Mehmet Ödemiş: HİSTERİK BİR DURUM OLARAK ENTELEKTÜEL KOPUŞ

HİSTERİK BİR DURUM OLARAK ENTELEKTÜEL KOPUŞ
Giriş Tarihi: 22.2.2023 15:39 Son Güncelleme: 22.2.2023 15:41
Tarihin kırılma anlarından birine karşılık gelen Francis Bacon’ın “Bilgi iktidardır” mottosu, modern ve çağdaş entelektüel dünyada o kadar kabul gördü ki muktedir olmak için her yol mübah hâle geldi.

İnsan özünde en yalın ifadesiyle tuhaf olan bir hayata anlam yüklemek için düşünce üretiyor, kelime türetiyor, bilim ve felsefe gibi çeşitli yöntemlerle arayışlara girişiyor. Peki, bilgiyle ünsiyetimizden payımıza düşmesi gereken ilk ne olmalı?

Kadim felsefede bu sorunun cevabı bilgelik ve hikmet; elde edilmesi gereken ilk ahlaki nitelikse tevazu olarak cevaplanır. Geleneksel epistemolojide bilgi, ilahî bir inayet olarak âdeme verili bir lütuftur. "(Allah) âdeme bütün isimleri öğretti." ayeti celilesini pek çok mütefekkir böyle anlamıştır ki bu da her şey gibi bilginin de bir atıfet ve emanet olduğu şuurunun vücut bulmasına zemin hazırlamıştır.

Ötekine rahmet değil vahşet!


16. yüzyıla gelindiğinde ise keyfiyet ve kemiyet bakımından makas değiştirmeye başlayan bilgi anlayışı, metafizik bir dekadans yaşadı. Zamanla tevhit edici olmaktan çok parça(layı) cı, "öteki"ne karşı rahmetten çok vahşet üreten bir role büründü. İnsanın kendini keşfetme yolculuğunda ideal bir refik iken alacakaranlık kesifliğine büründü. Emanet olan bilgi, kişisel mülkiyete evrildi. Tabiatı gereği benliği gıdıklayan bilgi, egoyu kışkırtan kullanışlı bir enstrüman hâline geldi. Nas temelli epistemolojik bütünlük ve kuşatıcılık, Tanrı'dan rol çalmaya yeltenen yeni insan tipiyle birlikte büyük bir sarsıntı geçirdi. İşin ilginç tarafı nevzuhur pragmatik epistemolojide ilk tahrif ve tahfif edilen yine insanın kendisi oldu.

Evrenin başrol oyuncusu iken birdenbire sıradan bir figürana dönüşen "âdemoğlu-havvakızı", yer âleminde sahnelenen oyunun primadonnası iken alelade seyirciler arasına gönderildi. Bu düşüş çok sarsıcı olacaktı. Öyle de oldu. Öyküsünün başında yaratıcısının nefesini taşımakla övünen, O'nun suretinde yaratılmakla kendini değerli hisseden, zübde-i âlem sayılan insan; entelektüel dünyada onun biricikliğine yönelik ardı ardına gelen darbelerle sıradan bir larvaya indirgendi. İnsan bir makine, ruh makinedeki hayalet, irade illüzyon, nefs ego, bilinç beynin doğal bir işlevi şeklindeki tanımlanır oldu.

Modern bilimin epistemolojik kabulleri, varlık hakkındaki kadim irfanı reddederek yerine yeni tanımlar ikame etmiş; bu uğurda ilk yapılan epistemolojik bir darbe olmuştur. Bu yeni epistemolojide insanın ne aşkın yanı ne de metafizik ufku yer bulabilmiştir. Varlık âleminde "deneysel entellekt"in hiçbir zaman erişemeyeceği bir gerçeklik olduğu fikrine yönelik saldırı, modern bilimin mukni (!) hipotezleriyle yükselen değer hâline gelmiştir. Özellikle Charles Pierce gibi bazı modern dönem düşünürleri "bilinemez gerçeklik" fikrine şiddetle itiraz ederek bunu bir tür "metafizik maskaralık" şeklinde nitelerler. Onlara göre tek gerçeklik, bilimin keşfettiği gerçektir ve doğal dünyanın dışında başka bir varlık alanı söz konusu değildir.

Hikmetin tarifini unutan modern bilim


Merhum Sezai Karakoç, Batı'nın "kadim"in hakkını ver(e)memesinden ve anı putlaştırmakla ilgili çıkmazından bahsederken aslında en başta bilgi ile kurduğu ve sonunda tragedyaya yol açan bu hikâyesine gönderme yapmıştır. William Chittick, kadim zamanların mirası olan hikmetin tarifini unutan modern bilimin, özne ile nesne arasındaki ilişkinin kırılmasına sebebiyet verdiğini oysa gerçek bir entelektüel arayışın, yapısı gereği ancak özne ile nesnenin cem edilmesiyle amacına ulaşabileceğini yani doğru bilgiyi tahsil edebileceğini kaydeder. Pozitivist epistemolojinin bilim ve felsefede hâkimiyet kurmasıyla bu bütünlük ne yazık ki bozulmuştur.

Diğer yandan bilgiye erişmenin amacı da modern dönemde ters yüz olmuştur. Geleneksel dönemlerde ilim nefis terbiyesi, kemâle ulaşma arzusu ve yaratıcının kudretine biraz daha vakıf olmak, evrene savurduğu sırların kapısını aralayarak O'na olan hayranlığın/imanın kuvvetlenmesine katkı sağlamak için verilen bir uğraştı. Ancak modern bilimsel teşebbüslerin başat merkezi, nefsi/egoyu kendi kısır şartlarına terk edip dış dünyayı manipüle etmeyi ve sömürmeyi gaye edindi; B. Russell'ın tespitiyle "öteki"ne hükmetmek için modern devleti, doğaya hükmetmek için de modern bilimi icat etti.

Tarihin kırılma anlarından birine karşılık gelen Francis Bacon'ın "Bilgi iktidardır" mottosu, modern ve çağdaş entelektüel dünyada o kadar kabul gördü ki muktedir olmak için her yol mübah hâle geldi. Örneğin bugün hepimizin hayatına bir şekilde dokunan tıp ilmi, alanın en kadim prensibi olan "primum non nocere"ye (öncelikle zarar verme) ilkesini çiğnemeyi âdet edindi. Farmakolojik terör, kapitalist amaçlar için legalize edildi. İnsan insanın yurdu iken insan insanın kurduna dönüştü.

İlaveten başta tıp sahası olmak üzere modern bilim, geçmişte kâhinlerin ve büyücülerin kullandığı bir yöntemi güncelleyerek kitleler üzerindeki otoritesini tahkim etti. Bu yöntem; Bâtıni bir dil kullanarak sadece özel bir zümrenin bilebileceği bilgi türüne atıf yapmayı tercih etti. Tıbbın ve eczacılığın kullandığı dil, bunun açık bir numunesidir.

Entelektüel tahrif


Batı düşüncesi avrosantrik yani Batı merkezli bir düşüncedir ve bütün bir insanlığın tefekkür tarihini Batı'yı merkeze alarak okur, yazar ve değerlendirir. Örneğin felsefe tarihini Yunan merkezli olarak anlatır çünkü Yunanistan Batı'dadır. Oysa Yunan düşüncesinin arka planında Çin, Hint ve kadim Mısır felsefesi vardır. Bu düşünce gelenekleri çok fazla bilinmediği ve öne çıkarılmadığı için sanki felsefenin tarihi Yunan'dan başlıyormuş gibi anlatılır.

Bunun en önemli nedeni, gücü elinde tutan Batı'nın tüm varoluşsal ve evrensel gerçekliği kendi egosantriğini merkeze alarak tanımlamasıdır. Bu durum Batı entelijansiyasının tüm dünyaya dikte ettiği bir kurgu ve aleni bir tahriftir. Felsefe-bilimde varlık âleminin üç sacayağı olan "insan, evren ve Tanrı" üçlüsü yeniden tarif yoluyla tahrif edilirken düşünce ve bilginin tarihi de bu anakronik anlatımla tahrip edilmiştir.

Oysa Sümer'den Babil'e, Hint'ten Mısır'a, Orta Asya uygarlıklarından Çin'e kadar insanlık tarihinde üretilmiş kadim bilgeliğe dair her bilgi, bugünün bilim ve teknolojisinin teşekkülünde katkı sahibidir. Bu doğrusal eğride İslam medeniyetinin etkisi ise en kritik olanıdır. Hilmi Ziya Ülken'in vurguladığı gibi bahusus "Antikçağa ait eserlerin çevirisi sayesinde keşfedilen 'ölü' bilgi, Müslüman halkların pragmatist tutumuyla birleşince, bilimde önemli bir gelişmeye neden olmuştur."

Bilginin mutlaklaştırılması


İnsanlık tarihi boyunca bilinmeyeni bilinir kılmanın fizik ve metafizik yolları olmuştur. Yukarıda isimlerini zikrettiğimiz geçmiş uygarlıklar hem deneyi hem de deneyüstünü varlığa dair soruların yanıtlanmasında mümkün kabul ederek probleme yaklaşmıştır. Modern döneme gelinceye kadar belirli bir bilgi nevinin mutlaklaştırılmasıyla ilgili iddialar en azından nobranlık düzeyine ulaşmamıştır.


Bilim ve teknolojinin insan aklına vurduğu konfor tasması, kitlelerin gözünde pozitif bilimi muteber ve muktedir kılmıştır. Erki ele geçiren her yapı gibi bilim de gelinen noktada totaliter bir hüviyete bürünmüş ve kendi hakikatini çağın idrakine dayatmıştır. Epistemolojik inhisar, külli iddialar, aşkını yok sayış, kesinlik iddiaları sorunlardan sadece bir kaçıdır.

Özünde her bilgi zayıftır ve kuşkudan vareste değildir. Fakat zayıf bilgilerin güçlü kimselerin elinde hakikate dönüşmek gibi bir istidadı bulunduğundan modern natüralist paradigma, deneysel bilimi varlığın anlaşılmasının yegâne yolu olarak kabule zorlamaktadır. Oysa Nobel ödüllü kuantum fizikçisi Niels Bohr "Bugünün bilimi yarının mitidir." vecizesiyle bu illüzyonu ters yüz etmiştir. Einstein da "Matematik kurallar, gerçeği yansıttıkları sürede kesin değillerdir. Kesin olduklarında da gerçeği bütünüyle yansıtmazlar." diyerek matematik kesinliğe dahi şerh düşmüştür.

Haddizatında "Her bilenin üzerinde daha iyi bir bilen vardır." (Yusuf 12/76) Evrende bulunan her şey gibi insan da nakıs ve arızdır. Teknolojik bilgiyle kendi sınırlarını aşmaya çalışan insan, yaratılışına kodlanan öğrenmenin ve davranmanın sınırlarını zorlarken bu gerçeği göz ardı etmektedir.

Aslında düşünce tarihi boyunca geliştirdiğimiz fizik ve metafizik, duyusal ve rasyonel bilme yöntemleri; hiçbir bilgi türünün mutlak olamayacağını bize çoktan öğretmiştir. Haddizatında hiçbir epistemoloji, mutlak olmak zorunda değildir. Eğer varsa varlığı kavramak, yaşam bir anlam içeriyorsa onu kesbetmek ve hakikat nasıl bir şeyse ona ulaşmak için farklı paradigma ve kültürlerden doğan biliş yollarının mümkün hatta zorunlu olması icap eder.

Hasılıkelam; bilgi dün olduğu gibi bugünde en değerli biriciğimiz, kıymetlimizdir. Kusur onda değil, onu emelleri içim suistimal eden talibindedir. Bilgi insana verili bir emanet, bilmekse bir marifettir. Bilgiyle hikmetin, ilimle irfanın, fizikle metafiziğin, içkin olanla aşkın olanın ve nihayet insanla Tanrı'nın yeniden ülfet sağladığı fantastik/muhayyel bir dünyaya uyanacağımız günler hayaliyle…

BİZE ULAŞIN