gelenlerini toplayarak, yardım isteyen, baktı ki yanaşmıyorlar, "Masrafları ben maaşımdan karşılayacağım. Siz sadece bana duvarcı, boyacı, camcı, marangoz ustaları bulun" diyen, 10 gün gece gündüz çalışıp okulu açan, yaptığı masraflar üç maaşına mal olan ama okulunu da okul gibi yapan, öğretmenliğinin 26'ıncı gününde kalleşlerin alçakça, namertçe ve okuyuculardan utanacağımız için daha yazamayacağız sıfatlarca yaptığı saldırıda babasıyla beraber şehit düşen Neşe Alten öğretmendir memleket. Yine Aybüke öğretmendir, Necmettin öğretmendir, nice şehit öğretmenimizdir…

Maddenin öneminin kalmadığı anlarda, geride yaşanacak bir yer bırakabilmek için geride kalan anana, babana, yârine, evladına bir elveda diyemeden, onlar için, sevdiklerin için bir adım geri adım atmamaktır memleket. Eli kanlı caniler, devlete, vatana, millete zarar vermesin diye şehadet emrini ikiletmeden uygulamak memleket değil de nedir Allah aşkına. Astsubay Ömer, Polis Fethi, Binbaşı Bülent gibi yiğitlerin mirasıdır bize memleket.

16 arkadaşıyla beraber şehit

7 Aralık 2016'da El Bab'ın Vakah köyünde vahşi terör örgütü DEAŞ'a karşı kahramanca çarpışıp gazi olan ve görev kod adı Kürşat olan Bordo Bereli Astsubay Selçuk Erdoğan'ın hikâyesini bilmeyen de memleket nedir sorusuna eksik yanıt verir. Erdoğan'ın "Badisi" de yaralıdır. Hastanede aralarında geçenleri şöyle anlatmaktadır: "İyiydi Kürşat. Hem de çok iyiydi. Şakalaşıp durduk. O 'Elek gibi oldum, kevgire döndüm…' diyordu. Ben de buna karşılık 'Çın çın ötüyorum' dedikçe, ikimiz birlikte 'çın çın ötüyor kalbim' nakaratı tutturup, gülüp duruyorduk. İyiydik, neşeliydik, rahattık, ama battı bize, sıkıldık; 'artık çıkıp gidelim' deyip duruyorduk."

"Sonra komutanımız geldi. Üç beş hasbihal, ohh, baklava da getirmiş. Yedik bir güzel. Çıkarken de dedi ki Aksakallı Paşa: 'İstikamet Ankara! Biraz
dinlenin, gelirsiniz sonra.' Komutan çıktıktan sonra, baktık birbirimize. Kürşat dedi ki bana: 'Abi sen git… Bebeğini gör gel, ben gitmeyeceğim'. Kürşat'ı ikna edemedim, iyi mi! Emir memir hak getire. İşte ben badimi, beden ve mücadele yarımı en son burada gördüm." (Abdullah Ağar, "Özgür Şehit", Mart 2017, s.239)

Selçuk Erdoğan, doktorların Ankara'ya sevk ısrarına direnmiş, yaralı haliyle Akil Dağı'na, silah arkadaşlarının yanına gitmiş. 21 Aralık'ta da mahşer yerini andıran, göğüs göğüse, gırtlak gırtlağa çıkan çatışmada 16 yiğit arkadaşıyla beraber şehit düştü.

Toprağa can verenlerindir memleket

Erdoğan'ın bütün o kavgasının adına memleket denmez de ne denebilir? Hani şarkıdaki gibidir memleket. Kalbi olanlara değil, yürekli olanlara ihtiyaç duyar. Emeği unutmadık tabii. Memleket emeksiz, fabrikasız, tarlasız olmaz. İşçi, köylü, üreten olmayan toprağa da memleket, vatan denmez.

Ailesinin rızkı için fabrikada alnının son terine kadar mücadele veren işçiyle, anne babasının kıt kanaat imkânlarla okutarak mühendis yaptığı evlattır o emek, o memleket. Fabrika bacasından tüten dumanda, ekmeği, aşı bulursunuz. O ekmek ve aş, belki sadece maaş olarak gözükür. Ama o tüten duman, memleketin tamamına katma değer olarak döner. Memleket odur işte… Niğde'deki patates, Trakya'daki ayçiçek, Ege'deki zeytin ağaçları,
Çukurova'da turunç, Rize'de çay, Muş'ta tütün, Diyarbakır'da karpuzdur. Daha nicesidir… Toprağa can verenlerindir memleket.

Madencilerindir… Ölmeden toprağın altına giren, ekmeğini kapkara zeminlerde arayan, ateş olup her bir haneye ulaşanlarındır memleket. Memleket onlardır. Doğan bebeğin kulağına okunan duada, ezan sesinde, işte, yapılan tatilde, gezilen sokakta, kahvede içilen bir çayda, okulun sırasında, gittiğimiz konserde, dinlediğimiz türküdedir memleket. Hep bir eksik kalan anlatıda olan, maziden gelip bugünü bulan, bugünden geleceğini planlayan Türk'ündür memleket.

BİZE ULAŞIN