Fikir çınarı: Cemil Meriç
1916-1987 yılları arasında yaşamış olan Cemil Meriç, Türk düşünce dünyasını derinden etkilemiş sayılı şahsiyetler arasındadır. Fransız idaresindeki Antakya'da eğitim gören ve erken yaşlardan itibaren kitapların dünyasına dalan Meriç, yazıları nedeniyle okul yönetiminin dikkatini çekti, milliyetçi düşünceleri bahane edilerek lise diplomasını alamadan okuldan ayrıldı. İstanbul'a geldikten sonra Nâzım Hikmet ve Kerim Sadi başta olmak üzere dönemin solcu aydınlarıyla tanıştı. Okuduklarını, ilmini öğretmenlik yaptığı sırada öğrencileriyle paylaştı.
Çocukluğundan itibaren sorun yaşadığı gözleri artık onu karanlığa hapsetmişti. Ancak görme yetisini tamamen kaybeden fikir çınarı, çevresindekilerin desteği ve ısrarıyla en üretken dönemine girdi. Çeviriler yaptı. Dikte etmek suretiyle makaleler yazmaya devam etti. Doğu medeniyetlerine karşı olan önyargıyı değiştirmek için kalemiyle mücadele verdi. Hem kendi medeniyetinin hem de Batı medeniyetinin düşüncelerini aynı ciddiyetle takip etti. Türkiye'nin Batılılaşma isteğinin yükselişine karşı henüz kendi medeniyetimizi tanımadığımızı dile getirdi: "Biz hakikatlerin sadece bir tarafını görmeye mahkûm edilmişizdir. Oysa yalnız bir tarafını görmek, hiçbir şeyi görmemektir."
Türkçenin hızla kan kaybettiğini ve mazi ile aramızdaki fikrî bağın çözülmeye başladığını fark etti.
Bu durumun sonucu olarak Türk toplumunun bugünü ve yarını üzerindeki yıkıcı tesirleri yazdı. Kadim bir düşünce geleneğine uzak, "mağara"ya kapatılmış Türk entelektüelinin hızla burçtan burca savruluşunu işaret etti. Bütün ideolojileri ayaklar altına alan, birçok kitap yazan Cemil Meriç için ıstırap veren karanlık günler, hikâyenin sonunda aydınlık bir külliyatı doğurdu.
Kuvayi Milliye gönüllüsü bir aydın: Hikmet Kıvılcımlı
Kanlı milliyetçilik savaşlarının yaşandığı Balkan coğrafyasında dünyaya gelen Hikmet Kıvılcımlı, 1902-1971 yılları arasında yaşadı. Osmanlı Devletinin Balkan Savaşlarında yenilmesi üzerine Trakya'da yaşayan Türklerle birlikte bu topraklardan göçmek zorunda bırakıldı ve Anadolu'ya geldi.
Dr. Hikmet Kıvılcımlı İslam tarihi ve din üzerine birçok metin yazdı. Bu eserlere ek olarak 1957 yılında Vatan Partisi adına gerçekleştirmiş olduğu "Eyüp Sultan Konuşması" dini söylemlerine dair önemli bir kaynak teşkil eder. Düşüncelerinin merkezine komünizmi yerleştiren bir fikir adamından sonra günümüzde sol içindeki dine dair tartışmaların seviyesinin vasatı bulamaması burada Hikmet Kıvılcımlı için başka fikirler veriyor. Marksist entelektüel çevre ya da akademi içerisinde sol ve din ilişkisine dair güçlü metinlerin olmaması, halkı küçümseme ve dini alaya almanın çok ötesinde bir tavır.
Postallarıyla evine girmeye çalışan Dev-Gençlileri "Oğlum, burası Müslüman evi ayakkabını çıkar!" diye azarlamıştır. Sol tarafından yalnız bırakılan bu isme dair paylaşılan bu anı, Kıvılcımlı'nın dini anlayışını ve dine dair çalışmalarını irdelerken kendisine komünist ve materyalist denilerek kolayca işin içinden çıkılamayacağını gösteriyor.
Bağımsız bir entelektüel olan bu "eski tüfek" komünist, sosyalist hareket içerisinde görmezden gelindi, zaman zaman ayrımcılığa uğradı ve Mehmet Ali Aybar, Behice Boran gibi isimlerin gölgesinde bırakıldı. 12 Mart Muhtırası sonrasında 24 Mayıs 1971'de ülkeden ayrıldı. İsmail Bilen liderliğindeki TKP kadrolarının, Kıvılcımlı'nın sosyalist ülkelere girişini engellemeleri sonucunda tedavi imkânı bulamadığı kanser hastalığı ilerledi ve Belgrad'da vefat etti.
Yerli bir bakış: Erol Güngör
Liseden itibaren İslâm-Türk kültür tarihinin ana eserlerini okumaya başlayan Erol Güngör, ilk yazılarını da bu dönemde kaleme aldı. Eserlerinde Türk toplumunun Tanzimat'tan bu yana yaşadığı kimlik sorununa ve kültür buhranına parmak bastı. İslâm'ı ve milliyetçiliği yeniden ele alıp değerlendirenler arasında Güngör'ün önemli bir yeri vardır. En verimli dönemi olan 70'li yıllarda geleneği, halk, kültür, din ve şahsiyet ile yorumladı. Güngör'ün muhafazakârlığı statükoculuğa kapalı, değişimlere ve yenilikçiliğe açıktı.
Sosyolojiyi Türkiye'ye getirmesi ve üniversitelerde sosyoloji kürsüsünün kurulmasına öncülük etmesi, sosyolojik tahlillerini Türk sosyal hayatına uygulaması gibi başarıları dolayısıyla takdir ettiği Ziya Gökalp'in din konusundaki tereddütlü ve çelişkili fikirleriyle kültür-medeniyet ayrımını da ilmî bir şekilde ele aldı ve eleştirdi.
Batı'yı üstün gören Türk aydını kendini aşağı görme hastalığına yakalandığı sırada Güngör modernleşmeyi savundu ancak onu Batılılaşmaktan ayırdı. İslâmiyet'in güncel problemlerini çeşitli yazılarında ele alan Güngör'ün yazıları Müslümanlığı hayata açmak, reform konusunu spekülasyona kapılmadan sağlıklı olarak yorumlamak, faiz meselesinde yeni bir hamle yapmak gibi önemli konuları ihtiva eder. Bir çalışmasında çağdaş bir millî kültür kurmanın gereği üzerinde durarak teknoloji ve kültür değişmesi, millî tarih meselesi, örf ve âdetler, millî karakter gibi konuları ele alır. Birçok sosyal meseleye yerli bir bakış açısı getirdi.
Ahlâk ve hareket adamı: Nurettin Topçu
Çocukluğu Birinci Dünya Savaşı yıllarında Süleymaniye'de geçen Nurettin Topçu, küçük bir sandıkta kitap ve gazete biriktirme merakıyla doluydu. Eğitimine Fransa'da devam eden Topçu, görüşlerini benimseyeceği hareket felsefesinin kurucusu Maurice Blondel'i bu sırada tanıdı. Strasburg'da felsefe, ahlâk, sanat tarihi dersleri aldı. Paris'te Remzi Oğuz Arık, Samet Ağaoğlu, Ömer Lutfi Barkan'la tanıştı. Blondel üzerinden başlayan mistik ilgileri Massignon etkisiyle İslâm tasavvufuna, özellikle vahdet-i vücûd felsefesine yöneldi. Tezini bitirdikten sonra Fransa'da kalması yönündeki teklifleri kabul etmeyip 1934 yazında Türkiye'ye döndü ve Galatasaray Lisesi'nde felsefe öğretmeni olarak göreve başladı. 1939'dan itibaren aralıklarla Hareket dergisini çıkardı. 1974'teki emekliliğine kadar binlerce öğrenci yetiştirdi. Kısa süren bir hastalıktan sonra 1975'te vefat etti.
Topçu için yarınki Türk cemiyetini yoğuracak ruh, eski Asya'nın hikmetiyle Kuran'daki ilhamı kendinde birleştirdiği halde Garp'ın dört asırlık ilmine hayran, zihniyetine sahip, felsefesine aşina olacak Anadolu dervişinin ruhu olacaktı. Kant, Hegel, Henry Bergson, Kierkegaard ve Heidegger'e ilgi duydu. Fikirlerinin merkezinde coğrafya olarak Anadolu, tarih ve kültür olarak Selçuklu-Osmanlı tecrübesi vardı. Anadolucuların Türk milletini ve milliyetçiliği tarif için Malazgirt Savaşı ile başlattıkları bin yıllık tarih vurgusunu ve toprak/vatan olarak Anadolu ısrarını paylaşan Topçu bu çizgiye belirleyici ve kuvvetli bir üst unsur olarak İslâm'ı ve tasavvufu ekledi. Ayrıca bu ruhçu milliyetçiliğin temellerinin Melikşah, Yunus Emre, Fatih ve Yavuz gibi Türk siyaset ve maneviyat ikliminin büyükleri tarafından atıldığını söyleyerek milleti ve milliyetçiliği yeni ortaya çıkmış bir hadise gibi yorumlayanları aşmak istedi.