Savaş zamanı hakikat o kadar kıymetlidir ki yalanlardan bir duvarla korunur." Vecize imalatçısı Churchill bu tespitinde hatalı değildi fakat ihmal ettiği şey insanın daima bir savaş hâlinde olduğu ve dolayısıyla hakikatin her halükârda kıymetli olması hasebiyle yalanlardan bir duvarla korunduğuydu.
Vecizelerin altından çok sular aktı, beşeriyet tabakadan tabakaya intikal etti ve nihayet dijital çağda tüm değerlerin tepetakla olması gibi hakikat de önce mevkiini, sonra da manasını kaybetti. Merkezin buharlaştığı bu merhalede hakikatin merkezî konumunu koruması muhaldi.
Sadece tahtından olmadı, aleladenin ve hatta yalanın kıyafetleriyle dolaşabilecek bir sefalete mahkûm edildi. Dijital çağ pek çok bakımdan kopuşları temsil etse de mutlak bir kopuştan söz etme evresine henüz gelmiş değiliz. İnsan yine bir şekilde savaş hâlini sürdürüyor ve hakikatimsi bir şeyler belli bir kıymeti haiz; onları muhafaza etmek savaşın selameti adına önem arz etmeye devam ediyor. Eski türden propaganda ve dezenformasyon arayan bakışlarımız eli boş dönebilir fakat propaganda ve dezenformasyon dijital çağ egemenlerinin de vazgeçemediği ameliyelerin en sevimlilerinden olmaktan vazgeçecek görünmüyor.
Taliban içindeki "komünist ajanlar"
Teorik metinlerle ilerlemek yerine işlerin nasıl yürütüldüğünü saha gerçekleri üstünden okumak şahsen daha çok tercih ettiğim bir usul. Egemenlerin Afganistan stratejilerini şekillendirirken ambalajladıkları Taliban imajının analizi bu bakımdan hayli kıymetli. Örneklerin bolluğu işimizi zorlaştırdığı kadar kolaylaştırıyor da. Propaganda çarklarının nasıl işlediğini müşahede adına bunlardan sadece bazılarına odaklanabilme durumunda olduğumuz ise aşikâr.
Kedi, yavrusunu yiyeceği zaman onu fareye benzetirmiş. "İyi sıhhatte olsunlar"ın Taliban'ı yemeyi kafaya koydukları başından belliydi. Dileseler onu çıkış şartları itibarıyla bambaşka bir surette arz eder, apayrı bir imajla bezeyebilirlerdi. İktidar oluncaya kadar kısmen anlamaya çalışır gibi yaptılar fakat Kâbil'i ele geçirmesini müteakip Taliban'ı insanlığın yeni baş belası olarak takdim etme gayretine yöneldiler.
Doğrusu pek de zorlanmadılar. Taliban'ın hayata ve sokağa müdahale tarzı post-modern insanın tüylerini ürpertmek için fazlasıyla yeterliydi. Burka dayatması, kırbaç ve recim uygulaması, namaz yoklamaları vesaire… Kırılmış müzik aletlerinin görüntüsü bile Taliban algısının korkunçluğunu temin için kâfiydi.
Doğrudan yalana başvurmalarına gerek de yoktu. Taliban onlara gerçek görüntüleri cömertçe armağan etmişti. Kimi zaman bizzat kendisi kayda geçirerek. Burada ilginç olan husus, kitap kapaklarını süsleyen bazı şiddet uygulamalarının Taliban mensupları tarafından içlerindeki ajanların marifeti olarak nitelenmesiydi. Kadınlara uzun bir sopayla vuran irikıyım Taliban mensubunun görüntüsü hakkında bir Taliban mensubu şöyle demişti: "Onlar Taliban içine sızmış eski komünistlerdi; Taliban'ı dünyaya kötü göstermek ve halkı kışkırtmak için bunu yapıyorlardı."
"Taliban içindeki komünist ajanlar" çok dikkat çekici bir nitelemeydi fakat izini sürmek benim için mümkün olmadı. Doğrusu bu iddiaya sahiden inanıyorduysa o Taliban mensubunun bunu dava edinmesi ve o ekipleri deşifre etmesi icap ederdi. Gelgelelim belki de asıl dezenformasyonu yapan kendisiydi ve "Taliban içindeki Komünist ajanlar" onun icat ettiği bir mefhumdu. Eleştirileri karşılamak üzere ayaküstü uydurulmuş basit bir yalandı.
Eşeği dövemediği için semeri dövüyor
Buda heykellerinin 2001 yılının Mart ayına denk geliyordu ve 11 Eylül gerçekleşmeyecek olsa bile Taliban'ın ipinin çekilmesi için gerekli miktarda bir aşırılık örneği olarak teşhire müsaitti. Uzaktan bakıldığında "Taliban içindeki komünist ajanlar" türünden komplo teorilerine elverişli bir puslu ortam vardı ve eylem gerçekte El-Kaide içinden bir ekibe aitti fakat Taliban merkezî şûra olarak eylemin arkasında durduğunu ilan ederek mesuliyeti üstlenmiş oldu. Pakistan ve Suudi Arabistan gibi en yakın destekçilerinin kınamalarını hiçe sayarak, Japonya'nın rüşvet tekliflerini geri çevirerek yaptı bunu.
Bir kez daha yalan yok, hile yoktu; heykellerin külliyetli miktardaki patlayıcıyla yok edilmesi girişimi, Taliban'ı yemeyi kafaya koymuş egemenlerin bir kumpası sonucu değildi. Bir kez daha eylemi görüntüleyenler bizatihi Taliban'ın kendi adamlarıydı. Bu yıkım girişimi Taliban'ın şeriat telakkisiyle de gayet mutabık görünüyordu.
Gelgelelim tüm bu görünümlerin arasında yer almayan bir gerçek vardı; basit bir gerçekti ama tüm vakıayı baştan sona tayin edici nitelikteydi: Taliban böylesi yıkım görüntülerinin tüm dünyayı kendisine karşı kışkırtacağını biliyordu ve bile bile lades dedi, çünkü böyle yapmasa da ipinin çekildiğini, yok edilmek istendiğini düşünüyordu. Başkenti ele geçirmiş, iktidar olmuştu ama muktedir olduğu şüpheliydi. Ülkenin kuzeyinde kendisini çokça yıpratan, enerjisini emen bir iç savaşla maluldü ve düşmanlarını kendisine karşı takviye edenlerin kim olduğu hususunda kafası gittikçe netleşiyordu. Buda heykelleri, Taliban'ın yıllardır süren ambargo ve düşmanlıklara karşı bir intikam biçimiydi. Eşeği dövemediği için semeri dövüyordu.
Derken dillere destan 11 Eylül hücumları gerçekleşti. Taliban'ın bu eylemlerin neresinde olduğu en objektif tabirle spekülasyon konusu olmayı sürdürecekti. Burada bakılması gereken parametrelerden biri 11 Eylül öncesinde Talipleri sisteme kabul etmeyen egemenler, 11 Eylül sonrasında onları yok etmek için kabul edemeyecekleri şartlar ileri sürdüler: Üsame Bin Ladin ve ekibinin yakalanarak kendilerine teslim edilmesi.
Bu, bir Peştu için değil yapılabilecek, düşünülebilecek bir şey değildi. Misafirini ele geçirmek için hamle yapan düşmanıyla savaşmak yazısız Peştu töresinin başlıca kaidelerindendi. Böylesi bir kaide karşısında Kaide hakkında köpürtülen tehdit söylemlerinin bir ehemmiyeti yoktu. Taliban, bir kez daha, düşmanına yalana başvurmaksızın kendisi hakkında dehşet verici bir kara propaganda yürütme imkânı bahşetti.
Her şey planlandığı gibi ilerliyordu. Taliban'ı kültür ve insanlık düşmanı olarak kodlamakta kolay bir başarı elde eden egemenler, kuzeyden başlattıkları indirme harekâtı ve bombardımanla da kolay bir zafer elde etti. O kadar ki dünya medyasını bunca meşgul eden Taliban ve El- Kaide'nin "essahlığı" şaibeli gözükür oldu. Gözü dönmüş katiller olarak lanse edilen, tüm dünya için amansız bir tehdit olarak ekranlardan indirilmeyen adamlar şimdi neredeydiler? Buna acilen bir cevap verilmesi gerekiyordu.
Kale-i Cengî'de yaşananları anlamak, arka-plandaki bu zarureti bilmeksizin hiç de mümkün değildi.
Propaganda dayağı
Teslim olmuş veya esir düşmüş Taliban savaşçılarının kapatıldığı tarihî kalede tutsaklar zorla isyana sevk edildiler ve silaha erişimlerini sağlamak üzere uygun bir zemin de plan gereği boş bırakıldı. Kale içinde bir müddet direnebilecekleri kadar silaha kavuşmalarının egemenler açısından mahzuru yoktu. Aslında ellerinde silah olsa ne kadar gözü dönmüş ve çetin ceviz olacaklarına dair göz doldurucu sahnelerin yaşanmasının akabinde B-52 ağır bombardıman uçaklarının dahi görev aldığı, helikopterlerin güç gösterisine doymadığı bir hengâme yaşandı ve yüzlerce Taliban savaşçısı isyan adı altında katliama tabi tutuldu.
Suyla doldurulup elektrik verilen mahzenlerden sağ kurtulan nadir esirlerden olan "Amerikan Taliban'ı" John Walker Lund, hadiseyi "İsyan dediler ama yaşananlar aslında sadece bir katliamdı" şeklinde özetlese de sesini duyan pek olmadı. Kale-i Cengî darmadağın edilmiş bir düşmana karşı kazanılmış kolay zaferin allanıp pullanması için gerekli bir CIA operasyonuydu fakat mükemmeliyeti kale içindeki CIA operatörlerine rağmen olayın kendiliğinden cereyan eden şeffaf bir askerî vakıa olduğu biçimindeki yanılsamaydı.
Taliban artık yoktu, uzun yıllar da ortalıkta gözükmeyecekti. Bu kayboluş da işe yarar bir şeydi. Taliban meselesi Pakistan'ı tedip etmek ve başka hesapları görmek için münasip bir sopa olarak kullanıldı. Egemenler Pakistan'la hesaplarını görünceye dek Taliban Pakistan'ın terör maşası olarak takdim edildi. Ağzı var dili yok Taliban bunları yalanlamaya kalktı mı, o bile belli değildi. Savaş baştan beri orantısız biçimde yürütülmüştü fakat şayet propaganda savaşı diye bir şeyden bahsedilebilecekse asıl orantısızlık oradaydı. Gerçekte ise olan şey tam manasıyla bir propaganda dayağıydı.
Müslümanlar dünyanın gözü önünde meydan dayağına maruz kalıyordu fakat kimse araya girip de "Bir dakika!" diyemiyor, olan biten hakkında tek kelime edemiyordu. Taliban hiçbir bakımdan savunulamaz bir varlıktı; ümmetin, İslamcıların nazarında bile. Bu raddeye gelinmesi Taliban'ın başarısızlığı olarak da okunabilir, düşmanlarının muazzam başarısı olarak da.
Ringde yumruğu havaya kaldırılan boksör
Gel gör ki işler sarpa sarmaya başladı. "Gücü savunmasız kadınlara yeten korkak Taliban" nasıl olduysa ABD ve NATO güçlerine kök söktürmeye başladı. Türlü bahanelerle Afganistan'ı işgal hevesine kapılmış bir süper güç artık debelenmeye başladığı gerçeğini saklayamıyordu. 2007'de gösterime giren Arslanı Kuzulara filmini birkaç yıl gecikmeli de olsa seyrettiğimde ABD'nin Afganistan'dan çekileceğine, hem de yakın bir gelecekte bunu yapacağına emin olmuştum. Çünkü bir senatörün, bir siyaset bilim profesörünün ve Afganistan'da mevzideki askerlerin aynı saat içinde yaşadıklarının anlatıldığı film bu savaşın kazanılmazlığı tezini perçinlemeye çalışıyordu. Nitekim istim sonradan gelmiş, 2011'de ABD Taliban'la resmî müzakerelere başlamıştı bile.
Ayaklarında ucuz terlikleri, dökülen üst başları, derme çatma Kaleşnikof ve roketatarlarıyla bu paçoz, cahil köylüler nasıl olmuştu da bir süper gücü dize getirmiş, çekilmeye mecbur bırakmışlardı? Egemenlerin medyasını ve trollerini takip eden birinin bu suale makul bir cevap bulabilmesi imkân dâhilinde değildi. İnatçı ve küstah olarak resmedilen düşman bir şekilde yenilmemeyi başarmış ve Doha'daki barış anlaşmasını ringde yumruğu havaya kaldırılan boksör edasıyla imzalamıştı. Nitekim imzaların atıldığı masayı terk eden başı önde Zalmay Halilzad'a mukabil yumruğu sıkılı ve zafer gülüşüyle kameralara bakan Molla Birader'i gösteren kare, savaşın ve barışın en nesnel muhasebesi gibi duruyordu.
Şu da var ki ne savaş bitti ne de barış. Egemenlerin Taliban'la davası biteceğe de benzemiyor. Küre üstünde ülkesini gösteremeyen Taliban valisi imgesiyle egemenler operasyona devam ediyor. Bir kez daha ortada yalan yok. Yalan yok ama gelgelelim hakikat de yok. Gerçeğimsi bir şey, orada, Afganistan diye bir yerde var olmaya devam ediyor. Canı yanmaya ve can yakmaya müheyya. İzliyoruz. Herkes gibi.