H. Şule Albayrak: LGBT HAREKETİNİN GELİŞİMİ, KURUMSALLAŞMASI VE BATI MEDENİYET PROJESİNE DÖNÜŞÜMÜ

LGBT HAREKETİNİN GELİŞİMİ, KURUMSALLAŞMASI VE BATI MEDENİYET PROJESİNE DÖNÜŞÜMÜ
Giriş Tarihi: 16.11.2022 10:47 Son Güncelleme: 16.11.2022 10:47

Eşcinselliğin tarih boyu varlığını sürdürdüğü; her toplumda kültür, değer, hukuk ve inanç bağlamlarında değerlendirilerek hastalık veya normal dışı bir olgu olarak görüldüğü söylenebilir. Günümüzde yeni olan şey eşcinselliğin bir kimlik olarak kamusal taleple ortaya çıkışı ve norm yıkıcı bir harekete dönüşmesidir. Bedenin ve cinsiyetin doğal olmayıp kültürel olarak inşa edildiği fikriyle radikal toplumsal inşacılığın temsilcisi olan Butler'ın (2014) fikirleri son 20 yıl içinde cinsiyet çalışmalarında popülerliğini artırarak queer aktivizminin temelini oluşturuyor. Akademik sınırları aşıp sivil, politik ve sosyal aktivizm alanlarında popülerleşen bu yaklaşım, ülkemizde de son yıllarda çokça ilgi görüyor.

Toplumsal cinsiyetten LGBT'ye uzanan yolda en önemli dönüm noktası, cinsiyetin doğal haliyle ikili ayrımına dayalı açıklamadan, yani biyolojik izahtan sosyal süreçlere işaret eden söyleme yönelim olduğu görülüyor. Cinsiyete dair biyolojinin temel alınmasını özcü bularak reddeden queer, Butler'ın açtığı yolda cinselliğin toplumsal ve kültürel olarak şekillendirildiğini savunur ve anormal ya da gayri tabii olarak tanımlanan tüm cinselliklere kucak açan radikal bir harekete dönüşür. Sosyal yapının ve sabit kimliklerin eleştiri aracına dönüşen queer, sosyolojiden coğrafyaya, tarihten medya çalışmalarına, edebiyattan kültürel çalışmalara birçok alana dâhil edilir.

Eşcinsel hareketin 20. yüzyıldaki yükselişi, kurumsallaşması ve küreselleşmesi çeşitli aktör, kurum ve hareketlerin öncülüğünde gerçekleşti. 1960'larda yükselişe geçen eşcinsel aktivizmi sosyal, siyasal, hukuki ve tıbbi birçok alanda hak taleplerinde bulunarak bunun için örgütlü faaliyetler gerçekleştirdi. Soğuk Savaş'ın bitimiyle Batı ve Batı dışı ülkelerde hızla örgütlenen LGBT grupları, kimi devletler ve küresel kapitalizmin desteği ile güçlenerek ulus-aşırı ve ulus-üstü kuruluşlar aracılığıyla medeniyetin ve modernitenin göstereni şeklinde kurgulandı ve Batı'nın kendini diğerlerinden ayrıştırmasına yarayacak yeni bir güç alanına dönüştü. Çoğu zaman eşcinsellik savunuculuğu medeniyet savunuculuğuyla özdeşleştirilerek eşcinsel hareketin söylemine eleştirel yaklaşım barbarlıkla bir tutuldu. Bu durumun küresel siyaset alanında tahakkümü meşrulaştırıcı sonuçları ortaya çıkardığı görülüyor. İşte bu yazı, eşcinsel hakları söyleminin küresel hegemonya ilişkilerine yansıma biçimini ışık tutmaya çalışır.

Eşcinsel hareketin en rüzgârlı dönemi

Hızlı bir endüstrileşme ve kentleşmeye paralel olarak yoğun bir sosyal değişimin yaşandığı Almanya'da ve diğer Avrupa ülkelerinde I. Dünya Savaşı sonrasında eşcinsel kulüp ve barlarda artış gözlenir. 1930'larda bir azalış olsa da II. Dünya Savaşı, eşcinsel aktivizminin yeniden sahneye çıkması için uygun koşulları ortaya çıkardı. Eşcinsel hareket için asıl rüzgâr ise 1960'larda gençler arasında militan aktivizmin yükselişe geçtiği, Vietnam Savaşı'na tepkilerin seslendirildiği, işçi sendikalarının, etnik, ırksal azınlıkların ivme kazandığı ve sonuç aldığı dönemdir.

1960 ve 1970'lerin cinsel özgürlük talepleri sırasında özelikle 1968 eylemleri döneminde eşcinsel aktivizmi yeni bir biçim alır. Bu döneme damgasını vuran Stonewall eylemleri eşcinsel harekete ivme kazandırır. 1973'te Amerikan Psikiyatri Birliğinin eşcinselliği hastalık listesinden çıkarması, eşcinsel aktivistler için önemli bir başarı olarak değerlendirilir. Avrupa'da hızla yayılan ve kurumsallaşan hareket kısa sürede eşcinselliğin suç olmaktan çıkarılması, tanınması ve yasal haklar elde edilmesi yolunda önemli kazanımlar elde eder.

2000'lere gelindiğinde "cinsiyet kimliği" (gender identity) kavramı queer hareketin siyasetinde merkezi bir yer bulur ve bu dönemde eşcinsel hakları için kurulan organizasyonlarda büyük artış gözlenir. Eşcinselliğin hukuki koruma altına alınması yönünde sonuçlar elde edilir ve eşcinsel evlilikler birçok ülkede yasallaşmaya başlar. Tüm bu süreçte toplumsal rızanın oluşturulması için önemli çalışmalar yapılır, nitekim kamuoyu görüşleri 1960'lardan bugüne büyük değişim göstermiştir. Mesela ABD'de eşcinsel evliliklerin yasallaştırılmasına dair kamuoyu desteği 1988'de %11 iken 2016'da %60'a yükselmiştir.

Batılı LGBT aktivizmi, toplumsal kabul ve haklara ulaşım için görünürlüğü gerekli görür ve bu yaklaşım her ne kadar Batı merkezli olmakla eleştirilse de Batı dışında da büyük yankılar uyandırır. Bu anlamda küreselleşen ve Batı dışı ülkelerde de her sene yapılmakta olan yürüyüşler, hakların elde edilmesi ve toplumsal kabule giden yolda gerekli olduğu varsayılan görünürlüğü sağlama yoludur.

Eşcinsel kimliğin kârlı bir pazar olarak değerlendirilmesi

Ailenin gelenekselliğinden arınması ve 1960'larda yükseliş gösteren toplumsal hareketler, eşcinsel hareket için uygun zemin hazırlarken; ayrıca insan hakları vurgusu öne çıkar ve artan tüketim döneminde kimlik ile bireysel tüketim iç içe geçer. Bu da eşcinsel alt kültürün gelişmesini sağlar. Fakat eşcinselliğin yükselişinin küresel kapitalist sistemle olan ilişkisi çoğu zaman gözden kaçar. Oysa modern kapitalizmin cinsiyetler arası rol ilişkilerine, ailenin organizasyonuna, insanlar arası ilişkilere dikkat çekici etkileri vardır.

Demokratikleşme söylemlerinin eşlik ettiği bu süreçte Batı ülkelerinde mahrem ilişkilerin ya da cinselliğin tümüyle bireyin alanı olarak değerlendirilmesi (kilise ve devletin etkisinin azalması) eşcinselliğe alan açar, kapitalizmin açtığı yolda ücretli iş ve refah devletinin sunduğu imkânlar bireylerin ilişkilerindeki seçeneklerin de artışına imkân verir. Dolayısıyla eşcinselliğin görünürlüğündeki artış sadece kültürel küreselleşme ve internet nedeniyle değil daha temelde modern kapitalist dünya sistemine artan entegrasyonun yol açtığı sosyoekonomik gelişmelerle bağlantılıdır.

Özellikle 1990 sonrasında neoliberalizm, eşcinsel kimliği ve yaşam tarzını kârlı bir pazar olarak değerlendirir, bu dönemde medya özellikle de televizyonlar eşcinsel kimliğin görünürlük kazanmasını sağlar. Böylece eşcinsel hareket, politik kimlikten kültürel ve tüketimci bir kimliğe geçiş aşamasında piyasa güçleriyle kol kola hareket eder. Piyasa tarafından keşfedilen eşcinsel kimlik kolayca metalaştırılır, arzu nesnesine dönüştürülür ve reklam verenler eşcinsel kimlikten faydalanmayı ürünlerinin pazarlanması açısından kârlı bulmaya başlar. Neoliberal özgürlük söyleminin eşlik ettiği bu gelişme, artan dijitalleşmeyle daha da hızlanır ve yaygınlık kazanır.

"Transseksüellere zarar veren şirketlerimize zarar vermiş olur"

Neoliberalizmin ürettiği finans ve dijitalleşmeyle ortaya çıkan yeni elitler, bağışlarını artık geleneksel konular üzerinde çalışan kuruluşlara yapmak yerine sosyal mühendislik yönü ağır basan eğitim, sağlık ve eşcinsellik alanlarına yöneltirken, eşcinsel dernek ve vakıfları finanse etmeyi tercih ederler. Bununla birlikte küresel şirketler, LGBT konusunda açık politik tavır almaktan çekinmezler. ABD Başkanı Trump döneminde içlerinde Apple, Google, Uber, IBM, Microsoft, Facebook, Amazon'un da yer aldığı 56 teknoloji ağırlıklı şirket, Trump yönetiminin cinsiyet politikalarına karşı yayınladıkları ortak bildiride şu ifadelere yer verir: "Transseksüeller bizim sevgili aile üyelerimiz, arkadaşlarımız ve değerli takım arkadaşlarımızdır. Transseksüellere zarar veren şirketlerimize zarar vermiş olur."

Küresel sistem kurumlarının eşcinsellik normunu dünyaya kabul ettirmedeki çabalarını gelişmekte olan veya gelişmemiş ülkelere yönelik uygulamalarında gözlemlemek mümkün. Uganda Cumhurbaşkanı Museveni tarafından bir eşcinsellik karşıtı yasaya Şubat 2014'te onay verilmesi üzerine Dünya Bankası Uganda'ya yapacağı 90 milyon dolarlık yardımı askıya aldı. Bundan sonra Dünya Bankası ile IMF LGBT'yi desteklemek üzere "It gets better" isimli ortak bir kampanya başlattı. Küresel kapitalizmin öncü kurumlarının eşcinsellik savunuculuğuna tanık olduğumuz bu dönemde kapitalizm ile lgbt arasındaki bu tarz iş tutuşlar homokapitalizm olarak değerlendirilir. Yani kapitalizm ve eşcinsellik savunuculuğu üretkenlik ve kar üzerinden iş birliğine yönelir. Ancak Uganda örneğinde görüldüğü gibi küresel sermaye kurumlarının desteğine ihtiyaç duyan kurum ya da ülkeler için eşcinsellik konusu bir sınanmaya döner.

Devletlere yönelik bu tür kapitalist baskı mekanizmaları bireysel itirazlara da göz açtırmaz. Bir çok benzerlerinde görüldüğü gibi örneğin Amerikalı gazeteci Abigail Shrier çocuklara uygulanan cinsiyet ameliyatlarına getirdiği eleştirileri içeren kitabı sebebiyle küresel şirketlerin gazabına uğrar, Amazon kitaba ambargo koyarken Youtube da engelleme getirir.

Avrupalı olmanın bir alametifarikası

Birçok aktivist için Avrupa geneline yayılacak eşcinsel aktivizmi sadece haklarla ilgili olmayıp Avrupa'nın nasıl olması gerektiği konusunda bir ideal ortaya koyar. Böylece Avrupalı kimliğine yeni bir ayırıcı vasıf daha eklenir ve eşcinsel hakları savunusu Avrupalı olmanın bir alametifarikası olarak benimsenir. Zira artan şekilde eşcinsellik ve eşcinsel haklarının Avrupalı ve Batılı değerlerle özdeşleştirildiği görülüyor.

Son yıllarda, yükselen İslamofobinin dışavurumu olarak Müslümanların Avrupalı, Batılı aidiyetlerini reddeden tutumun önemli gerekçelerinden biri eşcinselliğe yaklaşım farkında kendini gösteriyor. Medeniyet üstünlüğü söylemi yeniden üretilerek eşcinsellik savunusu üzerine bina edilmiş olan Avrupalılık retoriği, medeniyeti kendi inhisarında görmekle birlikte aynı oranda eşcinsellik savunusu yapmayan kişi ve toplumları Avrupa ve Batı standartlarının gerisinde kalmakla ve medeni olmamakla itham ediyor. Böylece eşcinsellik savunusu üzerinden bir devlet milliyetçiliği tesis edildiği belirtiliyor. Yani eşcinsel kimlik devletler tarafından sahipleniliyor; böylece hem içeride hem de dışarıda nüfusun bir kısmı (LGBT) sisteme dâhil edilirken barbar olarak tanımlanan bir kısım ise (çoğunlukla Müslümanlar) dışarıda bırakılıyor.

Homomilliyetçilik

Devlet, kapitalizm ve cinsellik arasındaki ilişkileri yeniden düzenleyerek Batı merkezli politik statükonun devamına yarayan LGBT politikalarının sahiplenilmesini homomilliyetçilik kavramıyla açıklayan Puar'a göre homomilliyetçilikten en fazla fayda sağlayan devletler İsrail ve ABD'dir. İsrail'in Filistin'e yönelik saldırılarını artırırken Müslümanlara vatandaşlık haklarını vermeyişi, buna karşılık eşcinselliği desteklemesi ve İsrail'i eşcinseller için en uygun yer olarak tanımlaması, homomilliyetçilikle açıklanabilecek bir husustur.

Kısaca, Avrupa ve Batı üstünlüğünün bu defa eşcinseller üzerinden kurulması için yeni bir söylem ve eylemsel güç alanı oluşturulmak istendiği söylenebilir. Özellikle Müslüman toplumlar bu bağlamda Batılı değerlerin ve bu yeni tür milliyetçiliğin gazabına en sık uğrayanlardır.

Yeni emperyal hegemonya aracı: LGBT

Eşcinsellik konusunun küresel bir meseleye dönüşmesinde BM gündemine girmesi ve BM kurumlarınca meşru muhatap olarak görülmesi önemli gelişmelerdir. Bu açıdan 2011'de Amerikan Dışişleri Bakanlığı döneminde Hillary Clinton'un BM Genel Kurulu'nda yaptığı konuşma önemlidir. Clinton: "Eşcinsel hakları insan haklarıdır, insan hakları eşcinsel haklarıdır" diyerek konuyu uluslararası sistemin gündemine getirmiştir. Ancak bu yeni insan hakları söylem ve rejiminin Batılı devletler tarafından Batı dışı ülkeler üzerinde "azınlığı korumak" şeklinde çerçevelenerek emperyalist politikalara dönüşme riski göz ardı edilir. Öyle ki, Clinton'a göre eşcinselliği ciddiye almayan devletler ABD'den yardım almayı hak etmemektedir. Bu açıdan eşcinsel haklarını destekleyen devletler ve desteklemeyenler şeklinde bir ayrım öne sürülür.

Bu durumda "LGBT hakları" söyleminin mevcut küresel sistemin devamı ve küresel hegemonik iktidarın sürmesi için işlevsel bir araç ve söylem olarak kullanıldığı söylenebilir. Bilhassa tarafların asimetrik güçleri dikkate alındığında eşcinsel hakları söyleminin emperyal hegemonyanın sürdürülmesine yarayan önemli araç olarak değerlendirildiği ve küresel sermayeye muhtaç Batı dışı toplumlar için bir sopaya dönüştüğü görülüyor.

Yapılan yasalar ve yeni uygulamalar, eşcinsel hakları söyleminin evrensel insan hakları çerçevesinde değerlendirmeye yönelik normatif bir temel kurgulandığını ve buna itirazın Batılı ülkelerde her geçen gün daha da zorlaştığını, bu anlamda ifade özgürlüğünün kolayca kısıtlanabildiğini gösteriyor. Bu defa oluşturulan hiyerarşide "biz" ve "ötekiler", "medeni" ve "gayri medeni" ayrımları LGBT savunusu üzerinden yapılıyor. Böylece küresel yönetici elitler hem kendi toplumları içinde hem de Batı dışı toplumlar üzerinde kontrolü sağlamanın yeni bir aracını elde etmiş bulunuyorlar.

Dahası hiyerarşi kurucu söylem inşa edilirken çağdaş dünyada Müslümanlar bu hiyerarşinin en altında konumlandırılıyor. Müslümanların önemli bir kısmının Batılı LGBT hakları söylemine yönelik eleştirel tutumları "gayri medeni" Müslüman imajını yeniden üretirken yükselen İslamofobiye malzeme sağlıyor ve Müslümanların insan haklarına ulaşımına engel konulmasına yol açabiliyor.

BİZE ULAŞIN