Bir zamanlar yazın ilk habercisi denize düşen karpuz kabuğu idiyse şimdi de haziran gibi başlayan, içerik olarak daha neşeli, daha renkli, daha "hafif" olduğu söylenen yaz dizileri… Bu dizilerin şaşmaz konusu ise -herhâlde senaristlerinin bu hafifliğe uygun gördükleri- komik unsuru bol "aşk." Yaz dizileri tam bir cümbüşün içine çekiyor izleyiciyi: Güzel kızlar, yakışıklı oğlanlar, şaşaalı ve muhakkak uluslararası büyük şirketler, o yaşta nasıl ulaşıldığı hiç belli olmayan dört başı mamur kariyerler, köşkler, yalılar, lüks arabalar… Çok akıllı, çok yetenekli, her şeyleri çok çok çok karakterler. Bir panayır ki sormayın gitsin. Peki, "aşk" bu dizilerin neresinde? Cevaben, ekrandan kararlı bir ses yükseliyor. Nevzuhur, parlakça esas oğlanlardan biri, okumuş etmiş ama ağzından çıkan her şeyi safça dinleyen bir kızcağıza: "Ben," diyor, "aşkın," diyor, "eninde sonunda her türlü güçlüğü aşacağına inanıyorum." Allah Allah. O esnada bu beyan ile gözlerinden kalpler fışkıran kızcağızın aklına "İyi de neden, nasıl?" diye sormak gelmese de bu nevzuhur oğlanlarımız aforizma savurmada pek yaman olduklarından sorulmayan sorunun cevabı da ardı sıra geliveriyor: "Çünkü" diyor oğlan, "aşk öyle bir güçtür ki önünde hiçbir şey duramaz." Eyvallah. Eyvallah, eyvallah da parıltılı dizilerde yaşananlardan hangisinin aşk olduğunu ister istemez sormak ihtiyacı duyuyor insan. Aslında çok basit iletişim yöntemleri ile çözülebilecek meseleler üzerinden üretilen sahte sorunlar için yaz dizilerinin bulduğu kolaycı çözümlerin, çiftlerin aşkına giden yolu döşediğini görüyoruz. Bu çözümlerin genelde mantık dışı, insana şimdi buna ne gerek var dedirtecek kadar dolambaçlı ve gerçek hayatta tahrip gücü dizilerdekilerden kat be kat olabilecek çözümler olması, senaristler için anlam ifade ediyor gibi görünmüyor.
"-mış gibi ilişkiler"
Mesela, bu sene rating'lerde üst sıralarda olan üç yaz dizisinin de odak noktası karşılıklı çıkar ve anlaşma sonucu girişilen "-mış gibi ilişkiler." Bir dizide çiftimiz "sevgili"ymiş gibi davranırken bir dizide "evli"ymiş gibi bir başkasında da "nişanlı"ymış gibi davranıyor. Bu "-mış gibi" ilişkiler yaşanılan ahlaki erozyonun da bir göstergesi: Bu anlaşmalarının tarafları, etraflarındaki bu anlaşmalarından habersiz kişilerle ilişkilerini sürdürürken aslında dışarıdan nasıl göründüklerini de, anlaşmalı ilişkilerinin toplum nezdindeki geçerliliğini de umursamıyorlar.
Evliymiş gibi görünen çiftin iki teki de başka kişilerle aşk yaşarken, nişanlıymış gibi görünen çiftin niyeti gerçekten nişanlı bir çifti ayırmak. Sevgiliymiş gibi görünen çiftin gayesi ise birisinin annesini kandırmakken diğerinin hayalindeki erkeği elde edebilmesinin yollarını öğrenmek. Birkaç cümleyle yazıya dökülünce bile trajikomik durumları aşikâr olan bu dizi projelerine yüzbinlerce lira harcanıyor.
Bahsettiğimiz ahlaki erozyon, sadece yaz dizileri ile sınırlı değil elbet: Yine rating'leri yüksek bir dizide kendisini kandırdığını düşündüğü imam nikâhlı karısını yerlere vuran kahraman, aynı kadını -masumiyeti ispatlandıktan sonra- bu sefer resmi nikâhlı ve hamile eşi ile aynı eve getirmekten, aynı masaya oturtmaktan hicap duymadığı gibi, kötü ve entrikacı olarak çizilen eşin düştüğü duruma sofrada oturan ailenin diğer mensupları ile gülebiliyor. Anlatının odak noktası ise bu başkahramanın yaptıklarından dolayı etrafındakilerin yaşadığı sıkıntılar değil elbet, bu kahramanın kendisine yöneltilen itirazlardan duyduğu eza.
Aşk olmayan "aşk"lar
Kadın kahramanların düştüğü durum ise bambaşka boyutlarda… Masumiyetleri ispatlanana kadar suçlu görünen çoğu kadın kahraman, masumiyeti ispatlandıktan sonra bile suçlu gibi muamele görmeye devam ediyor. Bu muamelenin ekserisi ise kendilerine âşık olduğunu iddia eden kişilerce yapılıyor.
Dizilerde anlatılan hayatların, ilişkilerin kime ait olduğu sorusunun cevabı, aşk olmayan "aşk"ların aşkmış gibi gösterilmesi kadar ürkütücü. Çünkü resmedilen panayır aslında hayatlarımızın cilalanmış bir karikatürü. Bu dizilere baktığımızda artık hiçbir bağın "bağlayıcılığı"nın kalmadığını görüyoruz. Her türlü söz, alaka, yemin, usul, adet, ilişki; "birey"in hiç durmadan değişen, hatta değişmesi gereken ve beklenen, değişmezse kötü görülen şartları, hâlleri ve arzularının önünde duramıyor. Bu arzuların ise kendini kapladığı meşruiyet örtüsü, aşk oluyor. Âşıklık kisvesine bürünen herkes için o andan itibaren hedefine ulaşma yolunda hak gördüğü her şey, her ahlaksızlık, her eziyet, her zulüm mubah hâle geliyor.
Zygmunt Bauman bu durumu, "Akışkan modern yaşamda kalıcı bağlar yoktur. Bir müddet boyunca sürdürdüğümüz ilişkilerin de bağları sıkı olmamalıdır çünkü şartlar değiştikçe -akışkan modern toplumda şartların hiç durmadan tekrar tekrar değişeceği muhakkaktır- bu bağlar en hızlı şekilde ve en az eforla çözülebilmelidir" diyerek açıklarken herhâlde aklında Türk yaz dizileri yoktu ama bu dizilerin ortaya koyduğu ilişki ağları tam da Bauman'ın anlattığı türden bir gerçekliğe tekabül ediyor.
Bize sundukları gerçekten aşk mı?
Bu esrikçe kendini imtiyazlı görme hâli, derdinden kendini çöllere vuran Mecnun'un mecnunluğundan çok farklı. Âşık olan kişi için ışığa uçan pervane misalini verirler ya eskiler hep; demek ki kişi âşık ise evvel emirde kendini yakar. Yanar ki yok olabilsin, aşkının içinde kaybolabilsin. Dizilerimizdeki âşıklar ise kendilerinden başka her şeyi yakıp üstüne "Âşığım, o hâlde başına getirdiklerime ses çıkartmayacaksın!" diyerek benliklerinin konforunu çevrelerine baskı unsuru olarak uyguluyorlar.
Burada, beğendiği kızı "tavlamak" için elinden geleni ardına koymayan gencimize veya nefsinin heva ve hevesinin peşinde aileleri perişan eden dizi karakterlerine sormak lazım belki de: Aşkın önünde hiçbir şeyin duramamasının sebeb-i hikmeti aşkın tahrip gücü yüksek bir patlayıcı gibi önüne çıkan her şeyi yok edebilmesinde mi? Yoksa orada başka bir şey mi var?
Kavramlarımızın ve olgularımızın isimlerinin bize, içlerinin ise başkalarına ait olduğunun bilincinde olarak bu kavramları ele almamız, onlara buna göre yaklaşmamız, onlarla buna göre amel etmemiz gerekiyor: Bize aşk diye sundukları gerçekten aşk mıdır, âşık olan nasıl davranmalıdır, sevgi bağları aslında nasıl tesis edilir?
"Esas" oğlanın veya "esas" kızın esastan esas olmaları için bir dizinin başrolüne geçmeleri yeterli midir yoksa insanlığın esasını teşkil eden esaslarla yaşayanları esas almak mı esastır? İşin ironik taraflarından biri de, günümüzde bütün bu soruların cevaplarını kitlelere etkin şekilde ulaştırabileceğimiz platform ve araçları dizi sektörünün elinde tutması muhtemelen.