Günümüzde bilgi, donanım ve tecrübe sahibi kişi olarak kullanılan entelektüel kavramı, temelinde bir felsefi kavram ve Aristoteles'in "entelekya" (entelequia) teriminden türüyor. Entelektüelin felsefedeki karşılığı nedir?
Evet, bu kelimeler arasında bağ var. Entelektüel akleden, düşünen, farkına varan anlamına geliyor. Aristoteles'teki "entelekya" kelimesinin karşılığı varlığın nihai amacının tamamlanması demek. Entelektüelin birinci dayanak noktasının tamamlanmış bir varlık olduğunu söyleyebiliriz. Entelektüel ve "intellek" kelimesi 14. yüzyıla ait Latinleşmiş bir kelime. Aristoteles felsefesi bize bir amaç koyuyor; iyi insan olmak, bilge insan olmak, bilginin peşinden koşmak. Başlangıçta Batı düşüncesinde "intellect" bir düşünme yetisidir. Orta Çağ'da kazanılan çok önemli anlamı ise; hakikati kavrayabilme gücü... İnsanda öyle bir nokta var ki hakikati kavrayabilir. Modernite öncesine Descartes'a kadar devam ediyor bu "intellect"in özel yönü. Descartes'tan sonra Kant'la beraber "intellect" ikinci dereceye düşüyor. "Reasons", akıl geliyor. Buradan "entelektüel"e geliyoruz, entelektüel dediğimiz adam 1700'lü yılların adamıdır.
Entelektüelin kim olduğu ne olup ne olmadığı konusunda tümüyle müşterek bir algıdan söz edebilir miyiz? Entelektüelin doğuşu, ortaya çıkışı ne anlama gelir, tarihçesi nedir?
Elimizde üç kelime var; entelektüel, münevver, aydın. Terimlerin kendi bağlamı, coğrafyaları ve tarihçeleri vardır. Münevverin bağlamını tarihçesini arayacağımız yer 1800'lü yıllar ve İstanbul'dur. Ama entelektüelin tarihini arayacağımız yer Batı dünyasıdır. Her toplumun düşünce önderleri var. Bunlar Mısır ve Mezopotamya'da bugünkü anlamda profesyonel diyeceğimiz önder rahiplerdi. Profesyonel demek; devletin hizmetlisi, memurlarıydılar. Devletin sorunlarını hallediyorlardı, kimisi geometriyle, kimisi matematikle uğraşmıştır, astronomi, hukuk, kimisi vergi sistemi vb. yerlerde uzmanlaşmış ve toplumun doğrudan parçalarıdır bu adamlar. Burada bağımsız isimler yok. Antik Yunan'a geldiğimizde isimler çıkıyor karşımıza. Filozof dediğimiz adamlar çok tanrılı bir din anlayışının adaletsizliğe yol açtığını düşündüklerinden dolayı"tek tanrıcı" bir fikirle karşımıza çıkıyorlar. Bu fikrin de özü politik. Politik demek gündelik siyaset demek değil, adalet ve hakikat problemiyle ilgilenmek demektir.
Modern çağa gelene kadar Batı devlet yapısı tarihsel ve ideolojik bükülmelerden yeni bir aydın tipi doğurdu, öyle mi?
Orta Çağ denen dönemde tektanrıcı din ağırlıklı toplumlarda her zaman eski Yunan'da, ilk filozofların dini yönü vardı. Orta Çağ'da yeni bir figür ortaya
çıkıyor; bu da kilise bağlamındaki Augistunus gibi filozoflar. Batı bağlamında sonradan Rönesans denen sürece giriyoruz. Bana göre bu, fikri anlamda geriye dönüştür; eski Yunan'a dönülüyor ve yeniden birey ortaya çıkıyor. Burada modern denen devlet yapısı karşımıza çıkıyor. Devletin özü şu: Modern mdevlet meşrutiyetini dinden değil, kendi gücünden alacak. Antik Yunan'da devlet politika ve ahlak ağırlıklıdır. Orta Çağ'da ise din ağırlıklıydı. Modern devlet ahlakı da dini de kendi kontrolüne alacaktır. Buradan ortaya çıkan yeni figürün sembolik ismi Makyavelli'dir. Bundan sonra akıl ve dünyevi güç bağlamında devleti meşru kılmaya çalışan bir aydın tipiyle karşı karşıyayız. Bu aydın tipi aynı zamanda prense yol gösterecek aydın tipidir. Rönesans'tan 1900'e doğru gelelim; burada burjuva denen sınıf yeni bir kültür, yeni bir değer anlayışıyla karşımıza çıkıyor. Ve bugün aydın diyebileceğimiz, entelektüel diyeceğimiz gerçek tiple karşılaşıyoruz. Bu tip; burjuva özgürlüklerini, burjuva mülkiyet hakkını, burjuva ifade hakkını savunan bir tip... Burjuva aydınları: Tipik örnekleri Locke.
Tanzimat'tan beri uzun süre entelektüellerimizin büyük çoğunluğunu Batı hayranı ama bunun yanı sıra kendi kültürlerine mesafeli insanların temsil ettiği söylenir. Bu bakış açısını da dikkate alırsak bizim entelektüelimizin en sorunlu yönleri ya da hatalı yaklaşımları neler oldu?
İstanbul'da devlet eliyle Batılılaşma olacak. Avrupa'da almış başını gidenler burjuva ve bunların ideologları. Burjuva filozoflarından Locke köle ticareti
yapmış bir adamdır. Batı'ya karşı da değilim, yandaş da değilim. Süreci anlamak istiyorum. Devlet eliyle Batılılaşma başlıyor; kimse kimseyi kandırmasın, teknolojisini alınca kültürünü de alıyorsun. Kültür ve teknoloji yaşadığımız çağda iç içe geçmiştir ve aynı kültür ve teknoloji Benda'nın o
kutsal aydınlarını da paramparça etmiştir. Aydınlanma'nın da etkisiyle dönemin yazar-çizerleri Aydınlanma'ya karşılık olarak tenvir edici, aydınlatıcı münevver figürünü kullanıyor. Devlet içinde yetişen ve devlete bağlı münevver… Türkiye'de münevver gelmeden Batı'da üç entelektüelle karşılaşıyoruz: Monarşiyi savunanlar, 1700 ve 1900'lerin başı. Tocqueville mesela Amerikan yerlilerine yapılan soykırımı eleştirirken Fransa'nın
Cezayir'de yaptığını meşru görüyor. Aydınlar hep çift yönlüdür; özsel anlamda sahtekâr ya da hakikat yanlısı gibi değerlendirmelerden
kaçınmak gerekir. İkincisi, burjuva fikirlerinin yandaşı ve savunucusu aydınlar ve üçüncü tip devrimci aydınlar, burjuva toplumunu yıkmak isteyen aydınlar.
Peki, Cumhuriyet dönemi entelektüellerini ya da entelektüel kategorilerini en bariz yönelimleriyle nasıl tarif edersiniz? Bu dönem entelektüellerimizin artıları ve eksileri neler olmuştur sizce?
1800'lerin ikinci yarısında Türkiye'de Tanzimat yenileşme hareketleri başlıyor. Ve burada Batı'yı örnek alıyorsun. Üç tane Batı var karşımızda; birincisi
monarşi, monarşiyle burjuva çatışıyor. İngiliz İmparatorluğunu yaşatan sürdüren şey burjuvadır. Rusya'nın I. Dünya Savaşı'nda yıkılmasının sebebi oradaki burjuvanın zayıf olmasıdır. Fransa'da yaşamasının sebebi Fransız burjuvazisidir. Tek tip bir Batı göremeyiz. İmparatorlukları yaşatan şey burjuvanın makinalar üzerindeki hâkimiyetidir. Yani Sanayi Devrimi. Makinalar imparatorluk yıkar, imparatorluk kurar ve makinaların sahipleri burjuvadır. Bizimkiler monarşist burjuva fikirlerle iş yapmaya çalışıyor ama bizde burjuva yok. Bizde ulema, seyfiye, asker var, okumuşlar var. Aydın her zaman politik meselelerle alakalıdır. Osmanlı İmparatorluğu'nun üretim tarzı Batı'yla yarışabilecek düzeyde değil. Çözümü yenileşme hareketleriyle buluyorlar, Osmanlı devlet eliyle Batılılaşma başlıyor. Birdenbire yeni adamlar ortaya çıkıyor. Mühendishane açılıyor, Tıp fakülteleri açılıyor, modern eğitime devlet eliyle geçiliyor.
Bizdeki aydın kesimi hep saraya yakın çevrelerden yetişiyor. Eski paşazade çocukları ya da devlet eliyle okutulmuş adamlar. Ortak kaygıları devleti kurtarmak... Devleti kurtarmak için tek çare Batılılaşma görülmüş, Batılı aydın örnek alınmış. Entelektüel yerine münevver denmiş. Aydın kurtarıcı fikri nerden geldi? Batı'dan burjuvayla beraber geldi. Burjuva yeni bir düzen kurmak istiyor, yeni düzenin de entelektüeli kurtarıcı aydınlatan
adam. Ve burjuvanın aydını burjuva sınıfıyla bağlantı içinde… Fransız Devrimi'ni yapan adamlar üretici burjuva değildi, avukatlardı, doktorlardı. Monarşiyi, eski devleti yıkmaya çalışıyorlardı, biz ise eski düzeni kurmaya çalışıyoruz. Eski düzeni kurmak için eskiden beri Enderun'da kendi yetiştirdiğimiz adamları şimdi Batı tarzı mekteplerde yetiştirmeye çalışıyoruz. Abdülhamit zamanında askeri rüştiyeler vs. her şey kuruluyor ve bu adamların adı münevver oluyor. Türkiye'de münevverin işi devleti kurtarmak, vatanı kurtarmak ama bunu yaparken kendi eleştirisini yapmıyor; aydın "ben buna muktedir miyim?" diye sorar.
Cemil Meriç'in Entelektüellerin İhaneti kitabının yazarı Benda'ya yönelik eleştirisi bu noktada tefrik edici: "Benda, 'Önce hakikat, sonra vatan' diyor". Bu mümkün mü? İki milledövüşürken, yükselen bir sınıf eski imtiyazların yerini almaya hazırlanırken, hakikati nasıl söyleyebiliriz?
Benda'nın "kutsal aydın" dedikleri adaleti savunan adamlar. Bizdeki post-solcu muhafazakârların sorunu Allah'ın hakikat ve adaletiyle olaylara bakamamak… Benda'nın ihanet eden aydınları fanatikleri çıkarların peşinden gidenlerdir. Benda'nın ihanet ediyor dediği dini ve kutsal değerlere ihanet eden burjuva yazar-çizerleri. Muhafazakâr olamayan adamlar yani. Bizde hep devleti korumak var. Münevverimiz devleti kurtarmaya çalışıyor; ya asker ya hekim devletin içinden.
Cumhuriyet dönemi entelektüellerini ya da entelektüel kategorilerini en bariz yönelimleriyle nasıl tarif edersiniz? Bu dönem entelektüellerimizin artıları ve eksileri neler olmuştur sizce?
Bizde muhafazakâr ve Batı yanlıları doğru düzgün eleştiri yapmıyorlar. Batılılaşma yandaşları ciddi bir siyasi güç elde ediyorlar ve devlet eliyle yukardan daha mekanik, daha ideolojik bir Batılılaşma Cumhuriyet'le beraber sürüyor. Cumhuriyetle beraber
üç aydın tipi var: Birincisi devletin ideolojisini taşıyan, canı gönülden taşıyan, Cumhuriyetle beraber Osmanlı'nın Batılılaşma hareketi şahikaya çıkıyor. Devlet eliyle aydın standart şekilde yaratılmaya başlanıyor. Asker, öğretmen, mühendisle beraber yurdun her yerine aydınlanma zihniyeti yani Batı'nın eleştirdiği burjuva zihniyeti yayılıyor. Bu süreçte muhafazakârlar sadece kontrada kalıyorlar, sadece reaksiyon gösteriyorlar, aksiyon yok. Cumhuriyet'in ilk yıllarında muhafazakâr olan aydınlar çok ilginçtir, devletin dışında kalıyorlar. Benim için bunlar izafi kavramlar ancak "ilerici" olduğunu düşünenler, "at sineği" olması gerekenler, Sokrates'i hatırlayalım, devletin ideologları haline geliyorlar. Devletin resmi yazarları haline geliyorlar ve çoğu milletvekili oluyor. Tuhaf şekilde bu milleti, devletin değerlerini korumak isteyenler de devletin dışında kalıyor. 50'lere kadar muhalifler muhafazakârlar; kartlar farklı şekilde karılmış. 1890'larda başlayan komünist örgütlenmeler özellikle Sovyet ihtilalinden sonra Türkiye'de de bir komünist parti kuruyorlar ve bu sefer de solcu aydınlar çıkıyor. Cumhuriyet'in ilk yıllarında 1950'lere gidene kadar karşımızda üç tür aydın var. Devletin resmi aydınları, Cumhuriyet'in fikirlerini evrensel ve hakikat olarak gördüğünden aydının temel dinamiği olan muhalifliği yapmıyor, sorgulamıyor direkt savunuculuğunu yapıyor. Gramschi'nin deyimiyle "organik aydınlar" bunlar. Belli bir gücün, iktidarın, belli bir sınıfın çıkarlarını
savunan aydın. Diğeri 50'lere kadar muhalif olan muhafazakâr aydın.
Entelektüelin halkına ve çağına karşı olan sorumluluğu ve ahlaki sadakati, dogmatik veya şekilci olmamakla korkak ve oportünist olmamak arasındaki özgür bir duruşla kendisini gösterebilir mi?
"Literatus" diye bir kavram kullandık. Okumuş yazmış adam. Türkiye'de hala estetik beğenisi olan, yemek beğenisi olan beyefendiler var. Tipik literatuslar. Geçmişin yüksek beğenisiyle dolu olduklarını düşünür, yüksek edebi zevki vardır. Canetti'nin Körleşme'si gibi okurlar, çizerler
büyük entelektüel zevk alırlar, bir anlamda aydınlardır bunlar. Yaşadıkları dünyanın normlarını sorgulamazlar. Estetiğini, sanatını sorgularlar ama neoliberal dünyanın düzenini sorgulamazlar. Şikâyet halindedirler, insanları zevksiz bulurlar ama gerçek karşılıkları yok. Önemli metin araştırması yapabilir, resim üzerine, Shakespeare üzerine yazabilirler, düzenle ilişkileri yoktur.
Diğer tip, geleneksel toplumdan gelen fikir işçisi, fikir üreten adam. Günümüz neoliberal kültürün dünyasında sığlaşma var. Benda'nın savunduğu yüksek kültürcülük, Benda'nın savunduğu hümanizm endüstri toplumunda artık pazarlanabilir hale geldi. Benda'nın ihanet eden burjuva aydınları da kalmadı, uzman haline geldiler. Kim bu uzmanlar; televizyoncular, reklamcılar, kanaat önderleri, spor yorumcuları, teknik elemanlar. Bilgi üretiyorlar ama entelektüel değiller, entelektüel olmak için yaşadığımız dünyanın bütününügörmemiz gerekiyor. Öncü devrimci aydınlar da yok artık. Bu dünyanın entelektüeli inovasyon peşinde koşan adamlar! Yaşadığımız dünyanın neoliberal öznesi artık düşünmüyor. Özne düşünmüyorsa entelektüele de gerek yok. Yaşayan bir damar var elbette ama çoğunlukla uzmanların dünyasındayız. Okur-yazarlık dersi veriyorlar; medya okuryazarlığı, kişisel gelişim okuryazarlığı, finans okur-yazarlığı gibi… Sığlığın dibine vurmuş durumdayız.
Ülkemizde sıkça karşılaştığımız üzere kendi ideolojik yaklaşımına uymayan her icraatta, her fırsatta ülkesini yabancı ülke ve güçlere şikâyet eden bir entelektüel zümreyi nasıl tanımlamamız gerekir?
Bu özsel bir şey değil, bizi Batı'ya şikâyet eden adamlar entelektüel değiller. Entelektüel denen adam sorumluluğu alabilen adamdır, bir rahatsızlık varsa eğer düzeltirsin. Entelektüeller çeşit çeşit olabilir; karşı çıkılabilir, bazılarını Benda gibi beğenebiliriz, bazılarını devletin görevlisi olarak görürüz
ki Cumhuriyet'te böyleydi, tek tanrılı dinlerde ortak bir şey gördüm; peygamberler her toplumun merkezi tarafından taşlanmışlardır. Çünkü yaşadığı dünyanın adaletsizliğine ve hakikatsizliğine karşılardı.
Entelektüellerimizin eski dilinen vakıf olmadığı gerçeğini ne şekilde yorumlamak gerekir?
Platon'un Diyaloglar'ının sonunda bir konuşmacı çıkar ortaya o konuşmacı hep yabancı diye adlandırılır. Özellikle devlet adamı diyaloğu vardır; diyalogta yabancı konuşur. Bunu çok düşündüm neden yabancı? Çünkü yabancı yaşadığı toplumla arasına mesafe koyabilendir.
Asr Suresi de bunu der "Asrı düşün insanların büyük çoğunluğu zarardadır." Zararda olan bir toplumla ben neden uzlaşayım? Sabrı ki sabır direnmektir, iyiliği, hakikati, adaleti tavsiye edenler hariç. Bir adaletsizlik var, göster ama meşrulaştırma, diren demek bu. Neoliberal dünyanın söylemlerini, nomosunu çatlatmak yeni söylemler, yeni bir eleştiri getirerek buradan çıkabiliriz. Bu dünyada adaleti belki tahsis edemem, adaleti aradığım için adaletin ne olduğunu da bilemem ama adaletsizlikleri gösterebilirim, adaletsizliği bilirim. Şüphe yok ki en adil varlık Tanrı'dır dediğim anda sürekli bir adalet arayışı içerisinde olurum. Bu arayışa adım adım gidilir yolu kapatılamaz. Geçmişin ruhlarıyla söyleşmemiz lazım, geçmişin ruhları geçmişin metinlerindedir. İster batıda ister doğuda önemli metinleri bugüne kazandırmak, dini metinleri bugüne kazandırmak oradaki hakikati açığa çıkarmaya çalışmak. Geçmişi şimdide geleceğe açabilen kişi varsa benim için entelektüel odur.
PROF. DR. CENGİZ ÇAKMAK KİMDİR?
Prof. Dr. Cengiz Çakmak lisans, yüksek lisans ve doktora eğitimlerini İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümünde tamamladı. Uzmanlık alanları Antik Çağ felsefesi ve 20. yüzyıl felsefesidir. Klasik dillerden metinleri dilimize kazandıran Prof. Dr. Cengiz Çakmak'ın ulusal ve uluslararası alanda birçok yayını bulunmaktadır. Çok sayıda öğretim üyesi yetiştirmiş olan Prof. Dr. Cengiz Çakmak halen İstanbul Üniversitesi Felsefe
Bölümünde ders vermeye devam etmektedir.