Necdet Subaşı: İNSANA VE İNSANLIĞA SIÇRAYAN DEPREM

İNSANA VE İNSANLIĞA SIÇRAYAN DEPREM
Giriş Tarihi: 31.3.2023 15:30 Son Güncelleme: 31.3.2023 15:33

Yaşanılan depremler bildik analizlerin yetersizliğini ortaya koyuyor. Yerkürenin adeta çatlayıp bir ucundan yarıldığı bir zeminde yapılan çıkarsamaların yaşananların ağırlığını kuşatacak bir derinlikte gerçekleşmesi bekleniyor. Olayın tazeliği ve sıcaklığı, çoğu çalakalem yorumlamaların popülaritesini artırsa da ortaya çıkan ve tek tek her bir haneye, her bir bedene dokunan bu enerjinin sonuçta kimseyi rahat bırakmayacak sorularla hayat akışımızı rehin alacağı ve hemen herkesi yerinden edecek gücüyle de yeni birtakım sorunları tetikleyeceğini hatırlatıyor.

Öte yandan depremin ortaya çıkardığı maliyetin resmi ve teknik becerilerle ortaya konacak sonuçlarını beklemeksizin basit bir gözlem bilgisiyle yetinsek bile tam bir felaket olduğunu söylemek mümkün. Ölümler, yaralanmalar, kayıplar, tükenmişlikler vs. bizi karşılayan durumun nasıl okunması gerektiği noktasında ezberci ve klişe çözümlemeleri bir kenara bırakmamızı zorunlu kılıyor.

Bu bağlamda Türkiye epeyce zamandır geniş toplum kesimlerinin içine çekildiği büyük ölçekli gerilim alanlarıyla karşı karşıyadır. Karşıt söylemler etrafında ortaya çıkan enerjiyle harekete geçen muhalif bir dalga, toplumsalın bildik sancılarının yeniden nüksetmesinde esaslı bir etkiyi harekete geçirme çabasındadır. Bölgede meydana gelen geniş tabanlı ve geniş ölçekli facia Türkiye'nin müzmin sancılarını yeniden hareketlendiren güçlü bir damar olarak tarihe geçmekte gecikmedi. Toplumun ince yaralarını bir kere daha derinden kanatan bu facia, siyasetten hukuka,
teolojiden felsefeye hemen her alanda altından kolay kolay kalkılamayacak yeni birtakım soruların öne çıkmasına, dahası bu soruların eskilerine eklemlenmesine yol açtı.

Fay hatlarıyla sınırlı kalmayan bir kırılma

Bununla birlikte dehşet yaşanmışlıklar zinciri karşısında devlet ve toplumun hızla kenetlendiğini, orada olup bitenlerin daha büyük felaketlere yol açıcı hızını kısıtlamak için adeta seferber olduğunu biliyoruz. Deprem şimdiye kadar kapatılmış, bastırılmış, ertelenmiş onca soruyu, tepki ve kederi gün yüzüne çıkarmakta gecikmedi. Meydana gelen büyük ve ağır sarsıntının sadece bilim alanının belli başlı ünitelerini değil din ve maneviyatın ana
güzergâhında da yeni birtakım tartışmaları harekete geçireceği söylenebilir.

Toplumun artık modern disiplinler aracılığıyla yoklanan hikâyesinde başta psikoloji olmak üzere, sosyoloji, siyaset ve jeolojinin daha prestijli bir alan
sıfatıyla söze karışacağı gün gibi aşikâr. Mevcut sarsıntı, yerküre içindeki fay hatlarıyla sınırlı olmayan daha geniş ölçekli bir kırılmanın içine insanı da katacak şekilde kendini gösterdiğini ispat ediyor.

Deprem faciası tam da bu noktada gündelik hayatın rutin akışını bozan bir fenomen olmakta gecikmedi. Çok sayıda can kaybı sadece yaslı aileleri derinden etkileyebilecek bir sonuç yaratmakla yetinmedi. Bu durum onları aşmakla kalmadı; genel toplumun acıları karşılama üslup, beceri ve prensiplerini de kullanılamaz hale getiren hatta çökerten yeni bir sarsıntı dalgası yarattı. Öyle ki facia içerde ölümlerle noktalanırken dışarıda birbirini tetikleyen artçı sarsıntılar, toplumsalın birleşik ve bütünleşik yapısını temelden dönüştürme beklentisini doğrulayacak yeni örnekleri ortaya çıkardı.

Birbirini takip eden olaylar toplumun istikametinin ne yönde iz tutmaya meyyal olduğu konusunda özellikle sosyal bilimciler arasında çoklu endişeler yaratan yeni bir beyin fırtınasının habercisi oldu. Olayları birbirine eklemlemekte mahir analiz halkaları, konunun derin toplumsal boyutlarında yoğunlaşmak yerine mevcut konjonktürün işleyişine müdahale edebilecek bir stratejiyi devreye sokarak, akıl ve kalbin devre dışına itilmesini önceleyen bir noktada tıkanıp kaldı.

Ahlakı prosedüre indirgeyen bir tamahkârlık

Hızlı siyasallaşma becerisi toplumun feryatlarını bastırmakla yetinmedi, ileriye dönük projeksiyonların hangi imkân ve yeterliliklerle ele alınabileceği konusundaki heyecan verici açılımları da bastırmaya önem verdi. Toplumun yaşama enerjisi bastırılırken onun makul hareket alanı daraltılmış, mugalata düzeyinde ele alınan bir dil dünyasında ilerleyen çözümleme çabası da gerçekliğin bildik akışına set çekmeye yönelmiştir.

Öyle ki artık dikkat edilmez ve yeterli önemler alınmazsa demografinin değişimi an meselesidir. Ve yine insanın yeryüzüyle olan ilişki biçimi sarsıntılara kurban gitmek üzeredir, toprağın sadık ev sahipliği üstündekileri yutan bir canavar olarak takdim edilmeye ve yeniden tanımlanmaya başlamıştır. Deprem sonrasının fiziki ve beşerî coğrafyası birbirinin önüne geçen siyasi ve entelektüel polemikler eşliğinde kültürel ve dini olanın gücüne ihtiyaç duymayacak bir hegemonik tasavvurla yol alacak gibi görünmektedir.

Yeni dönemde yaşanabilir alanlar üretme ve eldeki mevcut yapılanma karşısında radikal bir tavır ortaya koyabilmenin en başta ahlaki ve hukuki bir nazariyeye muhtaç olduğu göz ardı edilemez. Gerçekten de ahlakı göstermelik bir prosedür cetveline indirgeyen apaçık tamahkârlığın sonuçta insanlığın başına ne tür gaileler açtığı gerçeği esas gücünü toplumun meşrulaşmış unutkanlığından almaktadır. Unutmak görmemeyi, hatırlamamak
es geçmeyi makulleştirmeye yaramaktadır.

Bu nedenle de depremin yıktıkları üzerine en çok da bu afete maruz kalanların tanıklığıyla, hissedişleriyle yol almak gerekir. Onların tercümanı olmak adına kendi histerik, ideolojik, hastalıklı çıkarımlarımıza alan açmak fiili durumun ağırlığını dikkate almamak olacaktır. Gerçekten de sadece susarak, dinleyerek, sözü hep mağdura, maduna ve mazluma vererek onların sahici yorumlarına tanıklık etmek "dışarıda" olan için de fazlasıyla besleyici olacaktır.

Afetle gelen yeni sorular

Kabul etmek gerekir ki işin maddi boyutlarına sirayet eden hasarlarını gidermek, orada ortaya çıkan yıkımları telafi etmek bu milletin emsalsiz
dayanışma ağlarıyla halledilecek gibidir. Gerek devletin ve gerekse millet varlığının sahada ortaya koyduğu duygu temelli performans her türlü takdirin üzerinde seyretmiştir. Acıya maruz kalanın açıklama, değerlendirme ve yorum yapma hakkı hiçbir şekilde göz ardı edilemez. Burukluk sınır tanımayabilir, kırıklık had bilmeyebilir. Afetin ortaya çıkaracağı sarsıntının insan özelinde ortaya çıkaracağı dalgalanmalar karşısında yüksek bir sabır, metanet ve anlayış bizi daha sağlıklı bir insan olma yolunda geliştirecektir.

Bölgede meydana gelen facia, geçmişte benzer şekillerde toplumsalı derinden etkileyen ve altüst eden başka diğer afetlerde olduğu gibi önümüze yeni birtakım sorular koymuştur. Hiç kuşkusuz bölge genelinde gerçekleşen facia istisnaidir ve oldukça çok boyutludur. Ortalama bir zihnin de kolaylıkla kabul edebileceği gibi konunun doğayla, insan faktörüyle ve hayat felsefemizle yakından ilgisi olduğu açıktır. Doğanın kendi yasalarına tabi olduğu gerçeğini ihmal eden bir yaklaşım onunla hangi amaç ve beklenti içinde olursa olsun fonksiyonel bir ilişkiye girdiğinde, ortaya çıkabilecek
sonuçları açıklayabileceği, kendi anlam dünyasını bütünlüklü olarak koruyabileceği elverişli birtakım açıklamalara ihtiyaç duymaktadır.

Değişen doğa-insan ilişkisi

Bugün bölgede gerçekleşen ve etkisi her geçen gün daha ağır maliyetlerle ortaya çıkan sarsıntının meydana saçtığı verilerin hem "açık saçık"lığı hem de "açık seçik"liği karşısında sosyal bilimcilerin, belli başlı bilim insanlarının derinlikli tefekkür ve müzakere bilinciyle harekete geçmeleri gerekir. Ucuz din eleştirilerini Tanrı'nın ezelden beri tahkim edip yürürlüğe koyduğu Sünnetullah'a karşı seferber etme niyeti taşıyan bir bakış açısının somut gerçeklik dünyasında asıl sorgulanması gereken bir kitleyi temsil ettiklerini ifade etmek gerekir.

Gelenekli Müslüman toplumlarda yaşanılan olayların değerlendirilmesinde her biri ayrı birer ihtisas alanı olarak ortaya çıkan irade ve ihtiyar, kaza ve kader, tedbir ve tevekkül gibi başlıklar sadece formasyon sahibi âlimlerin bilgisi dahilinde açıklayıcılık kudretine haiz konular olmaktan çıkmıştır. Toplumun müfredatına dâhil edilen bu bahislerle Müslümanlar ortak bir zihniyet kalıbı içinde hayatın türlü gailelerine karşı güçlü bir kavrayış biçimi geliştirmişlerdir. Kur'an'ın gelenekli okunuşu içinde tefsir, kelam, fıkıh ve ahlak gibi alanların her birine aynı dikkat ve derinlik içinde yansıyan
bu kalıplar Müslüman'ın sadece toplum nezdindeki konumuyla sınırlı olmaksızın doğa karşısındaki pozisyonunu da belirleyen etraflı bir evren üretmiştir.

Modern toplumsal muhayyile içinde insanın insanla olduğu kadar insanın doğayla ilişkisindeki bağlamlar da köklü bir değişim geçirmiştir. Bu değişim geleneğe sık sık atıfta bulunma gereği duyan Müslümanlar için de geçerlidir ve yine bu durum kolaylıkla anlaşılabilecek bir seyre tabidir.

Sorumlu doğa mı, insan mı?"

Oysa modern müfredatta dünya temelinde insanın konumu değişmiştir. Yeni zihniyet yapılarında insan merkez öznedir ancak gelenekteki özgüllüğünden farklı olarak o, doğaya fazlasıyla hâkim olduğu iddiasındadır. Doğaya ve insana hatta her şeye hâkim olan Tanrı tasavvurunun yerini
artık cümle mevcudatın bilgisine ve genetiğine ulaşma şehvetiyle ilerleyen insan almıştır. Doğa artık denetlenebileceği gibi insan da kendi irade ve ihtiyarına rağmen pekâlâ güdümlenebilir, ondan yeni ve etkileyici davranışlar beklenebilir. Doğanın ve insanın yeni tanımı, hiç kuşkusuz hayat felsefesinin içeriklendirilmesi konusunda gelenekte kalanların şefkat ve merhamet kavramlarıyla açıkladıkları bir evren tasavvuru yerine tahakküm ve ilerleme kavramlarıyla açıklanan yeni bir dili devreye sokmuştur.

Gelinen noktada birkaç etkili olay etrafında şekillenen bu huzursuzlukların nasıl aşılacağı müphemliğini korumaya devam etmektedir. Bölgede modern bir gramere tabi olan teknolojiyle bütünleşme çabası içindeki milyonlarca insan, kendi içinden yaklaşık 42 bini aşkın canı ebediyete uğurlamıştır. Sorumlu doğa mıdır, insan mıdır, nedir? Bu sorular sadece bölge üzerinden ele alınamayacak kadar girift, sadece orada olup bitenlerden ibaret olamayacak kadar çetrefillidir.

Öte yandan bölgede meydana gelen facianın bilumum kazasını şimdi çoktan terk ettiğimiz bir müfredat içinde geçmişin sığınaklarında aramak da trajiktir. Müslüman kelamının bugün yeni zamanların ürettiği sorular karşısında ortaya koyduğu cevaplar paylaşılmayı beklemektedir. Tedbiri elden bırakmamayı öğütleyen bir geleneğin bu trajediye yorumu ne olacaktır? Yaşanılan her olay ve dramdan derin toplumsal çalkantılar üreten bir
siyasal söylem akışının insan yetiştirme düzenimizdeki hangi çatlaklardan nefes aldığını bize hangi sosyal bilimci gösterecektir?

Birbirimizi kaldırmanın vaktidir

Bugün gelenekle modernlik arasında gidip gelen bir cevap arayışının ortaya serdettiği müphemlik hemen her durumda itikadi formasyonumuz
kadar bilimsel öngörülerimizin de savrulmaya açık olduğunu göstermiştir. Bizi kandırmaksızın zor da olsa ikna edebilecek bir dile ihtiyaç had safhadadır. O halde başta Diyanet camiası ve ilahiyatçılar olmak üzere "insanın neliği" üzerine kafa yoran felsefeci, aydın ve entelektüellerin bu
"tatsız sohbet"e katılarak süreci insanileştirmeleri gerekiyor.

Bugün Tanrıyı aradan çıkararak oluşan bu gerilimi daha da derinleştirecek bir dile yatırım yapanların tehditkâr varlığına dikkat etmek gerekir. Öyle anlaşılıyor ki yeni Türkiye'nin dikkatli, özenli, sade ve dünyayı anlama konusundaki olası yetkin aktörleri depremzedeler olacaktır. Kendini hayatın akışına kaptırmış, dünyanın büyüsüne aldanmış ve bir illüzyondan öbürüne savrulan bir kitleyi anlam dünyasıyla buluşturacak olanlar bu ağır tecrübeden sağ çıkanlar olacaktır. Onlar hayatın anlamı, değeri, insanın tabiatla ilişkisi, Tanrının yeri ve kudreti konusunda olgun ve mütevekkil duruşlarıyla hepimiz için rahmetin yeni kapıları olacaktır.

Zor zamanlardan geçtiğimiz doğrudur. Zayıf düşmenin kışkırtıcılığı sürekli farkındalık içinde olmamızı gerektirir. Birbirimize düşmenin değil, birbirimizi kaldırmanın vaktidir.

Hasar gören sadece evler ya da bedenler değildir. Hasar gören ruhların, tefekkür alanlarının ve zihinsel dünyaların da onarılması gerekir. Allah'ın yardımı olmadan bir düzen kuramayız. Bu coğrafyalara gönderilmiş onca peygamber bize sahih ve muteber bir hayatın imkân ve sınırlarını anlatmaktan vazgeçmediler. Bugün artık Allah'la ve onun yarattıklarıyla barışık bir dünya üretmenin yükümlülüklerini yerine getirme vaktidir. Dinle bilim arasındaki modern ve yapay gerilimden uzaklaşarak bilimi de doğayı da aynı minval üzere değerlendiren daha üst bir bakış açısına erişmek zorundayız.

BİZE ULAŞIN