Ekrem Demirli: İRADEYİ MUSİKİNİN ETKİSİNDEN KORUYABİLMEK: İBADET HAYATINDA MUSİKİNİN İŞLEVİ

İRADEYİ MUSİKİNİN ETKİSİNDEN KORUYABİLMEK: İBADET HAYATINDA MUSİKİNİN İŞLEVİ
Giriş Tarihi: 21.10.2022 11:41 Son Güncelleme: 21.10.2022 11:42

İki alan çağımızda geçmiş zamanlara göre yaygın bir meşruiyete mazhar olmuş, kadim dünyadaki görece durumlarına kıyasla daha tartışılmaz ve eleştirilemez paye kazanmıştır. Bunlardan biri bilimler arasında tarih, öteki sanat ve kısmen edebiyattır. 'Sanat ve kısmen edebiyat' diyoruz çünkü
edebiyatın öteden beri özellikle geniş kesimler arasında değeri vardı fakat sanatın çeşitli branşlarıyla birlikte böyle bir otoriteye nail olması yeni bir şeydir.Kadim dünyada birçok vesileyle sanat eleştirilebilir, en azından birçok dalına kuşku ile bakılırdı. Öte yandan edebiyat ve şiirin doğru
düşünceyi bozduğu, insan aklının gerçekle yüzleşmesine zarar verdiği düşünülür, hakiki bilimler arasında görülmezlerdi. Bilim olmak ve disiplinli bir yöntem kazanmak şiirselliğe karşı insan zihninin ciddiyet ölçütü kabul ediliyordu.

14. asır Ekberî geleneği takipçilerinden Davud-ı Kayseri -Sadreddin Konevi'nin izindetasavvufu bir metafizik haline getirmeye çalışırken "böyle bir yol takip etmezsek tasavvuf şairane tahayyüller ve sübjektif yorumlar kabul edilir" dediğinde, eski dünyanın ruhunu beyan etmiş oluyordu. Vakıa eleştiri sahipleri ve gerekçeleri değişiklik arzetse bile, tasavvufa öteden beri yöneltilen en önemli eleştirilerden biri şiir, şiirin söylenişine ve yorumuna eşlik eden musiki ve sema-devran ile ilişkisiydi. Bütün dönemlerini dikkate aldığımızda sema ve sema meclisleri sufilerin en çok eleştirildiği konuların başında gelirdi.Tasavvufu "sübjektif bir hal veya şairane tahayyül" sayarak onu norm tespit edebilme salahiyetinden düşüren en ciddi eleştiri şöyleydi: "Tasavvuf bir hayal, şairane tahayyül, sufiler ise meclislerde hakikatle ilginin iktiza ettiği ciddiyetten uzak-laubali bir şekilde müzik dinleyen ve rakseden insanlardır."

Sanat dallarının kazandığı geniş meşruiyet

Musiki hemen her formuyla birlikte İslam geleneğinde ikircikli bir tutum ile karşılanmış, başından beri ciddi eleştirilere konu olan sema meclisleri ise en azından İbnü'l-Arabi gibi metafizikçi sufilerce bile eleştirilmiş, birçok kayıt ve şartla musikiye müspet yaklaşıma cevaz verilebilmiştir. Binaenaleyh şiir ve musiki, birçok sanat alanında olduğu gibi geçmiş toplumda ciddi eleştiri ve kuşku ile yaklaşılan alanlar idi. Dini hayat da dâhil olmak üzere geniş bir meşruiyet alanı kazanmış görünen musikiye yönelik bu eleştirileri günümüzde doğru anlamak kolay değildir. Bu itibarla musiki başta olmak üzere
sanat dallarının kazandığı geniş meşruiyet bilimler arasında tarih ilmiyle karşılaştırılabilir: Daha önce bilimler arasında verileri bakımından tartışmalı bir alan ve yardımcı unsur gibi görülen tarih, bu kez insanın, onun zihninin teşekkül ettiği zaman ve mekân şartlarını inceleyen bir disiplin
haline gelerek düşüncenin bilimi olmuştur; en azından bunu iddia etmiştir.

Artık felsefe başta olmak üzere birçok bilim tarih çalışması olarak yapılır, tarih bize sadece geçmiş hakkında bilgi vermekle kalmaz, aynı zamanda zihnin nasıl teşekkül ettiğini, onun etkilendiği zaman ve mekân şartlarını gösterdiğini iddia eder. "İnsanın bir hakikati veya özü yoktur, insanın sadece tarihi vardır" denilince, tarihin en azından metafizikçi geleneklere karşı mutlak hükümranlığını kabul ettik demektir. Öyle veya böyle her iki alanın (sanat ve tarih bilimi) modern dünyada ortaya çıkma tarzı ve üslubu başka çağlarda görünmeyecek kadar ihtişamlı olmuştur.

Musiki karşısında ikircikli tutumlar


İslam görsel sanatlara karşı mesafeli olmakla bilinir. İslam'ın bunu ne ölçüde istediği ve hangi yollarla bunu tahkime çalıştığı her zaman tartışılmış olsa bile, bir ölçüde sanatta görselliğin yasaklanarak daha soyut, daha belirsiz ve sakin dallara yönlendirdiğini kabul etmek mümkündür. Her şeyden önce İslam Hristiyan geleneğindeki gibi dini hayatın temel unsurlarının resmedilmesi ve heykellerin yapılması üzerine kurulu dini sanata karşı çıkmış, ibadet yerlerini olabildiğince basit ve görkemsiz kılmıştır. Herhangi bir İslam mabedi Hristiyanlıktaki hatta Yahudilikteki kadar ihtişamlı olmaz, basitlik ve rahatlık mabette yaşanan hale eşlik eder.İslam bu yönüyle görsel ve şekilci sanatların gelişimine sıcak bakmamış, resim ve heykeli temelden reddetmiş, buna mukabil mimari ve benzeri dalları ise görece kabullenmiştir.

Buna mukabil daha çok tartışmalı bir alan teşkil edense musiki olmuştur. Müziğin normal hayat dâhilinde kullanımlarına din belirli bir mesafe ile yaklaşmıştır. Bunun nedeni eşyanın asıl itibarıyla mubah kabul edilmesi olabilir. Böyle bir ilkenin sonucu olarak din ancak sorunlar ortaya çıktığında veya dolaylı birtakım durumlarla meseleye müdahil olmuştur diye düşünebiliriz. Buna mukabil dini hayat ve pratiklerde musikinin kullanılması her zaman ciddi tartışmalara yol açmış, bazen musiki ama daha çok da musikinin icra edilme tarzları ve meclisleri şiddetle eleştirilmiş, mesele üzerindeki lehte ve aleyhteki tartışmalar ciddi bir literatür teşkil edebilecek boyutlara ulaşmıştır.


Musikinin ibadet hayatında kullanımı


Musiki hiç kuşkusuz müessir bir anlatım ve etkileme aracıdır, insanı derinden sarsar, ona genellikle sahip olmadığı bir hali yaşatır.Müslümanlar Hristiyan ve kısmen de Mecusi tecrübesinde musikinin dini hayattaki etkin kullanımının sonuçlarını görmüş, bilhassa savaş ortamlarında musikinin nasıl bir tesir gücüne sahip olduğunu öğrenmişlerdir. Hiç kuşkusuz Hristiyanlıkta musiki öteki görsel ve ikonografik unsurlarla bütünleşerek olabildiğince canlı ve dinamik bir dini hayatın ortaya çıkmasına hizmet eder, bir Hristiyan dinin temel konularını, Tanrı ile insan iletişimini musikinin sağladığı iklimde en coşkulu bir halle takip edebilirdi.

Daha sonra Hindistan'da ve İslam'ın yayıldığı başka bölgelerde de din ile musiki arasındaki ilişki, musiki ile dua ve yakarış arasındaki güçlü bağlar görülecek, Müslümanlar da benzer gelenekler oluştursa bile, sürekli bir muhalefet varlığını koruyacaktı. Özellikle İmam Rabbani'nin öncülüğünde Hindistan'da ortaya çıkan tasavvuf anlayışı musikinin ibadet hayatındaki kullanımını hedef alacaktı. Bu meyanda musikinin güçlü bir felsefi savunusu da vardır, bu eleştirilerin bir kısmını onunla ilgili saymak gerekir.


Musiki matematik ilimlerinin bir parçasıdır. Bunun nedeni matematiğin gök bilimleriyle ve sanatlarıyla (astronomi ve astroloji) ilişkisi ile musikiye kaynaklık teşkil eden düşüncenin feleklerin hareketi, kısaca gökyüzü ve göksel varlıklar olduğu iddiasıydı. Kadim dünya toplumlarında musiki
esas meşruiyetini buradan alır: Musiki gökyüzüyle irtibat kurmak, gökyüzündeki hadiselere katılmak üzere icra edilen dini ve kısmen metafizik bir hadise idi. İnsanlar müzik eşliğiyle gökyüzüyle bağlantı kurar, yeryüzü ile gökyüzü arasındaki bağ müziğin sağladığı coşkular ile temin edilirdi. Sema meclislerinde ortaya çıkan raks ve benzeri hareketler ise feleklere katılmak, evren içindeki büyük dönüşte yer almanın bir yoluydu.

Bu yönüyle matematik, gök bilim ve musiki metafizik bilgiye giderken yoldaki son bilimleri teşkil eder. İşin teorik açıklaması böyle iken musiki insanın zihinsel gelişiminin en önemli unsurlarından birisi kabul edilirdi. Müslüman toplum musikinin belki de bu işlevine dikkat çekerek bir eleştiri geliştirdi. Bu yorumların özellikle gökyüzü ile ilişkili kısmı çağımızda pek anlamlı görülmeyeceği aşikardır. Bununla birlikte musiki bunun için vardı ve insanı
evrenin ritmine katmak için icra edilirdi. Bu sayede insan günlük hadiselerde yitirdiği ritmi, içine hapsedildiği duygu durumlarıyla unuttuğu "evrensel hareketi" musiki ile hatırlar, yeniden yola girebilirdi. Bu bakımdan musiki bir şifa yolu kabul edilirdi.

Musiki ve tevacüd Musiki hakkındaki eleştirinin temelinde yatan birinci husus budur: Musiki bize gerçekte sahip olmadığımız bir halet-i ruhiye
yaşatabilir, insanı olduğundan farklı bir varoluş haline yüceltir. O zaman bilinci ve iradi davranışı koruyabilmek için dış etkinin olabildiğince azaltılması beklenir. Dışardan gelebilecek etkilenmeler, bir tür koşullanma gibi, bilinci ve iradeyi tezyif edebilecek birtakım etmenlerdir. Bu bakımdan musikinin irade zaafına yol açabileceğini, insanın kendi dışındaki etkilerle sürüklenebileceğini, bir tür sarhoşluk hali yaşayabileceğini hesaba katanlar musikiyi eleştirmişlerdir.


Bu eleştiriler özellikle dini hayatta musikinin kullanılması ile ilgili iken öteki alanlarda daha çok musiki meclislerine yönelik eleştiriler olmuştur ki bunlar esasta birbirinden farklı eleştirilerdir. Musikinin esas işlevi bu coşkuyu sağlamak, günlük sorunlara ve çözümsüzlüklere karşı insanı başka bir gerçekliğe taşıyarak onun dikkatini onarmaktır. Bununla birlikte söz konusu olan dini hayat ise istikamet değişir. Dini hayatta iradenin dışındaki saiklerle bir hale taşınmak veya sahip olmadığımız bir hale zorlama yoluyla ulaşmak, bazen sorunlu genellikle de tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Bu yönüyle müzik ve onun icrasındaki araç-gereçler tasavvuf literatüründe "tevacüd" (kendini vecde zorlamak) yani insanı etkilemek, halini değiştirmek ve onu daha iyi bir seviyeye taşıyabilmek için zorlama ile yapılan işler arasında kabul edilir. Bu tevacüd meselesi bir hadis-i şeriften hareketle kavramsallaştırılmıştır. Hadiste Hz. Peygamber "Ağlayın, olmazsa ağlar gibi yapın" demiştir. Bu nedenle mesele sadece sufiler ve tasavvuf için geçerli değildir.

İslam geleneğinin başından beri musikiden büsbütün yoksun olduğunu düşünmek abartılı olabilir. Araplar en azından başka toplumlarla karşılaştırıldığında edebiyata ve söz sanatlarına düşkün kimseler kabul edilir. Edebiyat ve söz sanatlarının ise musikiden bağımsız olduğu düşünülmez. Bu meyanda şiir ile musikinin ilişkisi çok eskilere giden bir mesele olmalıdır. İlk vahiy evresinden itibaren olmak üzere, İslam'da musiki aşinalığının olması gerekir. Fakat burada yine belirsizlikler ortaya çıkar. Çünkü İslam'da ibadet geleneğinde musikinin temellendirilmesi söz konusu olunca en çok başvurulan konulardan birisi olan kıraat ve ezanda nasıl bir musiki icra edildiğini tespit edebilmek hiç de kolay değildir.

Tasavvufta musiki


Bunun yanı sıra Hz. Peygamber'in mescidinde ibadetler, tespihler, zikirler, salavatlar tekbirler vb. nasıl çekilirdi? Bunları tam olarak bilemeyeceğimiz gibi daha sonra işin kazandığı boyutları ilk nesilde bulabilmek mümkün görünmüyor. Bu nedenle musiki üzerindeki tartışmalar hiçbir zaman bitmeyecek, günümüzde Müslüman toplumda icra edilen "ayin" ve ibadet musikinin kaynağını hiçbir zaman tespit edemeyeceğiz (özellikle zikirler için bunu böyle bilmek gerekir). Bu süreçte Müslüman olan toplumların geleneklerinden getirdikleri etkiler önemli rol oynarken aynı zamanda bir tür
içtihat sayabileceğimiz Müslüman toplumun tecrübesinin de hatırı sayılır etkisi olmuştur.

Her şeye rağmen tasavvufun gelişim seyri musikinin ibadet hayatında etkin bir şekilde yer almasında önemli rol oynamıştır. Oldukça erken bir dönemden itibaren sema meclislerinden, musikiden, daha doğrusu ibadet hayatında musikinin kullanılmasından söz edildiğini biliyoruz. Ne kadar eleştirilirse eleştirilsin bu gelişmenin önüne geçilmemiştir. Çünkü musiki hakkında dini hayattan delil getirmede güçlükler bulunsa bile hayat
pratiği ve insani tecrübeler yeterince güçlü destek veriyor. Musiki ve onun dini hayat içindeki kullanımı herhangi bir şekilde dinden kaynaklanmış
değildi, bütün o bölgelerin hâkim uygulamanın bir devamı olarak gelişmeyi sürdürüyordu.Yeni olan şey, bunun İslam'a ve İslam ibadet pratiğine tatbiki idi. Bu süreçte ibadetler, salavatlar, tekbirler ve Kuran okumaları sürekli daha etkili üsluplar kazanarak yayılmaya devam etmiş, musiki dinin yayılmasına ciddi bir katkı sağlamıştır.

Müslümanların ibadet hayatında ortaya çıkan bu musiki karşısındaki ikircikli tutumları aslında hep bu durumdan kaynaklanıyordu: Musiki tıpkı felsefe ve bilimler gibi yeni ve dışardan bir şey gibi kabul ediliyor, bu nedenle tepki ile karşılanıyordu. Fakat vakıa muannittir: Musiki içeriden aldığı eleştirilere rağmen sahip olduğu imkânlar ve tesiri sayesinde dini hayatı şekillendirmiş, yeni bir içtihat gibi, Müslüman toplum da bunu büyük ölçüde kabullenmiştir.

BİZE ULAŞIN