Birol Biçer: MEMLEKETİMDEN İZANSIZ ENTELEKTÜEL MANZARALARI

MEMLEKETİMDEN İZANSIZ ENTELEKTÜEL MANZARALARI
Giriş Tarihi: 23.2.2023 10:52 Son Güncelleme: 23.2.2023 10:57
Kendimi bildim bileli bu ülkenin entelektüel/aydın tartışması bitmez. Ancak manzaraya bakınca bitmesini düşünmek de pek mümkün görünmüyor. Evet, maalesef böyle bir sorunumuz var. Entelektüellerin hepsiyle olmasa da kendisini bu sıfatla tanımladığı halde vicdandan, mantıktan, nesnellikten, izandan ve rasyonel akıldan nasiplenmemiş olan bir kesimiyle sorunumuz olduğu bir gerçek. Diyeceksiniz ki rasyonaliteden, mantıktan, insaftan hatta adaletten uzak birine nasıl entelektüel denilir. İşte en büyük sorunumuz -ya da onların jargonuyla söylersek- sorunsalımız da bu ya. “Keşke tek mesele entelektüellerin bir kesiminin kendi toplumlarının değerlerinden, kültüründen ve maneviyatından kopuk olmalarıyla sınırlı kalsa” diyebileceğimiz zamanlardan geçiyoruz. Zira günümüzün bazı entelektüel kesimlerinin toplumsal meselelere yaklaşımlarının yanında bu şikâyetler bile masumane kalabiliyor. Dilerseniz salt son dönemden birkaç örnek üzerinden bu sorunsalımıza bir kez daha göz atalım ve bu bağlamda manzarayı irdeleyelim.

AYDINLAR AYDINLARI NASIL ELEŞTİRİYOR


Entelektüel/aydın tartışması özellikle siyaset ve edebiyat alanlarının kadrolu tartışmasıdır adeta ve üstelik Tanzimat devrinden beri sürer gider, köpürtülür de köpürtülür. Entelektüellerimiz, aydınlarımız, münevverlerimiz toplumu, düzeni, geleneği, aksaklıkları, sistemi eleştirir eleştirmesine
ama birbirlerine de kıyasıya eleştiri okları yöneltmekten sakınmazlar.


Bugüne dek bu toplumdan çıkan entelektüellerin bir kısmına getirilen temel eleştirileri şöyle sıralayabiliriz: "Kendi toplumuna yabancı olmak. İçinden çıktığı toplumun irfanını, töresini, geleneğini, yapısını, kodlarını bilmemek. Zihni kültürel olarak dışarının kodlarıyla formatlanmış olmak. Eğitimini çoğunlukla Batı üzerinden aldığı için Batı hayranı olmak ama kendi insanını küçümsemek, jakoben bir tavır benimsemek. Aydınlanmayı sadece pozitivizm üzerinden okuyarak kendi toplumunun inanç ve manevi değerlerini kale almamak."


Bazı şahsiyetlerin entelektüelimiz/aydınımız üzerine tespitleri oldukça ibretliktir. "Türk aydını Tanzimat'tan beri bir sürgündür" diyen ve en büyük eksikliğini kendi irfanımıza kucak açmamak olarak belirten Cemil Meriç Türk aydınını özellikle şu üç konuda eleştirir: Taklit, intihal ve tercüme. Prof. Dr. Halil Berktay ise ülkelerini yabancı devletlere şikâyet etmekten geri kalmayan günümüz "aydın"larını "Yeni Mandacılar" olarak tanımlar.


Kendisini gerçek aydın olarak nitelendiren şair Attila İlhan ise "Türk aydını Batı'nın manevi ajanıydı" tespitinde bulunur ve şöyle der: "Bizim aydınlarımızın önemli bir kesimi kesinlikle cahildir. Dünyada ne oluyor bitiyor, kesinlikle okumazlar, izlemezler. İkincisi muhakemeden yoksundurlar." İdris Küçükömer'in eleştirileri de acıdır: "Aydın sınıfı Batı'nın çıkarlarına hizmet ederek halktan uzaklaşmış ve yabancılaşmıştır."

PKK'LILARA TERÖRİST DİYEMEYEN ENTELEKTÜELLER

Dünyada en çok tanınan muhalif entelektüellerden Noam Chomsky'nin meşhur bir tespiti var; şöyle der: "Amerikalı liberal entelektüellere ABD'nin önde gelen bir terör devleti olduğunu kabul ettiremezsiniz." Sayısız kitapla, belgeyle, itirafla ve yargı kararıyla ABD'nin kendi ülkesi ve sınırları dışında birçok terör oluşumunu kurdurduğu ve desteklediği, pek çok terör yöntemine başvurduğu ve uluslararası hukuku defalarca ihlal ettiği ortaya konmasına rağmen ABD'li olanlar gibi ABD dışındaki liberal entelektüeller de bunları kabule bir türlü yanaşmazlar. Bu durumun büyük bir benzeri de
Türkiye'de görülür. Kerameti kendinden menkul öyle bir "entelektüel/aydın" zümre vardır ki bunlara PKK ve uzantılarının bir terör örgütü olduğunu kabul ettirmek imkânsızdır.


40 yılı aşkın süredir PKK'nın gerçekleştirdiği ve çoğunu açıkça üstlendiği sayısız kanlı terör eylemine, öğrenciöğretmen- bebek demeden yaptığı katliamlara, masum insanları bombalamalarına rağmen yurdumuzun bu "entelektüel ve aydınları" bir türlü bu yapılanmaya terörist diyemez, bölücü diyemez. İnsan hakları ihlalleri, sivil hak ve hürriyetler, düşünce özgürlüğü gibi her konuda en aykırı örnekleri bile kutsayan, adalet ve özgürlük havarisi kesilmekten bir an geri durmayan bu son derece "hassas" entelektüeller nedense gözlerinin önünde apaçık gerçekleşen terör eylemlerini ve yöntemlerini eleştiremeyecek kadar "hümanist"tirler. Büyük bir kısmı sol çevrelere, bir kısmı ise örtülü Kürt milliyetçiliğine yamanan bu entelektüellere göre bölücü terör örgütü namına yapılan bir eylem kanlı bile olsa hak arayışıdır. Buna karşılık bu teröre karşı meşru yollarla mücadele eden herkesi faşist ya da zorba olarak nitelendirirler. Sorarsanız kendilerine "aydın, entelektüel, aktivist" derler. Yurdumuzda rastlananbu entelektüel türüne son yıllarda kendilerini ulusalcı, Kemalist, laik olarak nitelendirenlerin de dâhil olması da yine bu topraklara ait bir garabettir. Teröristler ve terör örgütünün propagandasına ve meşrulaştırılmasına katkıda bulunan bu aktörlerin meşru siyasal aktörler, bilim çevreleri ve entelektüeller arasından çıkması üzerinde düşünülmesi gereken ciddi bir sorunumuzdur. Daha da vahimi ise PKK ve türevi kaynaklı hareket ve fikirlerin bu sözde "entelektüeller" üzerinden geçerek "meşru" bir şekilde bize ulaştırılabilmesidir. "Benim teröristim cicidir" diyebilen bir anlayış ne kadar ciddi ve samimi olabilir ki?

BU NE YAMAN ÇELİŞKİ: DHKP-C-SEVİCİ "SÖZDE ATATÜRKÇÜ ENTELEKTÜELLER"


Ülkemizde benzer bir "entelektüel" ikiyüzlülüğü sık sık gördüğümüz bir başka konu ise DHKP-C-sever aydınımsılardır. Kısaca DHKP-C ismi verilen Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi nihai amacını "Türkiye'de mevcut anayasal düzeni silahlı hareketle yıkarak Marksist- Leninist ilkelere dayalı bir 'Devrimci Halk İktidarı' kurmak" olarak açıklar. Bu uğurda birçok silahlı saldırı ve suikast düzenleyen bu örgüt dünyanın büyük devletlerinin de terörist organizasyonlar listesinde yer alır.

Türkiye'de şehir gerillası yapılanmaları kurması, elebaşları Avrupalı bazı ülkeler tarafından korunması bu silahlı örgütün yine de bazı sol entelektüel çevreler tarafından desteklenmesine engel teşkil etmez. Örgütün propagandasını yapan Grup Yorum konserler verir, örgütü alenen destekleyen hukukçular Türkiye Barolar Birliği yönetimine seçilebilir, Barolar Birliği Başkanı tarafından bu örgütün kaybettiği sempatizanlar için açıkça taziye bile yayınlanır, sosyal medyada "İsimsizler Hareketi" adı altında bu örgütü destekleyen kargaşa çıkartmaya yönelik hesaplar açılır. Grup Yorum, Halkın Hukuk Bürosu, Çağdaş Hukukçular Derneği, İdil Kültür Merkezi, TAYAD gibi birçok oluşumla temsil edilir.


Daha da vahimi, hak ve hukuk aktivizmini kimseye bırakmayan bazı "solcu" çevreler tarafından devrimcilik aşkına destek görür; bir terör örgütü olarak kabul edilmez. Hatta Mustafa Kemal hakkındaki onca olumsuz görüşüne rağmen kendisine Atatürkçü diyen bazı çevreler tarafından bile destek görür. Teröriste terörist diyemeyen, solcu masum bir grup gibi göstermeye gayret eden "entelektüeller"… Bu ne yaman çelişki?

BELGE KANIT GÖSTERME İHTİYACI YOK AMA İFTİRA SERBEST


Türk Tabipler Birliği ve bu kuruluşun başkanı adli tıp uzmanı olan Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı'yı son birkaç yıldır tanımayan, dinlemeyen, görmeyen kalmadı. Covid-19 salgını sırasında hemen her gün yaptığı açıklamalarla panik ve kargaşa yaratmak için azami gayret sarf eden bu kuruluş ve başkanı mesleki bir tıp örgütlenmesinden ziyade ilk elden siyasi bir örgüt gibi faaliyet gösterdi.


Muhalefetin muhalefet yapmakta aciz kaldığı günlerde alarmist açıklamalarla sık sık gündeme gelen TTB ve başkanının hükümete muhalefet gayretlerini muhalefetin yedekliğine soyunmak olarak anlamak mümkün ama TTB bu kadarla da yetinmedi. Tıp mensuplarını temsil eden entelektüel boyutlu bir örgütlenmeydi belki ama fiiliyatta adeta bir hücre yapılanması gibi çalışıyordu. Sonunda Türk Silahlı Kuvvetleri'ni ve dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne karşı elinde hiçbir belge ve kanıt olmadan yurt dışı mahfillerde iftiralarla karalamaya kadar vardı.


Entelektüel olduğu kabul edilen bir şahıs ve onun nezdinde TSK'nın terör örgütü PKK'ya karşı mücadelesinde yasadışı kimyasal silahlar kullandığını
yabancı temsilciler önünde ileri sürdü ve bunları yaparken elinde kanıt kabilinden en ufak bir belge sunma ihtiyacı bile hissetmedi. Bunlara rağmen bir
kesim entelektüel tarafından Fincancı'ya "Seni ciddiye alabilmemiz ve destek verebilmemiz için belge, ispat gösterebilir misin?" bile denilmeden kol kanat gerilmesi hayli göz yaşartıcı bir manzaraydı.

ÇARPIK BİR ENTELEKTÜELLİK VE SANATÇILIK ANLAYIŞI


Bunca hadise içerisinde sıradan ve küçük görünebilir ama temsil kabiliyeti bakımından oldukça anlamlı bir örnek daha: Şebnem Korur Fincancı'nın kimyasal silah iddiaları sonrasında tutuklanmasına ilk tepki gösterenler yine "entelektüel" çevreler oldu. Boğaziçi Film Festivali kapanış töreninde ödül alan yönetmen Özcan Alper TTB Başkanı Fincancı'ya "barış" dediği gerekçesiyle tutuklandığını ileri sürerek destek verdi ve kürsüden teröre destek vermekle suçlanan isimlere selam gönderdi ve dahası salondan büyük bir destek aldı.


Ülkemizde sık sık rastladığımız çarpık entelektüellik ve sanatçılık anlayışının bir ürünü de olsa neticede fikir özgürlüğünün bir ifadesiydi. Ancak aynı entelektüeller Özcan Alper'in ifade özgürlüğüne gösterilen saygıyı aynı törende "O kadın TSK'ya iftira attı" diyerek tepki veren bir başka sanatçı Burak Haktanır'a göstermekten imtina ettiler. Haktanır orada tek kaldı. Hatta Allah'tan korkun, bu kadın sırf barış dediği için mi içeride? Bizleri aptal mı zannediyorsunuz? O kadın TSK'ya iftira attı" diyen Haktanır'ı eleştirenlerden birinin "Çok eril bir dil kullanıyorsunuz" diye tepki göstermesi işin üzerine tüy diken bir entellik abidesiydi adeta.

SEMİH KAPLANOĞLU'NUN AFFEDİLMEZ HATALARI!


Festivallerin ve ödül törenlerinin eleştirel yaklaşımlara sahne olması anlaşılmaz bir şey değil. Anlaşılması müşkül olan bu kürsülerin neden sadece devlet karşıtı söylemler ve teröristlere övgüler düzmek gibi bir alışkanlığın tezahürat yerine dönüştürüldüğü. Entelektüel ve sanatçı sorumluluğu gerekçesiyle bu kürsülerde bu türden yaklaşımlara son dönemlerde sıkça rastlar olduk.


Sorun şu ki sadece tek yönlü söylemlere açık olan bu sanatçı duyarlılığı ne hikmetse Semih Kaplanoğlu gibileri kapsamıyor görünüyor. Filmleriyle birçok ödül kazanan ve yurt dışında da büyük şöhret kazanan yönetmen Semih Kaplanoğlu Adana Film Festivali'nde En İyi Yönetmen Ödülü'nü almak üzere sahneye çıktığı zaman sırf siyasi görüşleri nedeniyle eli sıkılmadı. Belli ki bazı çevreler için tüm başarılarına ve sinemaya getirdiği derin
dile rağmen Kaplanoğlu yeterince sanatçı ve yeterince entelektüel kabul edilmiyor.


Bunun başlıca nedeni ise herkesin bildiği gibi Kaplanoğlu'nun devleti günah keçisi yapan açıklamalarda bulunmayışı, bazı eleştirileri olmakla birlikte iktidara pek çok konuda olumlu bakması (aslında yönetmenin dediği gibi daha ziyade iktidarın ona yakın durması), Erdoğan'ı muhalif olarak tanımlaması ve son filminin prömiyerini Beştepe'de gerçekleştirme teklifine olumlu cevap vermesi. Ne var ki mevcut atmosferde bunlar "entelektüel sanatçı portresi" adına affedilemez hatalar…

PAÇOZ SANATÇI AYDINLARA BİR ÖRNEK


Bu sütunlardaki meselemizi yani bir kesim entelektüellerin çifte standartlılığını ve fikir namusuna, nesnelliğe ve tutarlılığa ne kadar "değer" verdiklerini
göstermesi bakımından tam da bu satırları yazarken sosyal medyadan önüme düşen bir örneği nakletmek farz oldu. Tiyatro-sinema oyuncusu kökenli Türkiye İşçi Partisi milletvekili Barış Atay'a atfedilen şu sorucevapları internette görüntülü olarak da izlemeniz mümkün. Bir panelde geçen şu çok kısa mülakat kesiti sosyal medyada sıkça rastladığımız üzere belki montaj çıksa bile kime atfedilirse atfedilsin anlatmak istediğimizi net özetlemek bakımından son derece etkili bir örnek:


-Soru: IŞİD'i terör örgütü olarak değerlendirebilir miyiz?
- Barış Atay: O nasıl soru, elbette terör örgütü.
-Soru: MLKP, DHKP-C ve PKK terör örgütü mü?
- Barış Atay: Arkadaşlar bu uzun olabilir biraz, çok
çetrefilli bir konu. Mesela ben "terör örgütü" desem, sen
"terör örgütü" desen sorun çözülüyor mu? Hayır.

ENTELEKTÜELE DE İHTİYAÇ VAR, HEM DE ÇOK


Eleştirelim, kızalım, yerden yere vuralım ama öyle ya da böyle entelektüele, âlime, münevver ya da aydına yani bilene, eğitim görene-gösterene, soru sorana, eleştirene, yol gösterene her zaman ihtiyacımız var. O halde eğri otursak da doğru konuşalım. Entelektüellerimizin bir kısmının baskın özelliği kültürüne cevherine yabancılaşmak olsa bile bilene, sorgulayana topyekûn düşmanlık etmek olsa olsa cehaletperestliğe, karanlığa götürür. Eninde sonunda varıp varacağı nokta bilgiyi, bilimi, aklı, vicdanı ve adaleti inkâr etmek olacaktır.

Anti-entelektüalizm denilen aklı ve mantığı devre dışı bırakan kerameti kendinden menkul cehalet kültlerinin toplumu esir almasına kadar varır. O yüzden ister eleştirin, ister sigaya çekin ama siz siz olun böyle cehaletperastliklere, cahiliye kültlerine karşı sigortanız olan entelektüellerinize, münevverlerinize, âlimlerinize, aydınlarınıza (ne derseniz deyin) sahip çıkın. Kendi içinizden donanımlı gerçek entelektüeller çıkmasının yolunu açın. Kendi beyinlerinizi tamamen başkalarının talim ve terbiyesine emanet etmeyin.


Entelektüel mi toplumda, toplum mu entelektüelden çıkar sorusu biraz yumurta-tavuk ilişkisini hatırlatır. Toplum kendi geleneğini irfanını yozlaştırmadan ilme, hakikate, bilgiye saygı gösterirse o toplumdan yabancılaşmamışi, mankurtlaşmamış entelektüeller çıkar. Kendi toplumuna yabancılaşmayan entelektüel ise toplumunun seviyesini yükseltir. Çatışma değil uyum oluşur. İşte Tanzimat'tan beri sürekli üzerinde itişip durduğumuz şey de bana kalırsa tam bu noktadır.

SEZAİ KARAKOÇ'UN YALNIZLIĞI VE YALNIZ BIRAKILIŞI


Entelektüelin, aydının yalnızlığından bahsedilir hep. Hakikatin, dürüstlüğün, adaletin peşindeki bir entelektüelin her daim yalnız kaldığından bahsedilir
sürekli. Bu doğruysa eğer bana kalırsa bunun bir örneği Socrates'in yargılanmasıysa iki numaralı örneği büyük şair ve mütefekkir Sezai Karakoç'un yalnızlığıdır. Ancak onun yalnızlığı iki uçlu bir yalnızlıktır. Öncelikle yalnızlığı ya da kendi tabiriyle "sürgün"ü kendi seçmiştir.


Müslümanlığı, ebedi hakikat anlayışı, adaleti, dürüstlüğü ve medeniyet tasavvuruna olan bağlılığı nedeniyle hiçbir düzenin adamı olmamasıyla en başta yalnız kalmayı göze almıştır bu büyük entelektüel şahsiyet. Ve yine aynı nedenlerle diğer entelektüeller tarafından yalnız bırakılmıştır. Kuşatıcı ve kapsayıcı bir entelektüelde bulunması gereken belli başlı tüm nitelikleri haiz olmasına rağmen daima sürgün ve yalnız bırakıldı.


Böyle bir entelektüel mütefekkirin entelektüel zümrelerden biri tarafından yalnız bırakılışının bir sebebi mefkûresinde inancından ve manevi boyutundan asla taviz vermeyişidir. Bir başka zümre tarafından yalnız bırakılma nedeni hiçbir kampın adamı olmayışıdır. Bir başka boyuttan yalnız bırakılışı ise onun adaletten ve dürüstlükten tavizsiz duruşudur. Sezai Karakoç sürgünü tercih etmeseydi bile işte bu gibi sebeplerden zaten yalnız bırakılmaya mahkûmdu. Entelektüelin yalnızlığı onun yalnızlığında ve yalnız bırakılışında kendisini bir kez daha açık olarak göstermiştir.

BİZE ULAŞIN