Şöhret Karaduman: CİNSİYET ÜZERİNDEN İNSANLIĞIN BAŞINA ÖRÜLEN ÇORAPLAR

CİNSİYET ÜZERİNDEN İNSANLIĞIN BAŞINA ÖRÜLEN ÇORAPLAR
Giriş Tarihi: 28.3.2023 11:24 Son Güncelleme: 28.3.2023 11:26
Dünyanın gidişatını etkilemeye yönelik tartışmalı durumlar, dayatmalar hemen her alanda söz konusu. Bunlardan biri de artık küresel bir boyut kazanmaya başladığı görülen, geleneksel ve fıtrî cinsiyet anlayışına meydan okuyan bir cinsellik ya da cinsiyetsizlik anlayışı.

Son dönemde cinsiyet dediğimiz durumun yok edilişine şahit oluyoruz. Bir davranış/ sosyal ve nöro bilimci olarak bu durumu toplumsal gelişim, değişim, ekonomi, kültür ve sanayileşme çerçevesinden bakarak analiz etmeye çalışacağım. Sanayileşme, ekonomi ve teknoloji bakımından dünyanın geri kalanına göre daha ileride olan Batı'da ve bazı Doğu ülkelerinde cinsiyet konusundaki anlayış değişikliği çok daha hızlandırılmış bir şekilde gerçekleşiyor.

Cinsiyet farkı sadece insanların davranışlarında değil, bilinçaltında da bulunuyor. Dişil ve eril özellik dediğimiz şey her insanın beyninde mevcut. Biz bunlara stereotip diyoruz. Stereotip, insan veya toplum hayatında önemli ve işlevsel bir araçtır ama bir önyargı değildir. Bir şeyleri anlayabilmek için stereotip tiplemelerini her insan, her zaman yapar; neticede bu sosyolojik olarak bir kolaylaştırma mekanizmasıdır. Sosyolojik açıdan cinsiyet (sex) ve toplumsal cinsiyet (gender) kavramlarının geçmişine ve gelişimine baktığımızda kadın ve erkeklerin cinsiyetleri bakımından kültürel olarak farklı işler ve roller üstlendiğini biliyoruz.

Toplumsal ve kültürel değişimlerle, sanayileşme, teknoloji, bilişim ve sosyal alanlardaki gelişmelerle birlikte günümüzdeki senaryo ortaya çıktı. Yakın tarihte Batı ülkelerinde kölelikten veya siyahi insanlarla beyazlar arasındaki eşitsizliklerden kurtulmak için bazı devrimler gerçekleştirildi. Ayrıca feminizm hareketi altında kadın ve erkek eşitliği yolunda değişiklikler hayata geçirildi. Feminizmin asıl amacı kadın ve erkeğin aynı hak ve imkânlara erişim sağlayabilmesiydi. Aslında bu doğru bir hareketti. Diğer faktörlerin gelişimiyle, bilhassa da sanayileşmeyle beraber bu ülkelerdeki feminizmin daha aşırı bir form almasıyla aile yapısında birtakım değişiklikler meydana geldi. Aile içerisindeki yıpranmaları da bu bağlamda ekonomik ve sanayileşme faktörlerine bağlayabiliriz.

Başka bir kontrol tuzağı

Beşerî aşk, sevgi ya da tutku dediğimiz şey Batı'nın yeni fenomeni haline geldi. Bilişim çağıyla yükselişe geçen bu cinsel odaklı romantik ve ütopik
düşünce tarzı maalesef bizim kültürümüze de sirayet etti. Batı ya da sanayide ilerlemiş ülkeler özgür cinsellikle ilgili reformlara yöneldiklerinde, yani denetleyici, kontrolcü normlardan kurtulmak istediklerinde başka bir kontrol tuzağına düştüklerinin farkında değillerdi. Önceki yıllarda dini ve
kültürel denetleme mekanizmasından kaçtıklarını gördüğümüz bu grupların günümüzde ise bilimsel bulgulardan ya da teknolojik imkânların denetlemesinden kaçtıklarını görüyoruz.

Tüm mecralarda cinselliğin bu kadar çok konuşulması aslında bir güç gösterisinden ibaret… Kadınların estetik operasyonlara başvurmasında, çocukların cinsiyetsizleştirilmesinde, psikiyatrinin bazı davranışları nasıl yorumladığında hep bu güç gösterisini görüyoruz. Önceden bu kontrol akrabalar, kurumlar veya dini müesseseler tarafından uygulanırken günümüzde devlet organları, bilim insanları ve bilhassa tıp doktorları tarafından
uygulanıyor. İnsanlar aslında zannettikleri kadar hür değiller. Neticede birinden kaçarken yine bir kontrol mekanizması altına girdiler. Bugünkü kontrol mekanizmasına baktığımız zaman, cinsiyetin göreceliliğini ve bunun en uç noktası olarak çocukları nötr cinsiyetli yetiştirme eğilimini görüyoruz. Bu aslında dışarıdan gelen bir kontrol uygulamasıdır.

Bu anlayışa göre cinsiyetsiz olmak bir nevi tüm toplumsal baskılardan kurtulmak ve bir imdat çağrısı olarak nitelendiriliyor. "Bir kız olarak şöyle olmanız gerekli", "erkek olarak şöyle olmalısınız", "ilişkinin şöyle yürümesi gerekiyor" baskısının bir insanda yaracağı stresi düşünün. Kadın ve erkek davranışlarının iç içe girdiği ve olumsuz ifadelerle yüklendiği bir toplumuz. Teknolojinin bu kadar geliştiği bir dönemde toplumumuzu da artık
ayrıştıramıyoruz. Tüm kültürlere açık yeni trendleri uyguluyoruz.

Cinsiyet üzerindeki kontrol mekanizması

Aslında gençler bu duruma bir çözüm yolu arıyorlar. Ancak bunalım çağındaki insanların ve gençlerin kendilerini ifade etme şekillerini bu konuda son
derece sağlıksız buluyorum. Zira bedenlerine ciddi şekilde ve geri dönülemez zararlar verebilen müdahaleleri de içeren bir arayış içerisindeler. Söz konusu baskı ve kontrol mekanizması nedeniyle kendilerini belirleyecek ve ifade edecek kimliklerini kız ve erkek olarak artık rahatça ifade edemedikleri için nötr cinsiyet vakıcı cinsiyet olarak belirlemeye yöneldiklerini düşünüyorum. Bu tamamen benim tezim.

İnsanlara o kadar yoğun bilgiler, seçenekler, farklı fanteziler, uygulamalar ve cinsel pratikler telkin edildi ve yüklendi ki artık belli bir norm içerisinde yaşamak neredeyse imkânsız hale geldi. Günümüz şartlarında bir aile içerisinde hem kadın hem de erkeğin çalışmadan çoğu zaman ekonomik olarak yaşamayacağı bir duruma geldik. Belki erkek baba olarak orada değil, bu durum da kadının isyanına yol açabiliyor. Burada da kadına ister istemez eril özellikler yüklenebiliyor.

Teknoloji, sanayi ve insan iş ilişkilerinde meydana gelen bozulmalarla gelinen bu sağlıksız nokta aile yapısına da olumsuz yansıyor. Gençler tam kimliklerinin oluşacağı dönemde tüm vakitlerini çevrimiçi ortamlarda geçiriyor. Bu ortamda stres, kaygı ve cinsiyet rollerin ortadan kalktığı bir dönemde çocukların "cinsiyet değiştirmek, ben cinsiyetimi değiştirmek istiyorum, ya da belirlemek istemiyorum" demelerinin altındaki yatan asıl faktör aslında "ben kim olduğumu bilmiyorum" düşüncesi.

Oysa bu noktada ciddi bir bunalım, dünyadan, gerçeklerden ve sorumluluklardan kaçış söz konusu. Evliliklerin bozulması da zaten bu sorumlulukları kaldıramamaktan kaynaklanıyor. İnsana suni olarak yüklenen beklentiler ya da erişmesi gereken hedefler o kadar yanlış ve yüksek tutuluyor ki… Buna en basitinden okul başarısından görebiliriz. Bir çocuğun artık sağlıklı ve mutlu büyümesini değil, okuldan yüksek puan alarak gelmesini bekliyoruz.

Cinsellik de tüketim aracı oldu

Cinsellik de artık bir tüketim aracı haline geldi ve bu durum insanlarda büyük bir baskı meydana getirdi. Tüketim kültürü artık cinselliğe de intikal etti ve bu kültürün bir parçası haline geldi. Bu durum reklamlarda da sık sık karşımıza çıkıyor hatta sadece cinsel maksatlı seyahat turları dahi düzenlendiğini biliyoruz. Toplumsal roller, sanayileşme ve teknoloji ile birlikte değişiyor.

Günümüzde sık sık gündeme gelen cinsiyetsizleştirmeye izole bir eylem ya da dayatma olarak bakılmaması gerekiyor çünkü neticede dışarıdan biri gelip bize bu durumu dayatmıyor. Bu, belli süreçlerin sonucunda oluşan bir fenomen. Sosyal medya ve televizyonların güç faktörü ve kontrol mekanizması olduğunu hepimiz biliyoruz. Dayatma dediğimiz şey de işte burada ortaya çıkıyor; yoğun olarak medyada yer verilmesiyle birlikte elbette insana ve topluma etkisi oluyor. Medyada ne görürsek toplumda o yaygınlaşır. İnsanlara cinsiyetsiz toplum fikri zorla kabul ettirilmiyor; daha ziyade medya vasıtasıyla normalleştirilmeye veyahut bu akımın dünyada var olduğu gösterilmeye çalışılarak toplum yönlendirilmeye çalışılıyor.

Peki, neler yapabiliriz? Bu cendereden kendimizi ve çocuklarımızı nasıl kurtarabiliriz? İlk olarak ekonomik kaynaklara ve fırsatlara erişimde eşitliğin sağlanması gerekiyor. Dünyada zengin ve gelişmiş ülkeler taleplerini şımarık bir boyuta vardırabiliyor. Bir tarafta suya, yemeğe, eğitime erişimi olmayan büyük bir kitle varken diğer tarafta farklı cinsel yönelim ve pratikleri kabul ettirmeye, dayatmaya çalışan taraflar bulunuyor.

Refah toplumlarının şımarıklığı

Bu durumu, aç kalmış 99 çocuğun sorununun göz ardı edilip şımarık bir çocuğun ayakkabı talep etmesine odaklanılması gibi görüyorum.
Burada acı çeken bireyleri, gerçekten cinsel distografisi olan, kendi cinsiyetinden hoşnutsuz kişileri tenzih ediyorum ama toplumsal olarak bakarsak buradaki "eşitlik" arzusu çok yanlış bir boyutta talep ediliyor.

Aslında insanların gerçekten dünyayı değiştirmeyi ve eşitliği arzuladığını düşünüyorum ama bu da bir farkındalık meselesi. Eşitlemeyi ya da aynı haklara sahip olmayı çok yanlış ve sağlıksız bir boyutta talep ediyorlar. İnsan ilk önce barınmaya, gıdaya, sevgi ve saygıya ihtiyaç duyarken, bu
aşamaları atlayan insanlar kendi varoluşundan uzaklaştığı için yanlış boyutlarda yaşıyor.

Medya ve teknoloji bu kitlenin elinde olduğu için bize bu daha çok bir dayatma gibi geliyor ancak buradaki asıl durum dengesizlikle alakalı. Refah içerisinde, teknolojiyi elinde tutan birkaç ülkenin cinsiyet değiştirme ve cinsiyetsiz toplum fikrini dünyaya lanse etmesi aslıda dünyanın geri kalanıyla
alay etmek gibi bir şey… Bir sosyal bilimci olarak bu tür ülkelerdeki bazı grupların çok şımarık talepleri olduğunu görüyorum.

Eşitlik isteyen insanlar öncelikle tüm dünyadaki çocukların temiz suya, gıdaya ve eğitime erişim sağlaması için çaba sarf etmeli. Bu duruma kafa yorsalar sanırım kimlik bunalımına girmezler. Toplumu yönlendirme araçları bu kişilerin elinde bulunduğu için onlar çoğunlukta gibi dursa da
öyle değiller, aslında onlar azınlık taraftalar. Sadece bilgiyi, görseli ve ideolojiyi yayma kanalları bakımından güçlüler.

BİZE ULAŞIN