Çin son yıllarda gerek salgının başlangıç noktası, gerek dünyada tedarik zincirinde meydana getirdiği kırılmalarla sıkça haberlere konu olan bir ülke. Özellikle ekonomideki yükselişiyle üniversitelerin ilgili bölümlerinde ekonomisi, siyaseti, tarihi, dili üzerine yazılan tezler ve yapılan araştırmalarda çok önemli bir artış görülüyor. Ancak bu yazıda Türkiye'de çok bilinmeyen, henüz birkaç araştırmacının ilgisine muhatap olmuş bir konudan, dahası bu konu peşinde Çin'e uzanan maceramdan ve aslında bazen amaçsızca savrulmanın ne kadar güzel olduğundan bahsetmek istiyorum.
Herkesçe malum olduğu üzere, Çin, kendine özgü sosyalizm temelinde dine mesafeli bir ahlak sistemi ve yönetim biçimi olan Konfüçyanizmi "din" yerine koymuş bir ülke. Budizm, Taoizm geleneksel dinlerden, ancak yeni nesiller daha çok ateist ya da batı etkisiyle Hristiyanlığa meyilli. Çin'de İslam/Müslümanlar denilince de birçoğumuzun aklına sadece Uygurlar ve gün be gün manşetlerde gördüğümüz siyasi meseleler geliyor. Ancak Çin'de muazzam bir İslam kültürü ve felsefesi var. Net rakam bilinmese de ülkede 10 farklı milletten 25-50 milyon arasında Müslüman yaşıyor. Bunların içinde en kalabalık nüfus Uygurlar ve Huiler.
Hui Müslümanları ana dilleri Çince olan, din etrafında birleşmiş birçok milletin karışımı olan bir millet. Açıkcası sıradan bir Türk gibi ne üniversite tercih döneminde amaçsızca seçtiğim (lisedeki rehberlik hocama selam ederim) Çin Dili bölümüne başlarken ne de ilk yıllarda Çince yazı yazmaktan kolum çatladığında bunlardan haberim vardı. Her şey lisanstaki Çinli hocalarımdan birinin "orijinal, kökten, soydan Çinli Müslüman" olduğunu öğrenmekle başladı. Hocam, Çin'de Çince konuşan, soyları Çin'e tebliğe giden sahabelere dayanan Müslümanlar olduğunu, hatta kendisinin soy isminin de Sa'd Bin Vakkas (r.a) soyundan olduğu için Wan (Vakkas'a nispeten) olduğunu söylemişti. Bir de o günlerde ne olduğunu çözemediğim Çince bir kitap hediye etmişti. 20 yaşındaki öğrenci halimde ne kadar heyecanlandığımı hatırlıyorum.
İmam Gazali ve Zhu Xi hakkında karşılaştırmalı bir tez
Lisansın son döneminde de büyük bir üniversite olması gerektiğine kanaat getirdiğim Tsinghua Üniversitesi'ne yine kazara eğitim bilimleri bölümüne yüksek lisans kabulü aldım. Kazara dedimse gerçekten kazara, nitekim ben Çince öğretimi üzerine bölüm ararken bulamayıp eğitim bilimlerinin içinde olması gerekir diye seçmiştim. Bu arada Çin'deki üniversiteler gerçekten dünya standartlarında. Tsinghua Üniversitesi de 2022 dünya sıralamasında 16, Asya sıralamasında 1. olmuş muhteşem bir üniversite. Böyle bir üniversiteden tam burslu kabul almak her öğrenciye nasip olmuyor ama savrulmak dedik ya.
Okula kabul almak güzeldi ama bunun bir ders süreci, bir de tez süreci var. Üç kere tez konumu değiştirmek zorunda kaldım çünkü eğitim bilimlerini bilmiyordum, üstelik tezi Çince yazmak gerekliydi. Şükür ki tez danışmanım çok güçlü bir hocaydı, öğrencinin kapasitesini çok iyi analiz ediyordu. Bana Müslüman kimliğimi çok iyi kullanabileceğimi söyledi. "İslam dünyasının eğitim reformcusu kimdir?" sorusuyla başladık ve İmam Gazali'de karar kıldık.
Bir sonraki aşamada ise İmam Gazali ile görüşlerini karşılaştırabileğimiz Çin'in Yeni-Konfüçyüsçülük akımının kurucularından ve eğitimin babası sayılan Zhu Xi'yi keşfettik. Ne tevafuktu ki iki düşünür de hemen hemen aynı yüzyılda, İslam dünyası ve Çin medeniyetinin çalkantılı zamanlarında yaşamıştı. Bu arada şunu da belirteyim, lisansta Çinli hocamın hediye ettiği kitap İhya-ı Ulumiddin'in Çincesiymiş; tabi bunu tez yazarken farkettim, tevafukun güzelliği de ayrı güzel.
İmam Gazali ve Zhu Xi tezi Çin'de yapılan ilk karşılaştırma olmasının yanısıra beni de büyülemişti. Çünkü o zamana kadar Konfüçyanizm hakkında doğru dürüst bilgim yoktu. İnsan meğer cahili olduğundan çekinirmiş. Ben de hep uzak, kötü, batıl, saçma, belirsiz damgası yapıştırmışım fikir dünyamda, ne olduğunu da bilmeden. Yaptığım okumalarda şunu farkettim: Hakikat ve hikmet her medeniyette bir cevherdi; dahası hikmet müminin yitik malıydı, nerede bulunursa alınmalıydı (Tirmizi, İlim, 19.)
"Konfüçyanist Müslümanlar"
İnandığım ahlaki değerlere, insan fıtratının iyiliğe/kötülüğe meyline, terbiyenin kalple ilgili olduğuna Konfüçyanizmin temsilcilerinden birinin yazılarında rastlamak çok çarpıcıydı. Tabi burada şunu belirtmek lazım: Tevhid, nübüvvet, iman kaideleri, yaratılış konuları tartışmaya, başka bir dinin ve düşünce ekolünün içinde aranmaya açık konular değil. Bahsettiğim hikmet ahlak, sosyal ilişkiler, kainatı anlamlandırma çabası ve yüzü dünyaya dönük insani meseleler üzerine. Tez döneminde "Konfüçyanist Müslümanlar" denilen Çinli âlimlerin olduğunu, Çince eserler yazdıklarını öğrendim.
Yüksek lisanstan sonra danışman hocamın yönlendirmesiyle Çin'in bir diğer rüya üniversitesi olan Pekin Üniversitesi'nin Arap İslam Araştırmaları bölümünde doktoraya başladım. Asıl hedefim Çin'deki islami mirası araştırmaktı ancak yabancı öğrenci olarak bizden beklenen kendi ülkemizle ilgili bir tez hazırlamaktı. Ben de Osmanlı tarikatları üzerine tezimi yazıp, bir yandan Çince İslami eserler üzerine çalışmalar yaptım. İlk kez duyunca kulağa ilginç geliyor: Çince İslami eserler, hem de "Konfüçyanist Müslüman alimler"in yazdığı eserler! Prof. Dr. Fuat Sezgin hocanın İslam bilim tarihini açığa çıkartması gibi bize de Çin'deki İslam mirasını tanıtmak nasip olsun duasıyla bu saklı mirastan bahsedeyim biraz.
Çin'e ulaşan İslam
Çin, İslam'ın ilk yayılmaya başladığı, Medine'den sonra ilk mescitlerin yapıldığı bir yer. Bazı kaynaklara göre Hz. Peygamber'in bizzat elçiler gönderdiği söylense de resmi kayıtlarda ilk elçilerin Hz. Osman'ın hilafet döneminde gönderildiği yazıyor. Esasen Çin bir bilinmezlik diyarı değil aslında; deniz ve kara İpek Yolu sayesinde Arap coğrafyasıyla İslam öncesinde ticaret ilişkileri kurulan bir bölge. Hz. Osman'ın gönderdiği sahabeler de yine deniz İpek Yolu üzerinden Çin'e varıp dönemin Tang İmparatoruyla görüşmeler yapmış. İlk ayak bastıkları Guangzhou (Kanton) bölgesine de İslam'ın Arap coğrafyası dışındaki ilk mescidini inşa etmişler.
Takip eden 150 yıllık süreçte karşılıklı 37 resmi ziyaret gerçekleşmiş. Hatta 755-763 yıllarında patlak veren isyanda Tang Hanedanlığı Abbasilerden askeri destek almış. Çin'e isyanı bastırmakla görevli gelen müslüman askerlerin birçoğu daha sonra Ortadoğu'ya dönmeyip Çin'e yerleşmiş. Müslüman olan Çinlilerle evlenip özellikle ticaret yolları üzerindeki sahil kentlerinde otonom küçük mahalleler kurmuşlar. İşte Çin İslam tarihi bu kadar eski, hatta o yüzden Hui arkadaşlarımla "Sizin dedeleriniz bizimkilerden önce Müslüman olmuştur" diye espri yapıyoruz.
13. yüzyılda Moğolların Çin'i ele geçirmesiyle Müslümanlar için yeni bir dönem başlamış. Orta Asya'dan çok sayıda farklı etnik kökenden Müslüman Çin'e gelmiş ve Moğol yönetiminde önemli görevler üstlenmişler. Ayrıca bu dönemde Çin'de bilim, mimari, astronomi gibi birçok alana önemli katkılar sağlamışlar.
Moğollardan sonra tekrar yönetimi ele geçiren Çinliler geleneksel Çin düşüncesini ve milli hafızalarını canlandırmak için Çin dışından gelen her türlü din, düşünce ve etnik grubu baskı altına almış. O döneme kadar nispeten Çin toplumundan izole yaşayan Müslüman halk Çinlilerle evlenmeye zorlanmış, Arapça ve Farsça konuşmaları yasaklanmış, böylece asimilasyonları hızlandırılmış.
Hui Müslümanları ve Han Kitab külliyatı
Böyle zorlu dönemler geçiren Müslümanlardan, yüzlerce yıl farklı milletlerin karışımının etkisiyle ana dili tamamen Çince olan Çin'e özgü yeni bir ırk olan işte bahsettiğim Hui Müslüman milleti oluşmuş. Hui Müslümanları 14 asır boyunca Çin topraklarında "Müslüman" kimliklerini gelecek nesillere aktarabilmek ve gayrimüslim Çin toplumunda var olabilmek için Çince İslami eserler de kaleme almışlar.
Fıkıh, akaid, tasavvuf, tefsir, hadis, hac seyahatnameleri, Arapça dil bilgisi, astronomi, tarih, tıp gibi birçok alanda Çince yazılan ya da Arapça/Farsçadan Çinceye tercüme edilen eserler zamanla Han Kitab adıyla dev bir külliyata dönüşmüş. Han Kitab külliyatının özelliği sadece Çince olması değil, Konfüçyanizm, Taoizm ve Budizm terimleri kullanılarak İslam'ı anlatması.
Dahası, bu eserlerin yazarları derin dini bilgilerinin yanı sıra Çin kültürünü ve düşünce sistemini çok iyi analiz edebilen çok yönlü âlimler. İslami terimleri Çinceye tercüme ederken terimlerin dini ruhunu yansıtabilecek ya yeni kelimeler türetmişler ya da hâlihazırda var olan Konfüçyanizm, Taoizm ve Budizm'e ait terimler kullanmışlar. Bunu yaparken o kadar maharetle çalışılmış ki, Çin felsefesine aşina olan bir kişinin okuduğu zaman hayran olmamasının imkânı yok. Hem klasik Çin felsefesini hem de İslam'ı farklı bir pencereden okuyabileceğiniz muhteşem eserler.
Han Kitab külliyatının bir diğer özelliği de birçok önemli eserinin Abdurrahman-ı Cami ve İbn Arabi çizgisinde olması. Ayetlerin, hadislerin anlatımında sık sık tasavvufi şiirlere, sufi büyüklerin sözlerine de yer verilmiş. Aslında Çin Müslümanları dini çoğunlukla Anadolu İslam'ı gibi Orta Asya'dan gelen sufilerle öğrenmişler. Bu yüzden Çin Müslümanları da genellikle Türkiye'de yaygın olduğu gibi Hanefi-Maturidi ve tarikat ehli. Diğer taraftan külliyatta, Klasik Çin düşüncesi ve Çin Budizm'inde gündemde olan nefs-kalp ilişkisi, nefsi tezkiye, inziva ve metafizik konularına ayrıca önem verilmiş.
Hikmetin ortak dili
Bir toplumda varlık gösterebilmek için onların ilgilendiği sorulara onların anlayabileceği dilden cevap vermek gerekir. Han Kitab yazarları da tam olarak bunu yapmaya çalışmışlar. Külliyata baktığımızda ana temanın İslam'ın sadece namaz, oruç gibi ahkâmdan ibaret olmadığını, aksine Budizm ve Taoizm metafiziğiyle yarışacak felsefi derinlikte olduğu gösterilmeye çalışılmış. Aynı zamanda da Konfüçyanizmin toplum ve birey yaşantısına hitap eden ahlaki öğretilerinin en mükemmel haliyle İslam'da var olduğu, hatta Konfüçyanizm'in eksik yönlerinin İslam'la tamamlanacağı anlatılmış. Ancak tevhid, nübüvvet, ahiret gibi konularda asla taviz verilmemiş, hatta özellikle Budizm'in inanç meselelerine ağır eleştiriler de var, küfür olduğu açıkça söylenmiş. Bir de, bir konu anlatılırken aynı cümle içinde bile Kur'an-ı Kerim'den bir ayete atıf, bir hadis, Konfüçyüs'ten bir söz, Budizm'den bir terimi görmek çok olağan. Bu da külliyatın anlaşılmasını zorlaştırırken aynı zamanda okuyanı birçok kültürün harmanlandığı bir ilim deryasına atıyor.
Han Kitab külliyatına ait birçok eser hala el yazması halinde duruyor; modern Çinceyle basılmamış, bir kaçı harici de diğer dillere hiç çevrilmemiş. Akademide son yıllarda bir ilgi olsa da iyi derecede İslami literatüre ve Çin felsefesine aşinalık, aynı zamanda Arapça ve Farsça bilgisi gerektirdiği için araştırması oldukça zor bir konu. Ancak Müslüman akademisyenler olarak unutulmaya yüz tutmuş bu kıymetli mirasın yeniden gündeme getirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu yüzden bu eserlerin Türkçeye kazandırılması için çalışma başlattık.
İslam evrensel son din ve mensupları dünyanın her yerine dağılmış durumda. İslam dünyasının Ortadoğu, Afrika ve Malay bölgesinden ibaret olmadığını, dinin de sadece Arapça, Farsça ve kısmen Türkçe harici başka bir dille de yaşanabildiğini, nadide eserler üretilebildiğini hatırlamamız gerekiyor. En önemlisi de hikmet her medeniyette kendince tezahür etmiş, Müslüman milletler de var oldukları kültürle harmanlanarak İslam'ın evrensel mesajına ses olmuşlar. Bu ister bir Konfüçyanizm görgü kuralı olsun, ister Taoizm'de bir kainat düşüncesi olsun İslam'ın inanç kaideleriyle örtüştüğü sürece bizim için "hikmet" olmalı ve bu hikmetin aslında hikmeti yaratan Hâkim'in bir tezahürü olduğu unutulmamalı. Vesselam.
* Dr, Öğretim Görevlisi, Sabahattin Zaim Üniversitesi - İbn Haldun Üniversitesi