Sena Subaşı: Akdeniz Türkler için Ötüken'in deniz halidir

Akdeniz Türkler için Ötükenin deniz halidir
Giriş Tarihi: 10.12.2020 13:49 Son Güncelleme: 10.12.2020 13:49
Bütün aykırılıklara rağmen Akdenizliler olarak birbirimize benziyoruz. Her kültürden izler olan bir Akdeniz kültürü var.

CENGİZ TOMAR

Coğrafyamızın karalarında ve denizlerinde atmosferin ısınması, gerilimin yükselmesi hız kesmiyor. Coğrafya dediğimiz kendi içinde dünyanın en har aretli topraklarını, ülkelerini, toplumsal olaylarını, enerji kaynaklarını ve denizini kapsıyor: Doğu Akdeniz, Kıbrıs, Ortadoğu, Arap ülkeleri, Arap Baharları, İsrail ve Filistin meselesi, darbeler, emperyalizm ve daha nice unsur. Sadece uluslararası ilişkiler boyutuyla değil, entelektüel, kültür el, toplumsal boyutlarıyla da büyük ve uzun soluklu bir mesele olan Akdeniz v e Ortadoğu'ya geniş bir perspektiften bakalım dedik. Bölgeyi ve bölgeye dair meseleler yelpazesini akademisyen, tarihçi, uluslararası ilişkiler uzmanı Cengiz Tomar ile konuştuk.

Öncelikle Akdeniz'in bizim için ifade ettikleriyle başlayalım; bu denizin bizim için önemi ve değeri nedir?

Eski çağlardan bu yana insan yerleşimine ve hayatiyetini devam ettirmesine en uygun bölge burası. Romalılar'ın Mare Nostrum'u (Bizim Denizimiz), Latince Mediterranean "Karaların arasındaki Yer", Eski Dünya'nın (Asya, Avrupa, Afrika) üç karanın ortasındaki denizi, yani dünyanın merkezi. Etrafında dünya tarihinin en kadim ve önemli medeniyetlerinin kurulduğu, Eski Dünya'nın ticaret ve dolayısıyla kültür alışverişinin yapıldığı deniz. İlk yerleşimler ile ilk dinler ve tapınakların çevresinde neşvünema bulduğu sular. Hayatımızı bugün dahi etkileyen alfabe, para, tekerlek, değirmen gibi pek çok buluşun etrafındaki medeniyet havzalarında icat edildiği deniz. Felsefe ve bilimin doğum yeri, devlet ve siyasi sistemlerin anavatanı… Dünya nüfusunun yarısından daha fazlasının müntesibi olduğu üç semavi dinin etrafında doğup geliştiği deniz. Selçukluların 1071 Malazgirt zaferiyle Anadolu'yu fethetmelerinin ardından birkaç yılda ulaştıkları belki de gerçek anlamda ilk deniz. Biz Türklerin denizdeki vatanı Akdeniz… Anadolu'ya nasıl ki 11'inci yüzyılda geldiysek Akdeniz kıyılarına da aynı yüzyılda ulaştık. Anadolu ve Akdeniz bin yıllık vatanımız. Çok şey öğrendiğimiz, karşılığında rengimizi verdiğimiz coğrafya. Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerini kurduğumuz yer. Çaka Bey'in İzmir'i, Alaeddin Keykubad'ın Alâiyye'si (Alanya), Menteşeoğullarının Muğla'sı, Baybars'ın İskenderiye'si, Selçukluların Suriye ve Filistin'i, Yavuz'un Mısır'ı, Kanuni Sultan Süleyman'ın Rodos ve adaları, Yusuf Paşa'nın Girit'i, Turgut Reis'in Trablusgarp'ı, Oruç Reis'in Tunus'u, Barbaros'un Cezayir'i, Cezzar Ahmet Paşa'nın Akkâ'sı, Osmanlıların Beyrut'u, Trablusşam'ı, Yafa'sı. Dünyanın merkezinde dönüşü olmayan vatanımız. Etrafında yetişen, Altaylar'da ve Büyük Türkistan coğrafyasındayken bilmediğimiz pek çok tat ve kültür. Yediğimiz, içtiğimizden kıyafetimiz ve davranışlarımıza kadar iliklerimize işlemiş bir kültür. Ötüken'den, Altaylar'dan, Büyük Türkistan'dan gelerek vatan kıldığımız, uzak bir coğrafyadan sonra fethettiğimiz dünyanın merkezi. Yani kısaca Ötüken'in deniz hâlidir Akdeniz biz Türkler için.

Akdeniz üzerinden Ortadoğu'ya uzanarak bir toz-topraklaştırma çalışması yapılıyor. Buradaki medeniyetler üzerinden bu işin kısaca kronolojisi nedir? Bu medeniyetlerden de biraz bahseder misiniz?

Dünya medeniyetinin en kadim ve en önemli merkezleri olan Mezopotamya (Irak), Bereketli Hilal (Suriye-Lübnan-Filistin) ve Nil Vadisi Akdeniz çevresinde kuruldu. Zira Akdeniz dünyanın ticaret ve kültürlerinin karşılaştığı bir medeniyet kavşağıydı. Hititler, Asurlular, Grekler ve Fenikeliler hep bu bölgede kurulmuş önemli medeniyet merkezi devletler. Yahudilik ve Hristiyanlık, Roma ve Bizans, İslam ve Abbasiler, Memlûkler, Haçlılar, Eyyubiler, Selçuklular ve Osmanlılar, Batı Akdeniz'de de Meriniler ve Hafsiler vardı bölgede. Son bin yılda özellikle Akdeniz'in doğusunda bir Türk hâkimiyeti söz konusu.

Sizce Ortadoğu'da Batılı devletler tam olarak ne yapmak istiyor şu an? İslam'ın ve İslam ülkelerinin Akdeniz'deki etkinliği/varlığı da sıfırlanmak isteniyor sanki.

Şu an hem Ortadoğu'da hem de Akdeniz'de olmak üzere büyük bir mücadele sürmekte. 21'inci yüzyıl başlarında tıpkı 20'nci yüzyıl başında olduğu gibi sınırlar yeniden çiziliyor; ülkeler ikiye, hatta üçe bölünüyor. Mesela Irak üçe bölündü, Suriye şu an üç parça. Sudan ve Yemen ikiye bölünmüş bir hâlde. Libya da hâkeza öyle. Türkiye de PKK ve darbe teşebbüsüyle bölünmek istendi. Emperyal güçler ve İsrail için tehlike oluşturmayacak şekilde ülkeler etnik, dini ve mezhebi olarak partikülleştirilmekte. Akdeniz'de de hidro-karbon kaynaklarıyla alakalı büyük bir mücadele yaşanmakta şu an. Her zaman olduğu gibi Fransa, Rusya ve ABD gibi dış güçler kendi menfaatleri doğrultusunda bölgeye müdahale ediyorlar. Belki 10 yıl sonra çok farklı bir Ortadoğu görebiliriz. Türkiye de tıpkı 20'nci yüzyıl başlarında yaptığı gibi bölgede yeni bir şekillenme yapılırken bin yıllık varlığını ve hukukunu korumaya çalışıyor.

Bu senaryonun Türkiye ayağı da Suriye'de kurulması düşünülen Kürt devleti ve FETÖ idi değil mi? Bu konudan da biraz bahseder misiniz?

Evet, çok doğru… Özellikle ABD'nin 1990'lı yıllardan beri bölgede bir bölücü rol oynadığını biliyoruz. Bu biraz İsrail ile de alakalı. ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice 7 Ağustos 2003'te yaptığı konuşmada "Ortadoğu'da 23 ülkenin rejiminin ve sınırlarının değiştirileceği" açıklamasını yapmıştı. Süreç şu ya da bu şekilde işlemeye devam ediyor. Irak ve Suriye fiilen bölünmüş durumda. Bunun diğer ve daha zor ayakları Türkiye ve İran'dı. Türkiye'de de bu PKK, hendek savaşları ve FETÖ darbe teşebbüsüyle yapılmaya çalışıldı. Ancak Türkiye'nin bölgedeki bin yıllık devlet tecrübesi ve derinliği, Türk milletinin sağduyusu bunu engelledi. Zaten İran'a da ABD, İsrail ve bazı Körfez devletleri topyekûn karşılar. Son zamanlarda Türkiye'ye karşı da bir cephe oluşturulmuş durumda. Mücadele devam ediyor. Irak'ın kuzeyi federal ve gevşek bir yapıyla merkezi hükümete bağlı. Suriye'nin doğusunda da ABD tarafından bir PKK devleti kurulmakta hâlihazırda. Türkiye, bu yapıyı sınırlarının bir kısmından uzaklaştırmış ve Akdeniz'e çıkmasını engellemiş durumda elân.

Neo-Con'ların tasarladığı, bugün küreselcilerin oluşturmaya çalıştıkları Ortadoğu'daki sınırlar yeniden çizilecek mi? Nasıl öngörüyorsunuz?

Şu an fiilen parçalanıyor, nüfus yapısı değiştiriliyor, demografik temizlik yapılıyor. Önce demografi (nüfus), ardından toponimi (yer isimleri), en sonunda da sınırlar değişir. Suriye'nin kuzeyindeki Türkmenler, Araplar ve hatta PKK yanlısı olmayan Kürtler etnik temizliğe tabi tutuldu ve bölgeye PKK yanlısı Kürtler yerleştirildi. Rakka ve Deyrüzzor gibi Fırat'ın doğusundaki geleneksel Arap yerleşimlerini şu an ABD destekli PKK yönetmekte. Muhalif Sünni Araplar ve Türkmenler aleyhine demografi değiştirildi. Sadece Suriye'de nüfusun yarısından fazlası, yaklaşık 12 milyon kişi ya yurtdışına gitti ya da ülke içinde yer değiştirdi. Irak'ın kuzeyinde 1990'lı yıllardan beri Türkmenler ve Araplar aleyhine, Kürtler lehine yapılan demografik değişimler ortada. İnsanların ev ve arazilerine de el konuldu. İlk önce tapu ve nüfus dairelerinin saldırıya uğraması bir tesadüf değil. Ayrıca bölgenin fiilî tapusu olan Türk ve İslam eserlerinin çoğu, yani kültürel miras hâk ile yeksan edildi. El- Kaide ve DAİŞ gibi radikal selefi örgütler demografik ve kültürel değişim için bir manivela olarak kullanıldı. Nüfus hallaç pamuğu gibi atıldı.

Macron, Akdeniz'in en büyük kültürel değerlerinden biri olan, inzivadaki Lübnanlı ikonik şarkıcı Feyruz'la gidip görüştü. Bu anlamda Fransızların bölgedeki siyasi ve kültürel planları nelerdir sizce?

Fransa, Türkiye ile Akdeniz çevresindeki tüm sahalarda mücadele etmekte. Libya'da Fransa'nın desteklediği darbeci Hafter tam kazanmak üzere iken Türkiye önemli bir kontra harekette bulunarak bunu engelledi. Afrika'nın kapısı ve kilidi olan Libya'da Türkiye'nin bu hamlesini kendi hinterlandına bir saldırı olarak gören Fransa, Akdeniz'de buna cevap vermeye çalışıyor. Fransa'nın Doğu Akdeniz'de nüfuzunun bulunduğu ikinci bölge ise Suriye ve Lübnan. Burada da Türkiye ile karşı karşıya. Fransa'nın Türkiye'ye karşı PKK ve Ermeni dosyası da oldukça kabarık… Tabi bir de Akdeniz'deki hidrokarbon kaynakları var. Fransa'nın Kuzey Afrika'da halk arasında çok sevildiği söylenemez. Ancak Lübnan'da durum farklı… Zira Lübnan henüz uluslaşma sürecini tamamlayamamış durumda. İnsanlar kendilerini din, mezhep ve etnisite üzerinden tanımlıyorlar. Bölgeler bölünmüş ve gettolar oluşmuş durumda. Hristiyanların Fransa'ya sempatisi var. Macron'un son ziyaretinde verdikleri şikâyet dilekçeleri de bunu gösteriyor. Feyruz belki de bütün Lübnanlıların ve hatta Arapların üzerinde ittifak edebilecekleri tek figür. Bir zamanlar Mısır'da Pan-Arabizm'in müşahhas hâli Ümmü Gülsüm gibi. Araplarda geleneksel olarak kahvaltılar ya Ümmü Gülsüm ya da Feyruz'un şarkılarıyla başlar. Beyrut patlaması sonrası kurulmakta olan teknokratlar hükûmetinde de Fransızlar'ın etkili olacağı görülüyor. Öte yandan Beyrut ve Lübnan'ın güneydeki Şii bölgelerinde bir İran etkisi var. Özellikle Trablus ve kuzeydeki Sünni ve Türkmen çevrelerde de Türkiye'ye karşı bir sevgi var. Fransa Lübnan'da yönetimsel olarak çoğunlukta bulunan Hıristiyanlar üzerinden yeni kurulacak teknokratlar hükumetiyle Lübnan'ı ve Doğu Akdeniz'i kontrol etmek istiyor. Buradan da Kuzey Irak'a uzanmak istiyor. Suriye'de de hep önemli yatırımları oldu. Bunun bir ayağı da Güney Kıbrıs Rumları, Yunanistan ve büyük Fransız petrol şirketleri. Libya'da da Türkiye'ye karşı Mısır ve BAE ile işbirliği yapmakta.

Arap entelijansiyasını iyi takip eden birisiniz, onların bu konulardaki bakış açıları neler?

Arap entelijensiyası da bölünmüş bir hâlde. Ancak muhalif gruplar hariç genel olarak Arap entelijensiyasında Türkiye'ye karşı olumsuz bir tutum göze çarpıyor. Arap medyası ve entelijensiyası umumiyetle iktidarların sesi durumunda. Çok demokratik bir ortam yok maalesef. Arap devletleri tarafından ulus-devlet oluşturmak için Osmanlı karşıtı, Osmanlıları işgalci olarak gören bir tarih algısı yarattılar ve okullarda böyle öğretiliyor. Son dönemlerde bu algı "Yeni Osmanlıcılık" adı altında tekrar piyasaya sürüldü. Basında, film ve dizilerde bu yoğun olarak işlenmekte. Ancak her zaman Türkiye'ye müzahir gruplar da vardır.

"Arap Baharı"na karşı bir "Türkiye Baharı" mı başlatılmak istendi son 10 yılda?

Bana göre Arap Baharı hareketleri ilk çıktıklarında yapay hareketler değildi. Arap halklarının yıllardır duyulmayan, bastırılan sesini yansıtıyordu ve beklenen bir hadiseydi. 20'nci yüzyıl boyunca Saddam, Hafız Esed, Muammer Kaddafi ve Hüsnü Mübarek gibi Arap diktatörlerin halklarına yaptığı baskı, haksızlık ve işkencelere bir tepkiydi. Ancak daha sonra emperyal devletler bu hareketlerin bir kısmını kendi menfaatleri doğrultusunda araçsallaştırdılar. Bazılarında karşı devrimleri desteklediler ve şu an bölge kaos içinde. "Türkiye Baharı"ndan kastınız Türkiye'nin bölünmesi çabalarıysa bu hep oldu ve var olmaya devam edecek.

Ortadoğu'nun Osmanlı'dan sonraki kolonyalist bölüşümünün yeni aşamasındayız gibi görünüyor. Bu hususta ne dersiniz? Buradan bir dönüş olur mu?

Şu an için, kısa vadede çok ümitvâr olduğum söylenemez. Ancak sosyoloji değişti ve zaman içerisinde değişen sosyoloji ve toplumlar mutlaka devletleri de dönüştürecek, bundan kaçış yok. Belki 10 yıl, belki 20 yıl sonra ama bu köhne 20'nci yüzyıl rejimleri iletişimin ve eğitimin bu kadar değiştiği bir çağda mutlaka yenilenecektir. Sanırım biraz sabır gerekiyor. 2030'lardan sonra başka bir Ortadoğu göreceğiz muhtemelen.

Bir yazınızda "Kudüs barışın anahtarı" diyorsunuz, bunu biraz açar mısınız?

Ortadoğu'da bütün problemlerin anası Filistin ve Kudüs'ün işgali, bir milletin toprağının ve evinin barkının gasp edilerek vatansız bırakılmasıdır ve bu olay modern dönem dediğimiz 20'nci yüzyılda olmuştur. Apaçık yapılan bu haksızlığa "modern demokratik" Batı hiçbir zaman sesini çıkarmadı. İslam dünyasının tepkileri de cılız kaldı. Bugünlerde Filistin'in gaspı Arap ülkeleri tarafından da normalleştiriliyor. İki devletli çözüm can çekişmekte ve son nefesini vermek üzere. Ortadoğu'da terörizm, darbeler ve savaşların pek çoğu Filistin meselesiyle yakından alakalıdır.

BAE, İsrail ve baskıcı Arap yönetimlerinin artık ayan beyan ifşa olan ittifakını nasıl yorumluyorsunuz?

Birkaç yıldır beklenen bir hadise. Arap devletleri uzun yıllar Filistin meselesini kendi halklarını konsolide etmek ve muhalefeti sindirmek için kullandı. Zaten hiçbir zaman samimi değildiler. Petrol gelirleriyle nispeten rahat bir hayat süren Körfez halklarında da hiçbir zaman Filistin meselesi birincil bir mesele olmamıştı. Bu adım İsrail'i çok güçlendirecek ve iki devletli çözüm ortadan kalkacak. Bundan sonra Filistinliler İsrail hükümranlığı altında, kendilerine İsrail'in verdiği kadar haklarla yaşamak zorunda bırakılacak. Bu çok acı bir durum fakat bunun tarihte hep örnekleri oldu. Modern tarihte en büyük örneği ise Filistin'in yüzyıl içerisinde ortadan kaldırılmasıdır.

Arap yönetimlerinin çoğu "diktatörlük" olarak nitelendirilebilir. Ne düşündüklerini biz de biliyoruz ama halkın Akdeniz'deki olaylara bakışı pek yansıtılmıyor. Sizce Arap halkı Orta Doğu ve Akdeniz'de oynanan oyunlara nasıl bakıyor?

Arap halkı diye monolitik bir bütünlük yok. Devletlerin olduğu gibi onlar da bölgesel, tarihi, kültürel ve dil bağlamında çok farklılıklar taşıyor. Büyük kısmı durumlarından memnun değil. Zaten Avrupa ve ABD'ye göçte Araplar ve özellikle Kuzey Afrikalı Araplar önde geliyor. Büyük bir kısmı hayat gailesi nedeniyle bunları düşünecek durumda değiller ama genel olarak yönetimlerinden memnun olmadıklarını söyleyebiliriz.

Biraz da Akdeniz coğrafyasından bahsetmek istiyoruz. Afrika, Asya ve Avrupa; farklı dünyalar var aslında coğrafyada. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Akdeniz coğrafyası bir pota aslında; tarih boyunca bu üç karanın (Asya, Avrupa ve Afrika) ortasında bir medeniyet denizi… Ilıman iklimi ve verimliliği nedeniyle her ırktan, her din ve mezhepten insanların gelip yerleştiği ve zaman içerisinde Akdenizli olduğu bir pota. Bizler de bin yıl önce Büyük Türkistan bozkırlarından bu coğrafyaya gelerek Akdenizli olduk. Burada pek çok şey öğrendiğimiz gibi, Selçuklu ve Osmanlılar olarak sentez bir medeniyet kurarak kendi rengimizi ve kültürümüz kattık. Tarih boyunca kimler gelip geçmedi ki bu coğrafyadan; Hannibal, Büyük İskender, Hülagü, Timur Araplar, Türkler, Farslar, Haçlılar, Moğollar, Romalılar, emperyal güçler... Bu kültür mozaiğinin etkileri hâlâ devam ediyor. Bir Akdeniz kültürü hâlâ mevcut. Bütün ayrılıklara rağmen, Akdenizliler olarak birbirimize benziyoruz. Her kültürden izler olan bir Akdeniz kültürü var.

PROF. DR. CENGİZ TOMAR KİMDİR?

1992'de Marmara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü'nden mezun oldu. Bir yıl sonra aynı bölüme araştırma görevlisi olarak atandı. 2003-2005 arasında Şam Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak çalıştı. 2011-2014 arasında Marmara Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü müdür yardımcısı ve Siyasi Tarih-Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Başkanı olarak görev yaptı. 2016 yılında profesör kadrosuna atandı. 2017'de Yalova Üniversitesi'nde rektör yardımcısı olarak görev yaptı. 2017'de Marmara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi dekanlığına atandı. Aynı zamanda Marmara Üniversitesi Kudüs Araştırmaları Merkezi'ni kurarak müdürlüğünü üstlendi. 2018'den beri Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi'nde rektör vekili olarak görev yapmaktadır. Kıyametin Kapısı Ortadoğu, Gelmeyen Arap Baharı (2017), Mühimme Defterlerinde Kudüs (1545-1594), (2016), Balkanlarda İslam Medeniyeti (2015), Volga-Ural Bölgesinde İslam Medeniyeti (2015), Islamic Civilisation in the Mediterranean (2013), The Maghreb and the Western Mediterranean in the Ottoman Era (2013) İslam Tarihi II (2011), (2010), İslâm Medeniyetinde Astronomi Bilginleri ve Dünya Bilim Tarihine Katkıları (2010), Memlükler Döneminde Kudüs (2009) gibi kitaplara imza attı.

BİZE ULAŞIN