Bir devletin veya bir coğrafyanın sınırlarını ses veya müzikle çizmek mümkün olabilir mi? Buna Avrupa'da milliyetçiliğin yayılmasıyla birlikte bayrak, harita gibi önemli sembollerin yanında müziğin ulus inşasındaki etkisi örnek olarak verilebilir. Geçmişe baktığımızda tüm dünyada marşların, ulusal şarkıların ve bu müzikleri icra eden sanatçıların bir ulusun kimlik kazanmasında önemli rol oynadığı ve ortak bir tınıda bir araya gelerek halka büyük bir aileye ait olma duygusunu yaşattığını görüyoruz.
Sesi ve şarkılarıyla Fransa'da toplumun ruhu haline gelerek çok önemli bir ikona dönüşen Edith Piaf, buna Avrupa'dan verilebilecek güçlü örneklerden biri. 20. yüzyıl Ortadoğu'sunda ise iki kadın sanatçı Mısırlı Ümmü Gülsüm ve Lübnanlı Feyruz, Edith Piaf'tan daha etkili olarak sorunların ve savaşların hiç bitmediği coğrafyada bu soruya verilebilecek en iyi cevaplardan biri olarak karşımıza çıkıyor. Bu anlamda Mısır'ın etkisi yadsınamaz. Ulusçuluk, I. Dünya Savaşı'yla birlikte Ortadoğu'da birleştirilmiş toplumlar için milli bir kimlik ve ortak bir geçmiş bilinci inşa etti. Arap dünyasında modernleşme ve yeni bir ulus kimliğinin ilk tohumları da Mısır'da atıldı demek yanlış olmaz.
Ümmü Gülsüm'ün doğuşu
Mısır'da ulus kimliğinin inşasında sanat ve edebiyat çok etkin bir rol oynadı. Bu inşa sürecinde müzik başlı başına en büyük aktördü. Ortadoğu'daki Arap halklarının milli kimliğe sarılmasındaki en önemli aracın müzik olduğunu gördük. Özellikle Ortadoğu'da modernleşmenin ve ulus kimliğinin inşasında ilk aktör olarak ortaya çıkan Mısır'da icra edilen müzik, gelenekselin ve modernitenin çatışması arasında şekillendi.
Mısır'da modernleşme, muhafazakâr çevresi sayesinde küçüklüğünde hafızlık eğitimi alarak sesini geliştiren ve çok güçlü bir yorumu olan Ümmü Gülsüm ile birlikte hızlı bir gelişim gösterdi. Aynı şekilde Lübnan başta olmak üzere tüm Ortadoğu'yu etkileyen Feyruz da Arap halkları için bir diğer önemli kadın figürü olarak karşımıza çıktı. Ümmü Gülsüm ve Feyruz icra ettikleri müzik sayesinde Batı'nın "Doğulu kadın" portresini değiştirdi.
1898 yılında Mısır'ın bir köyünde doğan Ümmü Gülsüm, 1920'lerin Kahire'sindeki plak endüstrisi tarafından keşfedilince bambaşka bir yöne doğru evrildi. Küçük yaşlarda aldığı hafızlık eğitimi sayesinde söylediği dini şarkılar, Ümmü Gülsüm'ün müzik kariyerinde çok etkili oldu. Bu sayede muhafazakâr toplumsal yapı bünyesinde bir kadın şarkıcı olarak yükselen Ümmü Gülsüm, yaptığı işin İslam'ın kaynaklarıyla çatışır nitelikte
olmadığına yönelik bir koruma kalkanına da sahip oldu.
1930'larda Mısır'da harekete geçen milliyetçilik giderek daha geniş bir taban elde etmeye başladı ve "Mısır Mısırlılarındır" sloganı hem politika hem de sanat zemininde yeşermeye başladı. Böylesi kaotik bir toplumsal yapıda müziğini icra eden Ümmü Gülsüm, 1934'ten 1973'e kadar verdiği konserlerle Ortadoğu coğrafyasında çok önemli bir kadın yıldız haline geldi.
Ümmü Gülsüm'ün müziğinde bir ulus ideali
Ortak bir ulus ideali, Arap halkları için yüzyıllık bir hayali süslerken Ümmü Gülsüm'ün müziğinde de kendine yer edindi. Sinema filmlerinde de oynayan Ümmü Gülsüm, 1936'da ikinci filmi olan Neşîdu'l-Emel (Umudun Şarkısı) adlı dramada söylediği bir şarkıda gençlerden ülkeleri adına ayağa kalkmalarını istedi. Bu film, İngiltere'den bağımsızlık talebiyle gösterilerin düzenlendiği dönemde öğrenciler arasında oldukça popüler oldu. "Halkın Marşı" adlı şarkısında bağımsızlık çağrısı şöyle dile getirildi: Nerede o günler ey silahım/ Seni çok özledim ey kavgam/Ya kelepçelerle buluşur ya ölürüz/ Ey kavgam, nerde o zafer günü? - Hür Mısır koruyacaktır sizi / Silahlarımızla koruyacağız sizi/ Kim fedakârlık yapmaz "devrimin yeryüzüne?"/Ruhlarımız fedadır ona
Ümmü Gülsüm'ün yabancı karşıtlığı, Ortadoğu toplumunda inşa ettiği figürü toplumsal taleplerin de temsilcisi haline getirdi. Mısırlı siyasetçi ve aristokratların eğlencelerinde ve evlerindeki toplantılarda şarkılar söyleyen Ümmü Gülsüm, seçkin tabakada sevilen ve saygı gösterilen biri haline geldi. Bu da onun toplumdaki rolünün ciddiyetini artırdı. Bu durum, onu Mısır'ın en önemli Pan-Arabizm fikrinin liderlerinden biri olan Cemal Abdülnasır ile dostluğunun temelini oluşturdu.
Cemal Abdülnasır'ın 1952'de Mısır'da yaptığı askeri darbe Ümmü Gülsüm için de bir dönüm noktası oldu. Emperyalizme karşı olması sebebiyle Abdülnasır'la dostluğunu pekiştiren Ümmü Gülsüm, devrimin sesi ve kültürel sembolü haline gelmiş ve daha sonra yine Abdülnasır'ın yakıştırmasıyla "Mısır'ın dördüncü piramidi" olmuştur.
Ümmü Gülsüm'ün emperyalizme karşı olan düşüncelerini birçok konuşmasında görebiliriz. 1967 yılında Fransa'ya konsere giden Ümmü Gülsüm'e bir röportajda şu sorulur: "Burada en çok hoşunuza giden yer neresi? Paris'e geldiğinizde nereye gitmek istersiniz?" Ümmü Gülsüm'ün yanıtı çok net olur: "Paris'e geldiğimde Dikilitaş'a gitmek isterim. Çünkü o bizden çalınan ve bize ait olan bir parçadır."
Darbeleri erteleten bir diva
O dönem Mısır için verilen yardım konserleri sırasında ilginç olay yaşandı. 21 Mart 1969'da Muammer Kaddafi ve Abdüsselam Callud'un Libya'da Kral İdris'e karşı darbe girişimleri aynı akşam Ümmü Gülsüm'ün Libya'nın Bingazi kentindeki konserine denk gelmiş ve bu sebepten ötürü darbe 1 Eylül tarihine kadar ertelenmişti. Yani Ümmü Gülsüm, birçoğu için konserleri ile darbe erteleten bir Arap divasıydı.
3 Şubat 1973'te hayatını kaybeden Ümmü Gülsüm'ün cenaze törenine tam 4,5 milyon insan katıldı. Milyonlarca insan gözyaşlarıyla onu son yolculuğuna uğurladı. Ümmü Gülsüm, sesi ve sanatçı kişiliğiyle Ortadoğu'daki tüm insanların zihnine ve kalbine nüfuz ederek Ortadoğu'nun ruhunu ifade etmeyi başarmış bir ikon olarak tarihteki yerini aldı. Bazıları onu "Mısır'ın ruhu" olarak yorumladı, bazıları ise "Arap halklarının ortak tınısı" şeklinde değerlendirdi.
Ümmü Gülsüm, günümüzde bile Arap müziğinin en otantik üreticisi olarak kabul edilir. Altın Küre ödüllü Mısırlı Hollywood oyuncusu Ömer Şerif, Ümmü Gülsüm'ü şu sözlerle anlatır: "Her sabah 120 milyon insanın kalbinde yeniden doğuyor, Doğu'da Ümmü Gülsüm'süz yaşanan bir gün şenliksiz, hüzünlü ve karanlık geçiyor."
Ortadoğu'nun parlayan yıldızı: Feyruz
Arap halkları için modern bir ulus ve kimliğin inşasında bir diğer önemli isim ise Feyruz oldu. 1935'te dünyaya gelen Feyruz (Asıl adı Nouhad), dönemin en önemli müzisyeni olan Muhammed Fleyfel tarafından keşfedildi. Konservatuvara yazılan Feyruz, Fleyfel'in eğitimleri sayesinde Batı ve Doğu notasını, müziğin inceliklerini öğrendi. Daha sonra Kuran'ın hıfzını ve tecvid tekniği de edindi. Hıristiyan bir kızın Kuran eğitimi alması Ortadoğu gibi eklektik kültürel yapıyı düşündüğümüz zaman az rastlanan bir şey değildi.
Feyruz'un aldığı ses ve yorumlama eğitimi, yeteneğiyle de birleşerek onu çok başarılı bir kadın sanatçı yaptı. Lübnan Radyosu'nda müzik çalışmalarına devam eden Feyruz, ünlü müzisyen Halim Er-Rumi'nin dikkatini çekti ve tüm Arap dünyasını sarsacak bir kadının inşa sürecini başlattı.
O dönem müzisyen olan Rahbani Kardeşler ile tanışan Feyruz'un müzik kariyeri de yükselmeye başladı. Feyruz, 1950'lerde Ortadoğu'da ve özellikle de ülkesi Lübnan'da Hıristiyan bir kadın şarkıcı olmanın çok daha ötesinde, o coğrafyanın ortak kültürel taşıyıcısı olan milli bir sembol haline dönüştü. Feyruz'un icra ettiği sanat, toplumun ihtiyacı olan taleplere karşılık verdi.
Yeni bir kent müziği ortaya çıktı
Feyruz, o dönemler Ümmü Gülsüm'ün baskın olan müzikal ifadesine karşılık vererek direnç gösteren tek kadın sanatçıydı. Feyruz'u Feyruz yapan şey; müziğinde modernliği ve geleneksel olanı bir araya getirmesiydi. Rahbani Kardeşler ile aslında bir "Kent Müziği" inşa ettiler. Lübnan halkının müzik kültürünü içselleştirmiş, modern formları da büyük ustalıkla icra etmişti. Bu açıdan Ümmü Gülsüm'den oldukça farklı bir çizgisi vardı. Endülüs Arap şiirlerinin en güzel örneklerinden olan muvaşşahları seslendirmeye başlayan Feyruz, hangi Arap devletinin yurttaşı olursa olsun bu muvaşşahları dinleyen kitleye geçmişte Arapların altın çağını hatırlatıyor ve ortak bir tarihi geçmiş kurgusunun bir parçası haline getiriyordu.
Rahbani Kardeşler ve Feyruz'un müziğinde Arap halklarının sorunları sadece tarihsel boyutuyla dile getirilmiyordu. Ortadoğu müziğine bir esneklik kazandıran Feyruz'un Lübnan sevgisini de çoğu şarkısında görebiliyoruz. Feyruz ve Rahbani kardeşler, 1957'de Filistin davasına adadıkları "Rajioun" (Dönüyoruz) adlı şarkıda Arap halklarının ortak sesi oldu. Bu şarkı baştan sona kadar vatan ve Filistin kavramları üzerine kurgulandı. Daha sonra 1967'deki İsrail yenilgisi sonrası "Zahrat Al Mada'in" (Şehirlerin Çiçeği) ve 1972'deki "Jerusalem In My Heart" adlı şarkıları seslendiren Feyruz, Arap halklarının gözünde Filistin davasının bir savunucusu haline geldi.
Ünlü oryantalizm araştırmacısı Edward Said'in "barışın ve umudun simgesi" şeklinde bahsettiği Feyruz, Lübnan'da 1975-1990 yılları arasında yaşanan iç savaşta ülkesini asla terk etmedi. 15 yıl süren iç savaş sebebiyle ülkesinde asla konser vermeyen Feyruz, Paris, Londra ve New York gibi şehirlerde binlerce müzik severe şarkılarını ulaştırdı. Feyruz, savaş yıllarında Avrupa'da verdiği konserlerin kapanış şarkısında "Lübnan Seni Seviyorum" (Bhebbak ya Lubnan) adlı parçayı seslendirdi. 1994 yılında Beyrut'ta savaşın ardından büyük konserlerle geniş yankı uyandırarak 50 bin kişinin katıldığı konseri Arap kanallarından 125 milyon insan izledi. İç savaşın yol açtığı toplumsal travmayı atlatmada Feyruz'un müziği, birleştirici bir
rol üstlendi.
Çoğu şarkısında savaşla yoğrulan Arap halklarının sesi olan Feyruz, kliplerinde ve sahnede şarkı söylediğinde asla gülümsemez ve mimik kullanmazdı. Hatta bir röportajında "Ortadoğu'da tüm kadınlar gülene kadar gülmeyeceğim" sözleriyle tepkisini dile getirdi.
Müzikleriyle ulus inşa eden iki büyük diva
Milliyetçilik alanındaki çalışmalarıyla bilinen Benedict Anderson'a göre tek bir tınıda buluşma, hayali cemaatin gerçekliğini yankıda bulma imkânı demektir. Aynı anda farklı yerlerde birbirlerinden habersizce yaşamlarını sürdüren insanlar tek bir tınıda müzik sayesinde birleşebilirler. Ortadoğu'daki birbirlerinden uzak halklar da Ümmü Gülsüm'ün ve Feyruz'un şarkılarıyla ortak duygularda birleşti.
Ümmü Gülsüm ve Feyruz gibi ikonlar, yetenekli müzisyenler olmanın ötesinde önce ülkelerinin ardından da bütün bir Arap ulusunun temsilcisi olarak kültürel sefireler konumuna sahip oldular. Bu açıdan bakıldığında sanatçı kimliklerinin ötesinde Ümmü Gülsüm ve Feyruz gibi isimler, müzikleri ve ortaya koydukları tavır neticesinde Arap ulusunun inşasında politik ve kültürel ikonlar olarak karşımıza çıkar.
Bugün bile Bağdat'tan Kazablanka'ya kadar tüm Ortadoğu'da sabahları dükkânlarını açan esnaflar güne Ümmü Gülsüm ve Feyruz şarkılarıyla başlar. Ümmü Gülsüm ve Feyruz'un Arap kimliğinin modern zamanlarda ürettiği en önemli şahsiyetler arasında kabul görmesinin nedeni, ikisinin müziğinde dile getirdiği mesajın dinleyici özneyi yakalayabilmesidir. Böylece iki kadın sanatçı da modern Arap toplumunun inşasında çok önemli iki kadın figür olarak tarihe geçti.