İlker Nuri Öztürk: YOK SAYILMAYA KARŞI PROTESTO: İSLÂMÎ MÜZİK

YOK SAYILMAYA KARŞI PROTESTO: İSLÂMÎ MÜZİK
Giriş Tarihi: 21.10.2022 14:52 Son Güncelleme: 24.10.2022 10:20

90'lı yılların sosyal ve siyasi atmosferinde "kendisine ait yürek ritimleri"ni arayan delikanlı seslerin yaptığı müzik günümüzde "Ezgi, Yeşil Pop, İslâmcı Protest Müzik" olarak adlandırılıyor. O dönemde içlerinde ne varsa onu paylaşmanın derdiyle müzik yapan sanatçılar bazen umudu, bazen coşkuyu, bazen kavgayı melodilere döktü. Günümüzde bir zamanın büyükleri, küçük yaş günlerini bu sözlerde, ezgilerde buluyor.


Dönemin siyasi gelişmelerine, Müslümanların varoluş krizine, kolektif bilincine marşlar ve ezgiler eşlik ediyor, bu yeni tür müzik ciddi bir karşılık buluyordu. Şarkılar, ezgiler var olan sorunları, acı veren olayları açık şekilde dile getirirken umudun hep var olduğunu, bir zaman geldiğinde de mutlaka kurtuluş olacağını vurguluyordu. Kasetler satılıyor, bandanalar, bayraklar meydanlardan eksik olmuyordu. Konferans salonları ateşli konuşmalara, duygu yüklü şarkılara, şehadet gecelerine, Kudüs etkinliklerine ev sahipliği yapıyordu.


İmam-Hatip veda geceleri, vakıf toplantıları, kermesler, Milli Gençlik Vakfı etkinlikleri, defler eşliğinde koroların söylediği ilahiler, dönemin mücadele eden ruhları, her yaştan dava delisi insanları… Marşları hep bir ağızdan söyleyen insanlarla birlikte koronun varlığı Müslümanlar arasındaki birliğin de sembolüydü adeta: "Parladı iman ateşi söndü zalimin güneşi / Bir yiğit daha katıldı özgürlük korosuna / Silahları saz ettiler, kurşunları birer nota / Kanları kalanlar için türkü oldu dağlarda."

İslami temaların müzikle buluşması


Müslüman gençlerin çetin sorgulamalardan geçen zihinleri İslami temaların müzikle buluşmasına vesile olmuştu. Ömer Karaoğlu, Mustafa Cihat, Grup Genç, Eşref Ziya, Aykut Kuşkaya, Taner Yüncüoğlu, Abdülbaki Kömür İslâmi Müzik alanında ilk akla gelenler."Anadolu'dan Filistin'e", "Asra Ağıt", "Fecre Doğru", "Haykırır Sevdam", "Gürleyin Dağlarım", "Kara Zulüm"… Bazı şarkı isimleri bile bugünden baktığımızda o günkü ruh halinin yansıması olarak okunabilir.

Bugün olduğu gibi o gün de Türkiye'nin ana gündemlerinden biri İsrail'in Filistin'e karşı uyguladığı baskıydı. Ateş altında kalıp sığındıkları yerde, babasının kucağında şehit olan Muhammed Durra'nın görüntüleri hafızalarda kalırken hatırası şarkılara konu oldu: "Kudüs'te puslu bir yaz günü / Birazdan kıyamet kopacak / Küçücük bir şehit cennete uçacak birazdan / Muhammed yaralı ceylanım kapatma gözlerini / Muhammed kurbanın olayım bırakma elimi / Muhammed ne olur duy beni baba gel gidelim de." Filistin'in yanı sıra Keşmir, Cezayir, Bosna… Zulme uğrayan bütün İslam coğrafyasının "hesabını soracağız", "gözü yaşlı yavruların öçlerini alacağız" diyorlardı.

"Tağutlar, mustazaf, kurtuluş, özgürlük, kıyam, cihat, şehit" şarkılarda karşımıza çıkan kelimelerden bazıları. "En büyük sloganım bu /Daimen Allah'u Ekber" diyen Müslüman gençlerin mücadelesine direnç katan sözler başörtüsü eylemleri sırasında da kendini gösterdi: "Kuşlar, sizin kadar hür olmaktı hayalim." O günün rahatsız olunan konuları çeşitli şarkılarda kendine yer buluyordu: "Kürtajla bizi öldüren doktorlar", "Boya sürmüş gözlerine sanki bir yumruk darbesi", "Televizyon televizyon yayınlar bozulunca oldu bir fitnevizyon".

"Müslümanların yaptığı müzik"


Kayıplar da unutulmuyordu. Metin Yüksel'in vefatı üzerine "Molla Sadreddin'in mahdumuydu / Doğunun ezilen çocuğuydu /Ey mücahid Metin Yüksel /Bizlerin önderi siz şehitler /Ağla Müslümanım haline ağla /İslam ülkesinde garip bu dava" dediler. "Bir gün akşam olur biz de gideriz / kalır dudaklarda şarkımız bizim" ise 90'lardan bugüne sloganlaşan bir Necip Fazıl şiiri olarak meydanlarda hem okunuyor hem de melodiyle söyleniyor.

"İslami müzik" yerine "Müslümanların yaptığı müzik" denmesi gerektiğini belirten Abdülbaki Kömür, bu yeni tür müziği bir zemine konuşlandırma çabalarını anlamsız bulduğunu söylüyor. Bu türün, geniş Türk müziği yelpazesi içinde "protest popüler müzik" diliminde yer alabileceğine değinen Kömür, "Her ne olursa olsun bir şeyin 'İslami' diye vasıflandırılmasını vahiy ve sünnet belirler. Oysa yapılan (müzik) mubah olan bir alanda, Müslüman olmayı Müslümanca yaşamak üzerine temellendirerek kimlik oluşturmuş bir zümrenin, sanatsal davranışta bulunmasından ibarettir."

Kömür sonradan Yeşil Pop'a kadar varacak olan bu sürecin çıkış noktasını da şöyle anlatıyor: "İslamcı diye tanımlanan Müslüman kesimin müzik olgusuyla ciddi bir biçimde ilgilenişi yaklaşık 80'li yılların öncesine dayanmakta. İlk olarak bant tiyatrolarında rastladığımız ezgiler kısa bir süre sonra kaset haline gelerek yeni bir akımı başlatmış oldu. İhtilalin ardından sağcı-solcu nitelemesinin ötesinde bir kimlik oluşturmaya çalışan İslamcı kesim "sermaye-siyaset-sanat" alanlarıyla ciddi şekilde ilgilenmeye başladı"

Yok sayılan bir kitlenin haykırışı

Ardından tiyatro çalışmaları geliyor:"İlk ciddi tiyatro çalışması olan, Çağrı Sahnesi'nin ortaya koyduğu İnsanlar ve Soytarılar, İslami kesimin sermaye-siyaset- sanat ilgisinin bir tezahürü idi. Bu oyun yarı müzikal bir oyundu. Oyunun, izleyiciler nezdinde rağbet görmesi üzerine aralarına konuyu destekler mahiyette müzik eserlerinin serpiştirildiği bant tiyatroları üretilmeye başlandı. Ardından da sırasıyla Santa, Andolsun, Çağıltı gibi tamamı müzikal eserler piyasaya sürülmüş oldu" diye anlatıyor Kömür.

Protest Popüler Müzik olarak adlandırdığı türün doğuşunu, o dönemin hareketli günlerine bağlayan sanatçı, şu tabloyu çiziyor: "Müslümanca yaşamak, düşünmek isteyen, siyasetten devlet kadrolarından uzak kalmış ve itilmiş, kakılmış, horlanmış geniş bir halk kitlesi vardı. Daha seküler bir anlayış bütün yönetime hâkimken; "Biz de bu ülkede yaşıyoruz. Üstelik bu ülkenin oluşumunda dedelerimiz kanlarıyla, canlarıyla bedel ödemişler ama biz yok sayılıyoruz" diye haykıran büyük ve sessiz bir kitle..." Aslında bu anlamda müziğimiz ve tiyatromuz bu yok sayılmaya karşı bir protestoydu. Onun için de müzik tarzımız biraz protest oldu. İran Devrimi de bunu tetikleyen unsurlardandı.

Bugüne kadar sessiz kalan bir grup, deprem nasıl enerji üretip yer kabuğunu patlatıyorsa bunun gibi bastırılma, itilme ve kakılma ile büyük bir enerji birikmiş oldu. O enerji siyasetten ticarete, spordan sanata ve bunlarla alakalı kurumların oluşmasına kapı araladı. Daha önce telif eser üretemeyen ülkede, telif eserler ortaya çıkmaya başladı. Genel itibarıyla sanat ürünlerinin de ortaya çıkışı, o enerji patlamasının sonucuydu diyebiliriz.

Devasa bir sektöre dönüşüm

Geçmişten günümüze değişen teknolojiye vurgu yapan Kömür, müziğin politikleşmesi hakkında da şöyle düşünüyor: "Özel meşk meclislerinde, sıra geceleri vb. toplantılarda, düğünlerde ve konser salonlarında dinlenilebilen müziğin kaderi teknolojinin hızlı gelişmesiyle birlikte değişmiş oldu. Müzik alanında icra edilen her sanat ürünü dinleyiciye rahatlıkla ulaşabiliyor ve herhangi bir meclise dâhil olmadan, yine teknoloji ürünü cihazlarla dinlenebiliyordu. Plak, kaset, cd'lere yüklenen müzikler her ortamda dinleme imkânı sunuyordu. Müzik eserlerinin mezkûr taşıyıcı enstrümanlara kaydı doğal olarak bir maliyet gerektirdiğinden, hızlı bir yapımcı / yayıncı arayışı, kurumsallaşma süreci başladı ve sanat faaliyetleri aynen sinema ve sporda olduğu gibi devasa bir ekonomik sektöre dönüşmüş oldu."

Müzik de üretilip pazarlanmış, bu sayede yaygınlaşıp kolay ulaşılabilir olmuştu. Bu dönüşüm süreci içerisinde yapımcılar tarafından yaldızlanarak vitrine çıkarılan müzik "star"larının dünyanın her tarafında milyonlarca hayranı, dinleyeni, kitlesi, bir anlamıyla da müşterisi oluşmuştu. Hayranı oldukları "star" gibi inanıyor ve yaşıyorlardı. Onun gibi giyiniyor, onun gibi davranıyor, onun sevdiklerini seviyor, onun tükettiklerinden tüketiyorlardı. Yani sektörün yarattığı "star"lar çok büyük kitleleri yönlendirebilecek güce sahiplerdi. Bu durum politikacıların gözünden kaçmadı…

Bir dönemin en çok ilgi gören müzisyenlerinden olan Abdülbaki Kömür, söylenen şarkıların kıymetini ve neden bu kadar sevildiklerini ise şu sözlerle
anlatıyor: "Her insan bir şeyler anlatır. Hepimiz bir şeyler anlatmaya çalışıyoruz. Cenab-ı Hakk her insanı ölümlü yaratmıştır, ölümsüz değiliz, bunu biliriz. Ama her insan kalıcı olmak ister ve her insan değerli yaratılmıştır. Her insan kıymetlidir ve her insan kıymetli olduğunun diğer insanlar tarafından da fark edilmesini ister. Bu, herkes için istisnasız böyledir. Dolayısıyla bu dil, bu uğraşlarımız, bu sanat kendi değerliliğimizi bir şekilde dile getirme işlemidir de denebilir. Yaptığım müzikte ve yazdığım sözlerde dinleyicilerim kendilerine göre bir karşılık bulmuş olmalılar ki teveccüh gösterdiler. Hepsine müteşekkirim."

BİZE ULAŞIN