Bir süredir uluslararası sistemin değişimine dair hararetli bir tartışmaya şahitlik ediyoruz. Aslında pandemiyle birlikte küresel siyasetin eskisi gibi olmayacağına dair daha net bir tablo ortaya çıkmıştı. Küresel siyasetin Soğuk Savaş sonrasında bir değişim ve dönüşüm baskısıyla karşı karşıya olduğunu biliyorduk; pandemi sadece bu tartışmayı hızlandırdı. Uluslararası düzen değişim altında ve bu durum küresel siyaseti derinden etkiliyor.
Dönüşen sadece aktörlerin sistem içindeki konumları değil; aynı zamanda küresel güç dağılımı kıta ölçekli tektonik bir kayma yaşıyor, uluslararası normlar belirleyici olma özelliğini yitiriyor ve uluslararası siyaset yeni bir güç rekabeti dalgasıyla beraber çatışma riski yüksek bir alana dönüşüyor. İnsanlığın karşı karşıya kaldığı iklim değişikliği, küresel salgınlar, çevre felakatleri, açlık/yoksulluk ve radikalleşme gibi diğer çetrefilli konularla birlikte düşünüldüğünde küresel siyasetin anatomisinde yeni bir karmaşa halinin zuhur ettiğine şahitlik ediyoruz.
Dört kırılma
Karşı kaşıya kaldığımız yeni durum son otuz yılda uluslararası siyasette yaşanan değişimlerin bir sonucu. Geçen süre zarfında mevcut küresel siyaset tablosunun ortaya çıkmasını sağlayan dört önemli kırılma yaşandı. Bunlardan ilki, Soğuk Savaş'ın sona ermesi ve Sovyetler Birliği'nin yıkılmasıydı. Uluslararası güç dağılımının neredeyse diğer yarısını temsil eden Sovyetler'in yıkılması ABD'yi tek başına süper hegemon güç statüsüne yerleştirdi ve sistemi hiyerarşik bir biçimde Amerikan tek-kutupluluğunun şemsiyesi altında topladı.
Soğuk Savaş'ın bitmesi aynı zamanda küresel sistem içinde ulus-devlet ve kıta ölçekli jeopolitik bir kırılmanın yaşanmasına neden oldu. Atlantikçi jeopolitik kanadın tam bir zaferiyle sonuçlansa da Amerikan tek-kutupluluğu küresel sistemi tam anlamıyla kendi stratejisi ekseninde dönüştüremedi. Yine de bu dönem tam bir jeopolitik değişimin yaşanmasını beraberinde getirdi.
İkinci önemli kırılma ise Soğuk Savaş sonrasının en önemli gelişmelerinden biriydi. 11 Eylül 2001 yılında El Kaide terör örgütünün düzenlediği terör saldırısı, sistemin güvenlik parametrelerinde köklü bir değişimin ortaya çıkmasına neden oldu. 11 Eylül sonrası, ABD'nin önce Afganistan ardından da Irak'ı işgal etmesiyle birlikte uzun süre (20 yıl) küresel ölçekli terörle mücadele stratejisi Amerikan dış politika stratejisinin merkezine yerleşti. Ancak terörle mücadele stratejisi terörü bitirmekten daha çok terörün uluslara yayılmasını hızlandırdı ve köklü değişimlerin yaşanmasını beraberinde getirdi.
Köklü değişimlerden en önemlisi ise Batı'nın iç ve dış güvenlik paradigmasında yaşandı. Avrupa siyasal alanının terör tehdidi üzerinden güvenlikleştirilmesi aşırı sağ partilerin yükesilişini sağlarken ana akım ve merkezde yer alan muhafazakar, sağ ve sol siyaseti daha sert bir siyasi güzergaha soktu. Daha da önemlisi, her bir Avrupa ülkesi terör tehdidiyle gündelik yaşamı "güvenlik devletinin" aygıtları arasında gözetim ve denetim altına aldığı için özgürlükler kısıtlandı. Siyasal alanın marjinalleşmesi bir bütün olarak atlantik jeopoiltik eksenini de daha muhafazakar bir alana hapsetti.
Küresel siyasetin dönüşümü
Üçüncü önemli kırılma ise 2008 yılında patlak veren küresel finansal krizle yaşandı. Sovyetlerin yıkılışıyla zuhur eden jeopolitik krılma 11 Eylül ve sonrasında yaşanan güvenlik kriziyle daha derin bir çatlağa dönüşürken, finansal kriz sistemde ekonomik bir kırılmayı beraberinde getirdi. Bu kırılma, liberal ekonomik düzenin arızi sorunları olarak ele alınsa da Batı'nın ekonomik üstünlüğüne meydan okuyan yükselen ekonomiler krizden sonra ekonomik kapasitelerini daha da arttırarak ekonomik rekabetin derinleşeceğinin habercisi olmuşlardı. Ancak ekonomik kriz, 2001 sonrası güvenlikleştirilen Batı kamusal ve siyasal alanını daha da derinden etkiledi ve siyasetin marjinalleşmesini beraberinden getirdi. Irkçılık, yabancı düşmanlığı, İslam karşıtlığı, küreselleşme karşıtlığı ve göçmen karşıtlığı gibi sorunları siyasal alanın şekillenmesinde birincil konular oldular.
Dördüncü önemli kırılma ise Arap Baharı ile birlikte ortaya çıktı. Arap Baharı, ABD merkezli terörle mücadele politikalarının özellikle Irak eksenli bölgesel parçalanmanın neden olduğu sonuçlar zemininde ortaya çıkmıştı. Kendi dinamikleri her ülke için ayrı ayrı olsa da Arap Baharı hızla bölgesel ölçekli bir kriz olmaktan çıkarak terörizm ve göç meselesi üzerinden küreselleşerek sistemik bir etki ortaya çıkardı. Özellikle 2013-2017 arasında DEAŞ'ın sansasyonel terör eylemleri ve Irak ve Suriye'deki toprak kontrolü terörle mücadeleyi yeniden uluslararası toplumun merkezine yerleştirmiş, Batı'da zaten devam eden aşırı sağın yükselişini ise hızlandırmıştı.
Söz konusu dört gelişmenin ardından yaşanan küresel pandemi jeopolitik, güvenlik, ekonomik ve siyasi krizleri tam anlamıyla derinden etkileyerek sistemik bir krizin ortaya çıkmasına neden oldu.
Dolayısıyla son otuz yıllık küresel siyasetin dönüşümüne bakıldığında; büyük güç rekabetinin yoğunlaştığı, tek-kutupluluğun sona erdiği, demokratik genişlemenin ve derinleşmenin güvenlikçi politikalar yüzünden durağanlaştığı ve gerilediği, ekonomik rekabetin yerini ticaret savaşının yer aldığı daha çatışmacı bir uluslararası siyaset ortaya çıktı.
Uluslararası siyasetin yeni karakteri
Son otuz yıllık süreç, uluslararası düzenin tam manasıyla dönüşmesiyle sonuçlanmamış olsa da mevcut düzenin karakteri üzerinde kapsamlı bir etki ortaya çıkardı. Ancak uluslararası düzen hala bir geçiş dönemi içinde bulunuyor. Bugünkü küresel durumun ayırt edici veya öne çıkan bazı özelliklerinin başında küresel liderlik sorunu geliyor.
Küresel lidersizlik, küresel meselelere yönelik yönlendirici ve bu sorunları çözme noktasında ikna edici bir küresel aktör yokluğuna işaret ediyor. Ne tek başına bir devlet veya devletler grubu ne de BM gibi uluslararası örgütler küresel meselelere çözüm getirme noktasında yetkin ve etkin durumdalar. Daha kötü olan ise yeni bir içe kapanma dönemi stratejisi küresel meselelere ortak çözümler üretmeyi imkansız kılıyor.
Küresel liderlik sorununa ek olarak yeni küresel sistemi şekillendiren bir diğer dinamik ise cari güç dağılımının tam olarak şekillenmemiş olması. Söz konusu belirsizlik, çatışmacı güç rekabetinin, güç dağılımı tam olarak şekillenene kadar devam edeceğini gösteriyor. Mevcut uluslararası sorunlar, bu sorunlara dâhil olan aktörler ve aktörlerin karakterleri çok katmanlı bir uluslararası siyaset ortamının oluşmasına neden oluyor.
Mevcut küresel siyasetin en önemli özelliği yükselen güçlerin sayısının çok fazla olması. Yükselen güçler, dâhil oldukları çatışma ve rekabet süreçleri, bölgesel dış politika aktivizmleri ve küresel ekonomide sahip oldukları etkinlikleri bakımından dünya düzeninin şekillenmesinde giderek daha asli oyunculara dönüşüyorlar. Mevcut durumun bir başka özelliği ise küresel normların ve norma dayalı düzenin zayıflamış olması. Değişen güvenlik sorunları ve tehdit ortamı küresel siyasetin norm ekseninden hızla uzaklaşmasını beraberinde getirirken, alternatif normların oluşmasına neden oluyor.
Geleceğe dair dört senaryo
İçinde yaşadığımız uluslararası sistem bir geçiş dönemi olarak tanımlanabilir. Yaşanan tam olarak, İtalyan düşünür Gramsci'nin "Eski dünya ölüyor ve yeni dünya doğmak için mücadele ediyor, şimdi canavarlar zamanı" şeklinde ifade ettiği kriz haline benziyor. Peki karşımızda ne tür senaryolar var?
Dört alternatif senaryonun küresel sistemin geleceğini tahmin etmek için ortaya atılabileceğini söyleyebiliriz. Birincisi, Batı'nın stratejik üstünlüğünün muhafaza edilmesi. Böylesi bir senaryoda liberal uluslararası düzen yaşadığı sorunları hem tamir edecek hem de alternatif düzen arayışlarını bastırarak stratejik üstünlüğünü koruyacaktır.
İkincisi, iki kutupluluğun ikinci versiyonudur (iki-kutupluluk 2.0). Bu senaryoya göre, ABD ve Çin arasında Soğuk Savaş dönemine benzer bir güç mücadelesi sonrası sadece iki ülkenin sistemi domine ettiği iki büyük jeopolitik kontrol ve etki alanı oluşacaktır. Üçüncüsü, yeni çok kutupluluktur. 19. yüzyıl çok kutupluluğundan farklı olarak, daha fazla gücün etki ortaya çıkarabildiği çok katmanlı bir uluslararası sistem yeni çok kutupluluğun en belirgin özelliklerinden biri olacaktır.
Bu noktada bölgesel güçler, orta ölçekli güçler, büyük güçler ve süper güçlerin var olduğu bir sistem içinde tek başına hiçbir ülke sistemi domine edemeyeceği gibi iki veya üç ülke de sistemi tek başlarına kendi kontrolleri altında tutamayacaklardır. Bu sistemin ittifak ağları açısından daha esnek, güvenlik rekabeti açısından daha rekabetçi olacağını söyleyebiliriz. Son senaryo ise anarşi senaryosudur. Buna göre, sistemdeki aşırı güç rekabeti çatışmanın derinleşmesine bu da devlet-dışı silahlı aktörlerin sayılarında daha fazla artışın yaşanmasına neden olacağı için küresel sistemi bir bütün olarak yönetilemez "kaotik" bir yapıya dönüştürecektir.
Bu senaryolardan olasılığı en yüksek olan üçüncüsüdür. Ancak asıl sorulması gereken soru şu: Küresel sistemin dönüşümü ve yeni bir düzen, büyük bir savaş sonucu mu yoksa savaş olmadan mı ortaya çıkacak?