Yıldız Ramazanoğlu: OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE KADINLIĞIN YENİDEN TANIMLANMASI -1

OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE KADINLIĞIN YENİDEN TANIMLANMASI -1
Giriş Tarihi: 17.11.2022 13:47 Son Güncelleme: 17.11.2022 13:47
Tanzimat’la ilgili düzenlemelerin Osmanlı toplumundaki etkilerinin açıkça görüldüğü ve Sultan Abdulaziz’in Osmanlı İmparatorluğu’nun başında bulunduğu yıllar (1861-1876) kadınlar için değişimin başlangıcı oldu.

Aydınlanma çağı kadın haklarının Avrupa'da ilk kez gündeme gelmesiyle de önemlidir. Kimi erkek düşünürler kadınların özgürleşmesinden söz ederken bir kadın öne çıktı ve Fransız Devrimi'nin başında Olympe de Gouges Déclaration des droits de la femme et de la citoyenne (Kadın ve Kadın Yurttaş Hakları Bildirisi) yazdı. Bildiri İngiltere'deki kadınları harekete geçirdi. 1792'de Mary Wollstonecraft'in A Vindication of the Rights of Women
(Kadın Haklarının Bir Savunusu) adlı kitabı yayımlanınca ortalık karıştı.


Eserde kadınların yalnızca erkekleri hoşnut etmek için yaratıldığı fikri yerle bir ediliyor, kadının eğitimde, iş dünyasında siyasette ve toplumsal hayatta
erkekle aynı muameleyi görmesi savunuluyordu. Kadın ve erkeğeayrı ahlak öngören telakkiler ve yasalar tümüyle reddedildi bu kitapta. Osmanlı kadınları genelde ev eksenli ve zamanın ruhuna uygun biçimde okuma yazma bilmeyen kadınlar olsalar da, elit ailelerin özel eğitim alan kızları bu gelişmeleri takip edecek donanıma sahipti.

Tanzimat'la ilgili düzenlemelerin Osmanlı toplumundaki etkilerinin açıkça görüldüğü ve Sultan Abdulaziz'in (1830-1876) Osmanlı İmparatorluğu'nun başında bulunduğu yıllar (1861-1876) kadınlar için değişimin başlangıcı oldu. 1839' da Tanzimat'ın ilanıyla başlayan idari ve siyasi değişim dolaylı yoldan da olsa kadın meselesinde kıvılcımlar çaktı. Tanzimat-i Hayriye Fermanı'nda kadınlar için doğrudan hükümler ve maddeler yoktu ama Ferman yeni bir zihinsel yapılanma için dönüm noktası idi ve kadınların dış dünyayla ilgilenmelerine, kendi üzerlerine düşünmeye başlamalarına sebep oldu. O zamana kadar İslam dini adına getirilen yasaklar ve izinler sosyal hayatı belirlemede başat unsurdu. Dönemin aydınları yeni toplumsal hayatta kadının nasıl yer alacağına dair yazılar yazmaya, İslam adına ortaya konan pratikleri tartışmaya başladılar.

Orta sosyokültürel sınıfın kızları için Sıbyan mektepleri, Rüştiyeler (1859), Kız Sanayi Mektebi (1865), Dar'ül Muallimat (1870) açıldı. Üst sınıf kızlar ise eve gelen özel hocalarla eğitim görüyor Fransızcanın yanı sıra bir enstrüman çalmayı öğreniyorlardı ki bu genelde piyanoydu. Abdülaziz'in kızlarının da piyano çalması diğer konaklarda da bu faaliyetlerin hızla yayılmasına neden olmuştu.

Matbuat kadına yöneliyor

Terakki gazetesi 1868'de Filip ve Ali Raşit tarafından kurulmuş ve haftada iki gün çıkan ve dönemin bütün meşhur kalemlerini bünyesinde toplayan bir gazetedir. 1869'da hafta sonları kadın eki çıkarmaya başladılar. Terakki-i Muhadarat her ne kadar sahibi ve yazarları erkekse de kadınlar için çıkarılan ilk özel matbuattı ve yönetimin erkeklerde olmasını telafi için kadınlar sayısız mektuplar yolladılar. Osmanlı kadını ne düşünür, evdeki işler dışında
hayata, dünyaya, aileye, çöküş dönemindeki devletin başından geçenlere nasıl bakar, işte bu konuda kendi dillerinden birinci elden ilk kayıtlar ve varakalardırn bu mektuplar. Dr. Ayşenur Kurtoğlu bu eklerin kütüphanede 48 sayı olarak bulunduğunu bildiriyor.

Eklerdeki yazılarda daha çok kadınların ahlakının güzelleşmesi fikri, çocuk terbiyesinin de bunun önemli bir parçası olması, kadının ahlaki güzelliğinin fiziki güzelliğinden önemli olduğu düşüncesi zikredilir. Kadınların elbiselerine ve fiziki güzelliklerine harcanacak emek ve zaman ahlaki eğitimlerine harcanmalı, bunun da esası İslamî terbiye olmalıdır. Mektup yazan kadınların savunduğu toplumsal yapının temelini İslami ilkeler oluşturur ve bunu sağlamak için gerekirse bu konudaki kitap eksikliği Arapça matbuattan mezhebimize uygun şekilde tercüme yoluyla sağlanmalıdır.

Kurtoğlu'na göre Tanzimat döneminde kadını Hristiyan kültüründeki gibi ifade etmek gelenek olmuştu. Küsche (mutfak), Kirsche (kilise), Kinder (çocuk) formülü işliyordu: İyi eş, iyi anne, iyi Müslüman. Burada eş olmak en çok mutfakla eşleşiyor. Mutfaktan çıkmayan kadın muteber. Toplumsal olarak kadın ve erkeğin hayat alanlarının birbirinden bu kadar ayrı olduğu bir zamanda kadın ekine yansıyan haliyle kadının ilgi alanının genişlediği görülüyor.

Kadınların değişim talepleri

Değişim talepleri fark edilince daha ta o zamandan, kadınların kontrolden çıkmamasının, bilinen değerlerin sürdürülmesinin telaşı başlamıştı. En çok üzerinde durulan şeylerden biri de şüphesiz tesettüre riayetti. Bu konuda devlet eliyle düzenlemeler yapılmış kararnameler yayınlanmıştır. Sonra kadınların tesettürünün onun toplumsal yaşama dâhil olmasının ve eğitim almasının önünde bir engel olup olamayacağı tartışmaları şekil ve el değiştirerek bu günlere kadar geldi.

Terakki- i Muhadarat'a yazan Rabia Hanım eşitlik ve tesettür düşüncesini iç içe geçirerek bir yazısında dile getirir:

"El ve ayak ve göz ve akl gibi vesaitte bizim erkeklerden ne farkımız vardır. Biz de insan değil miyiz? Yalnız cinsiyetçe olan mübayenetimiz mi bu halde kalmaklığımızı intaç eylemiştir. Bunu hiçbir akl-ı selim kabul etmez. Noksan-ı maarifetimizi intaç eden hal-i mesturiyet-i meşruamızdır denilmek istenilirse ona da taşralarda bulunan hemcinslerimizi irae etmekle iktifa ederim. Zira bunlar erkeklerine yine ziraat-i felahet vesair her nevi hizmetlerde muavenette kusur etmeyip erleriyle müşterektirler. Başlı başlarına kendilerine mahsus olan pazarlarda ahz-u ita bile ederler. Demek ki ticaret ve maarifete ve mesai ve mehasine mesturiyet mani değilmiş"

Kadınlar harekete geçiyor

Evlilik meselesi de gündemdeki konulardan biridir ve Batı ülkelerindeki gibi resmi bir devlet kurumunda kayıt altına alınarak gerçekleşecek nikâhın dini vecibeyi de ihtiva edeceği düşüncesi dillendirilmiştir. Fransa'da bu şekilde gerçekleştirilen resmi nikahlar örnek alınmıştır: "Evlenecek adamlar divan-ı hükümete giderek azm-i teehhülde bulunduğunu hükümete malbeyan…kendinin ve madamasının isimlerini defter-i mahsusuna kaydettirir, ve bu suretle olan teehhül yine dini ve şerri itibar olunur idi. Bu hal bilahare İtalya'ya ve bu aralık Avusturya ve İspanya'ya dahi sirayet etmiştir ve eski adât yalnız İngiltere'de kalmıştır.."

Bu dönemde çok eşliliğin (taadüd-ü zevcat) kültürlü ailelerde neredeyse ortadan kalktığı ve tek eşliliğin esas olduğu anlaşılıyor yazılardan. İslam'ın bunu yasakladığı söylenmiyor ama bir tenzilden, illa ki gerçekleşecekse de adaleti sağlamanın zorluğundan bahsediliyor. Avrupalılara bu konuda birçok cevap üretilmeye çalışılmıştır.

Müslüman kadınların inkişafının yolunun açılması için kadınlar harekete geçer ve nasıl bir yol izleneceğine dair kafa yorarlar. Kadınlar Dünyası dergisine yazan Emine Seher Ali, Tesettür Meselesi adlı yazısında (12 Mayıs 1329, no. 39 s. 1-2), tesettürü kınayanlara da tesettürü bir bariyer olarak kullanıp kadınların hakkını çiğnemeye kalkışanlara da cevap verir):

"Kadınların tesettürü fena imiş, lüzumsuz imiş, daha bilmem ne imiş. Bunların hepsi boş. Tesettür aleyhinde bulunanlara, evvela maksad-ı tesettürün ne olduğunu öğrenmelerini tavsiyeyi kendimize vazife biliriz. Tesettür dini bir meseledir. Binaenaleyh dinsizlerin bu meseleye burunlarını sokmaları kendilerini mutazarrır eder. Biz dini, şeriatın bahşettiği mevkii, örf ve adâta kurban etmek fikrinde değiliz. Şeriat-ı garra-i Muhammedî'de (şeriatta)mevkiimiz neresi ise bize onu versinler."

Burada örtüden taviz verilemeyeceği ama kadınların geleneklerle boğulup, İslam'ın açtığı yolda ilerlemesinin de önüne geçilemeyeceğini vurgulamakta ve üçüncü bir yoldan ilerleyen sorgulayan yeni kadınların ipucunu vermektedir.

Devrime yol açan kadınlardan biri

Devrim yaratan birçok kadından söz edebiliriz fakat önemli bir örnek olarak Emine Semiye'den (1864-1944) söz edebiliriz. Ahmet Cevdet Paşanın kızı, Fatma Aliye'nin kız kardeşi olan Emine Semiye, evde Türk ve yabancı öğretmenlerle mürebbiyelerden özel eğitim aldı ve genç yaşta Arapça Farsça Fransızca öğrendi. Babası zaten devrin en önemli tarihçi edebiyatçı ve akil adamlarından biriydi.

Yazma sebebini kişiliğini temsil edecek bir vasıta olarak açıklar. Eserlerini ise hayatındaki manevi abideler olarak görür. Kitapları toplum yararı için yazmakta, romanlardaki ibretli olayların okur üzerinde etkili olması halinde romanın amacına ulaşacağını düşünmektedir. En çok da Müslüman kadınların ilim ve fende ilerlemesi, iyi ahlakın yaygınlaşması için vaktini sarf etmek istemiştir. Bu idealler onu ayakta tutmuş, iki mutsuz evliliğe, küçük yaşlarında kaybettiği çocukları yüzünden çektiği acılara rağmen yazmayı sürdürmüştür.

Romanlarında kullandığı isimler bile yarattığı karakterlerin psikososyal yapısıyla müsemmadır. Hidayet, Muhsine, Teveccüh, Müstefit, Cevahir, Müstakim gibi isimler bunlardan bazıları. Hepsi de iyi ve kötü ahlakı, ilim ve hurafe yolunu göstermek, farkları netleştirmek, bizi doğruya götürecek yolu açıklamak içindir.

Hatıralar gezi yazıları gündelik hayat yazıları mektuplar ve hürriyete dair görüşlerini içeren kitaplar yayınlar. Hayatını bir yazar olarak, her şeye yazmak üzere bakarak yaşamış. Mesela Selanik'te bir çarşıdan geçerken "şayan-ı tahrir bir şey var mı diye bir kez daha baktım" der. Bu has bir yazarın yaşam biçimidir.

1928'de toplanan I. Edebiyatçılar Toplantısı'nda tek kadın olarak bulunuyordu. Burada Hüseyin Rahmi Gürpınar'dan Ahmet Hamdi Tanpınar'a Halit Fahri Ozansoy'a birçok edebiyatçı vardı. Avrupa'ya ve Selanik Şam gibi şehirlere birçok seyahatler yaptı. İyi bir edebi çevresi oluşunu, Şair Nigar Hanım gibi önemli dostlarını anmak lazım.

Öncü bir Osmanlı ve Cumhuriyet kadını

Emine Semiye kendisini topluma karşı hep sorumlu hissetmiş, hemen her alanda faaliyet göstermiş bir Osmanlı ve öncü Cumhuriyet kadını. O her şeyden önce bir eğitimci. Hem özel dersler vererek hem de kadın dergilerinde yazarak kadınları uyandırmaya çalışmış. Yoğun savaşların yaşandığı günlerde askerlere yardım kampanyalarına katılmış, gönüllü hemşirelik yapmış, yardım dernekleri kurmuş.

Balkan, I. Dünya ve Çanakkale savaşlarında gönüllü hemşirelik yaptığına dair bilgiler mevcut. Osmanlı-Yunan savaşı sonrası şehitlerin ailelerine destek vermek amacıyla 1898'de Şefkat-i Nisvan cemiyetini kurmuştur. Ablası Fatma Aliye'den daha dişli ve cesur davrandığı söylenir. Selanik'te Hürriyet Meydanında bir nutuk irad etmişti II. Meşrutiyetin ilanından sonra.

Osmanlıcılık düşüncesi hâkim onda da, dönemin ruhuna uygun olarak. Meşrutiyet düşüncesiyle birlikte Osmanlı devletinde yaşayan bütün insanların kardeşliği ve eşitliğine samimi olarak inanan biri. Sosyalist düşüncelerin de etkisiyle bu düşüncelerini geliştirir. Bu fikirlerini Hristiyan ve Müslüman kadınlara ulaştırmaya çalışır. Ahmet ve Mehmetlerle Kirkor ve Yorgiler aynı asker ocağında bir karavanadan yemek yiyip kardeş olabilirler ona göre:

"Kızlarımızın küçük Hristiyan hemşireleriyle ilmin eşiğinde beraberce gözleri açılırsa, işte o zaman vatandaşlığın ne demek olduğunu takdir edeceklerdir. Osmanlılığa alışmış olan bu Hristiyan hanım kızlar, pederlerine erkek kardeşlerine sonra da zevç ve evlatlarına Osmanlılık fikrini hediye edecekler, bu suretle Anadolulu Hristiyan kız kardeşlerimizin yüreklerine güzel geçinmek hissini ekeceklerdir."

Sosyalizm hakkında da kafa yormuştu Emine Semiye, Osmanlı Demokrat Partisinde bu tartışmalara katılıyordu. Karl Marks okumuştu ve sosyalizmin kanlı ihtilaller yapmak için olamayacağını, tersine sadece ezilen halk kitlelerini korumak için ortaya çıktığını düşünüyordu. Burada aileden gelen sağlam İslami alt yapı ve birikim onun bu fikirleri hadislerle ve ayetlerle telif etmesine yol açıyordu. Zulme karşı duruş İslam'ın şiarıydı sonuçta:

"Allah teala hazretleri fakir ile zenginin hukuku arasına ayrılık gayrılık koymamıştır. Bunun için İslamiyette mal ve mülk sahibi bir kimsenin Allah'ın sair fukara kullarını hor görüp incitmesi şer'an men edilmiştir. Bir lokma ekmek için ömür telef eyleyerek namuskârâne çalışan mütevekkil bir köylünün para biriktirmekten başka hayr- u hasenat gözetmez bir zorba elinde oyuncak gibi evrilip çevrilmesine, sonra da bir garaz sebebine ezilip sürüklenmesine istibdad namı verilir. O biçarenin gördüğü zulümlerden şikayet için hakkını talep edip söz söylemesine de hürriyet denilir".

Tezlerini Peygamber'in uygulamalarından Hz. Ömer'in zamanından örnekler vererek İslam'a dayandırıyor ve İslamiyet'in uhuvvet hürriyet adalet ve müsavat üzerine bina edildiğini anlatıyordu yazılarında.

Emine Semiye Osmanlı kadınının fikri inkişafının ve dönüşümünün en önemli temsilcilerinden. Kız okullarında öğretmenlik ve müfettişlik yaptı. Eğitimci yazar politikacı ve kadın hareketlerinde dernek kurucusu. Son ana kadar Osmanlı ruhunun milleti bir arada tutacağına inandı ama sonunda kendisi de ulus-devlet tecrübesini yaşadı. Bu sefer de eldekini muhafaza etmek adına Cumhuriyet'in kazanımlarını destekledi.

Osmanlı kadınlarının Cumhuriyeti yeterince tartışma imkânından mahrum olduklarını düşünebiliriz. Kazanımlar olarak görülen şeyleri eleştirel bir gözle tartışmak için henüz erkendi ve istibdatın Cumhuriyet adı altında yeniden üretilmiş olması da buna imkân vermiyordu.

BİZE ULAŞIN