İbrahim Efendi'nin Leyla'yla aynı evde yaşayan şahsı düelloya davet etmesi pek çoğunuza tuhaf gelebilir, fakat kendisi bunu en tabi hak olarak görüyordu. Bunun sebebini anlamak için İbrahim Efendi'nin yetiştirilme tarzına bakmak icap eder.
İbrahim dünyaya gelirken annesi dünyaya veda etmişti. Yanlış anlaşılmasın, ölmemiş ve gömülmemişti. Fakat yeni doğan bu bebeğin annesine kendisinden başka hiçbir meseleyle alakadar olma imkânı vermeyeceği belliydi. Beklenenden geç doğması da bu yüzdendi. Annesi bilahare o günleri, daha sonra da sık sık yapacağı gibi, "şuramda bir şey oturuyor" diyerek anlatmıştı. Tabii şunu dahi belirtmezsek hikâyemiz eksik kalır: Annesi bu sözü ilk söylediğinde karnını gösteriyorken zamanla kalbini işaret etmeye başlamıştı.
Göbek bağı kesilir kesilmez İbrahim'in babası, bebeği kucağına alıp hızla dışarıda bekleyen akrabayı taallukatın önüne çıkarmış, muzaffer bir edayla
havaya kaldırmıştı. Elbette "Bu çocuğun adı İbrahim olsun" diye bağırmamıştı. Bunun iki sebebi vardı. Birincisi, İbrahim Efendi öyle kanlıydı ki babası onu avuçlarıyla kavrayamayıp yere düşürmüştü. İkincisi, o vakitler bir çocuğa ad vermek için onun bir yiğide dönüşmesini, yani bir yiğitlik göstermesini beklemek adettendi.
Üç yaşına kadar yürümedi
Anacığı İbrahim'den çok çekmişti. Küçük İbrahim tam üç yaşına kadar anne sütünden başka hiçbir nesne ile beslenmeyi kabul etmemişti. Yine üç yaşına kadar konuşmamış ve yürümemişti. Üç yaşına kadar İbrahim'in hayatı çevresine toplanıp ona "agugugu", "day-day" gibi saçma ifadelerle seslenen ve kendisinden sanki orada değilmiş gibi söz edip yakınan insanları hayretle izleyerek geçmişti. Hanesine gelip gidenlerin annesine acıyan gözlerle bakmasına dahi aldırış etmemiş, ağzından "aba, yaba, dada" gibi sesler de dâhil tek bir kelime dahi dökülmemişti.
Üç yaşına bastığı gün babası bütün aileyi toplayıp bir toy düzenlemişti. Güreşler yapılmış, şarkılar söylenmiş, yemekler yenmişti. Bütün bunlar olurken İbrahim kâh bir ağacın kovuğunda, kâh bir köpeğin sırtında uyumaktaydı. Sofraya otururken annesi onu kucağına almıştı. Ortaya koyulan devasa sinide tek bir et parçası kaldığında İbrahim aniden uyanmış, o et parçasını, iştahla bakan bütün aile fertlerini şaşırtan bir cevvallikle uzanıp
almış ve tek lokmada yutmuştu.
Ailesi küçük İbrahim'in doğrudan et yemeye başlamasının şaşkınlığını idrak etmeye vakit bulamadan o herkesi daha da hayrete sürükleyen
bir hareket yapmış ve ayağa kalkıp koşmaya başlamıştı. Evet, o güne kadar tek bir adım dahi attığı görülmemiş olan İbrahim, ayağa kalkıp, eskilerin
tabiriyle seğirtmiş ve yaptığı ilk iş şenlikten kaçmak olmuştu. O vakitler çocukları elleri alet tutmaya başlayınca doğaya salıp hayatta kalmalarını beklemek gibi bir gelenek mevcuttu fakat İbrahim'in acelesi vardı. Günlerce arayıp taradılarsa da bulamadılar.
Modern zamanlarda bir insanın gaip sayılması için birkaç ay geçmesi kâfidir, fakat eskiden böyle değildi. Anacığı senelerce İbrahim Efendi'nin çıkıp
gelmesini bekledi. Gelmediği her gün için yüzüne bir çizgi, saçlarına bir ak eklendi. Öte yandan İbrahim Efendi istese de gelemezdi. Bir gün boyunca koştuktan sonra yorulup uyuyakalmış, üç gün sonra uyandığında kendisini bir avcı kafilesinin içinde bulmuştu. Oradan geçmekte olan eşkıyalar
bu küçük çocuğu garip zannedip evlat edinmişler, kendileriyle birlikte uzak diyarlara sürüklemişlerdi.
İbrahim Efendi'nin adını hak etmesi
İbrahim Efendi yalnızca anne sütüyle beslendiği için son derece gürbüz bir çocuktu. Haydutlar bu yeni çocuğun üç yaşında olduğunu tahmin etmedikleri için üç yıl sonra, yani on yaşına bastığını düşündüklerinde onu talimlere başlattılar. Yedi yıl boyunca her türlü atıcılık ve vuruculuk
eğitiminden geçti. Sonrasında da üç yıl boyunca tecrit edildi. Bu üç yıl bittiğinde neredeyse vahşi bir hayvana dönüşmüştü. Onu almaya geldiklerinde cümle haşerat ve hayvanatla birlikte oturur buldular, bu yüzden adını 'milletlerin babası' anlamına gelecek şekilde İbrahim koydular.
Tecridi bitip de cemiyete dönünce kabilenin uluları toplanıp İbrahim Efendi'nin durumunu değerlendirdiler. Kâmil insan olma yolunda bir adım daha atabilmesi için astral seyahatlere çıkmasına karar verdiler. İbrahim Efendi'nin Leyla arayışı da böylece başlamış oldu.
Geçirdiği zorlu talimler sırasında kendisine bir şey istediğinde onu almak için kavga etmesi telkin edilmişti. Hatta bu dövüşün, rakibin karşısına çıkıp mertçe yapılması da zaruriydi. Bileği güçlü olan kazanmalı, kaybeden elenmeliydi. Hayat da böyle değil miydi? İşte bu yüzden İbrahim Efendi Leyla'yı elde etmek için onu şu anda elinde tutan kişiyi düelloya davet etmeyi son derece erdemli bir hareket olarak görüyordu. Fakat işler tahmin ve arzu ettiği şekilde gelişmedi. Onu da bir sonraki bölümde anlatalım inşallah.