Sena Subaşı: Azim, karalılık dik duruş, emek, sabır, gayret... Müslümanca bir kimlik modeli: Şule Yüksel Şenler

Azim, karalılık dik duruş, emek, sabır, gayret... Müslümanca bir kimlik modeli: Şule Yüksel Şenler
Giriş Tarihi: 9.12.2020 15:14 Son Güncelleme: 9.12.2020 15:16
Şule Yüksel Şenler: ''Ben suçlu değilim, suçlular affedilir, bu affı kabul edip, başım eğik gezmektense cezamı çeker alnımın akıyla gezerim''

DEMET TEZCAN, GÜLCAN TEZCAN, FATMA BAYRAM

Şule Yüksel Şenler ismini Türkiye'de hemen her mütedeyyin kadın annesinden ya da çevresindeki yaşça büyük kadınlardan mutlaka duymuş olmalı. O, kendi döneminin başörtülü ve dindar kadınına karşı önyargıları kırmak adına büyük mücadeleler vermiş isimlerden biriydi. Tabuları kırmayı hedefleyen Şenler, binlerce genç kadının üzerindeki olumlu etkisiyle bu hayalini gerçekleştirmekle kalmadı, başörtülü kadınlara giyim anlamında mode rn ve şık bir alternatif de sundu. Dindarlığın her alanda hor görüldüğü, İslami hassasiy etlerin katı bir ideolojik tavırla karşılandığı, din algısının dayatmalarla şekillendirilmeye çalışıldığı bir dönemde büyük bir cesaret ve kararlılıkla tavrını ortaya koydu. İnançları uğruna cezaevine de giren, kendisine karşı çıkan herkese hak bildiği yolda kafa tutan, bildikleriyle insanlara ışık olmayı amaçlayan Şule Yüksel Şenler, yakın dönemin en güçlü kadın örneklerinden biri oldu. Vefatının üzerinden bir sene geçen Şenler'i, inanç ve sabırla verdiği mücadelesini onu tanıyan, bilen, yolundan gittiklerini ifade eden Demet Tezcan, Gülcan Tezcan ve Fatma Bayram Lacivert'e anlattı.

Şule Yüksel Şenler bundan yıllar evvel çok büyük şeyler başarmış güçlü bir kadın. Yüzlerce, hatta binlerce kadının üzerinde bu denli bir etki bırakmasının, bugün hâlâ konuşulmasının sebebi nedir? Bizlere neler kazandırdı, neler öğretti?

FATMA BAYRAM: Sözümüze kendisine Rabbimizden rahmet, bağışlanma ve yüce makamlar dileyerek başlayalım. Ben Şule Yüksel Şenler'i vicahen, ömrünün ahirinde, çok kısa bir süreliğine tanıdım. Ama biz ve bizden önceki kuşak üzerinde doğrudan, bizden sonrakiler üzerinde de dolaylı olarak büyük etkisi vardır. Diyebilirim ki İslami bilince sahip kadınlar arasında onun etki alanının dışında kalmış neredeyse kimse yoktur. Aşağı yukarı her eve ulaşan bu büyük etkiyi de "Huzur Sokağı" romanı ile zirveye taşımıştır. En doğrusunu Allah bilir ya, ben âcizane bu başarıda ulaştığı her bilgiyi büyük bir samimiyetle halkın her kesimine aktarma gayretinin büyük payı olduğunu düşünüyorum. O asla, belli mahfillerle sınırlı, seçkin bir zümre içinde kalmamış, konforlu bir Müslümanlığı tercih etmemiş, Kur'an'da söylendiği gibi hakkı yeryüzünün her köşesine yayabilmek için hiçbir çabayı küçümsemeden her insana ulaşmayı başarmıştır. Eğer Şule Yüksel, yine aynı karakter ve donanımda bir mücadele insanı olsaydı, davası için hapislere girip çıksaydı, fakat bu kuşatıcılığı başaramamış olsaydı biz sıradan insanlar üzerinde bu kadar etkili olabilir miydi? Onu büyük kitlelere mal eden sürecin iki yönlü işlediğini düşünüyorum. Çoğu Anadolu kökenli, dindar, fakat toplumda bir Müslüman olarak var olabilme konusunda örneklerini yitirmiş insanlar için aradıkları rol model olurken, kendisi de halkın her kesimini kuşatan bir dil geliştirerek seçkin bir üst tabakanın korunmuş sınırları içinde kalmamış, popüler çalışmaları küçümsemeden her eve girmeyi başarmıştır.

GÜLCAN TEZCAN: Şule Yüksel bir öncüdür ama bir ilk ve başlangıç demek ondan önceki kadın yazarlarımıza haksızlık olur. Zira Osmanlı'nın son dönemleri ve Cumhuriyet'in ilk yıllarında da millî, manevi bakış açısına sahip pek çok kadın yazar var. Ancak geniş halk kitlelerine ulaşabilen bir isimdi Şule Yüksel ve taşradan gelip büyükşehirlerde var olmaya çalışan kadınlar için bir sembol oldu. Başörtüsü ile kamusal alanda inandıklarını söyleyebilen, kürsüde davasının mücadelesini veren bir isimdi. Şule Yüksel'in en belirgin ve ayırıcı özelliği hitabeti ve etki gücüydü. 1970'lerin şartlarında Anadolu'yu adım adım gezerek verdiği konferanslarda dinleyenlerine Müslümanca yaşamanın önemini ve gerekliliğini anlattı. Düşünün siyaseten çok çalkantılı bir dönem, şimdikinden daha katı ve müsamahasız muhafazakâr bir çevrede gazetede yazılar yazıyor ve Anadolu'ya konferanslara gidiyorsunuz. Bu gerçekten hiç kolay değil. Şule Yüksel'in en büyük meselesi gençlerin ahiretini kurtarmaktı. Onun kürsülerdeki özgüvenli duruşu pek çok genç kıza umut oldu. Şimdilerde 50 yaş ve üzerinde olup onu dinledikten sonra örtünmeye karar verdiğini söyleyen öyle çok kadına rastlayabilirsiniz ki…

DEMET TEZCAN: Azim, kararlılık, dik duruş, emek, sabır, gayret… Müslümanca bir kimlik modeli. Cesareti, meydan okuyuşu, adeta cephe yara yara ortaya koyduğu mücadelesi ve tüm bunların yanında zarafeti, nezaketi, derdi kıldığı davası örnek alınmalıdır. Ardından bu uğurda çileye göğüs germeyi, sabretmeyi, sabrı mücadelesine yoldaş kılmayı, bedeli ne ise ödemeyi, eyvallah etmemeyi, boyun bükmemeyi ama nezaketi de asla kaybetmemeyi, tevazuu bir elbise gibi giymeyi Şule Yüksel Şenler'in şahsından örnek almalılar.

Sizin fikir dünyanızda Şule Hanım'ın nasıl bir katkısı oldu? Sizin gözümüzden Şule Hanım'ı dinlemek isteriz. En çok etkilendiğimiz, örnek aldığınız noktalar nelerdi? Bize biraz onu anlatır mısınız?

FATMA BAYRAM: Dediğim gibi gençliğimden beri kendisini uzaktan takip eden bir insandım. Bizim yetiştiğimiz 70'li yıllarda yakın ve uzak çevremizde İslam'ı bir gelenek olmanın üstüne çıkaran bilinçli diyebileceğimiz insan sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi. Böyle olunca bu sahada yazan çizen, konuşan ve haber olan birkaç ismin bütün yapıp ettikleri konuşulur, sözleri aforizmalara dönüşür, hayat hikâyeleri takip edilir, sohbetlerimiz onlar üzerine kurulurdu. Şule Yüksel'in beni en çok etkileyen tarafı korkusuzluğu, cesareti, yeterince fırtınalı bir hayat yaşamış olmasına rağmen her zaman özgeci bir tutum içinde davasına idealist bir aşkla bağlı olması gibi kişilik özellikleri yanında, araştırmaktan, öğrenmekten ve öğrendikleri doğrultusunda değişmekten hiç çekinmeyen cesareti olmuştur. Bu özellikleri pek çok insan için zikredebiliriz. Onu Şule Yüksel yapan ve diğerlerinden öne çıkaran kombinasyonun çok önemli bir parçası da bütün bu mücadeleci kişiliğinin ondaki şehirli, zarif ve kibar ruhu örselememiş olmasıdır. Bizim görebildiğimiz Şule Yüksel, azimli, kararlı, korkusuz, çalışkan, üretken, son derece başarılı bir iletişim diline sahip bir zarif insandır. Daimi bir "en doğrusunu bulma ve yapma" çabası içindedir. Şule Yüksel'de bunların hepsi bir araya gelmiş ve üzerinden büyük bir silindir geçmiş, yer ile yeksan olmuş insanları ellerinden tutup ayağa kaldırmıştır.

DEMET TEZCAN: O, çetin savaşlarda, nice sınır boylarında, nice zorlu cephelerde savaş vermiş, bu savaşta da kimi aşikâr, kimi gizli çok yara almış, derdi bildiği davasının çelik yürekli bir neferiydi. Şule Yüksel gönül insanı olduğu kadar çetin savaşın verildiği o cephenin müdafaası için sınır hattını tutmuş, geridekilere kadını, erkeği ile cesaret ve özgüven vermiş, tüm tehlikeleri, saldırıları kendisi göğüslemiş, insanlara yol açmış ve yürüyün demişti. O yılmaz savaşçı artık iyice yaşlanmış bir elinde bastonu, bir eliyle sizin kolunuzda zorla yürüyen bir ihtiyar olsa da ben, o savaşçıyı gördüm hep karşımda.

O, bu toplumdaki pek çok kişinin ablasıydı. Pek çok insanın hayatına dokundu, kimine yazmayı, kimine tesettürü, kimine namazı, davayı, ahlakı, erdemi, kimlik mücadelesini, duruşu öğretti; itiraz etmeyi, sorgulamayı miras bıraktı. Onun hayatından yıllar içinde çok şey öğrendim ama hiç şüphesiz bana bıraktığı en büyük miras yazmak ve hitabet oldu. Onun destansı hayatında hepimiz için çok kıymetli örneklikler vardı ve her birimiz inşallah payına düşeni alır.

Özel hayatında ne kadar nazenin, kırılgan, hassas, ince duygulu hatta savunmasızsa son nefesine kadar "davam" dediği ve kendini adadığı Müslüman kimliğinin inşası için son derece keskin, net, tavizsiz, cesur dik bir duruşa sahipti. Daha yirmili yaşlarının ikinci yarısında bir genç kız düşünün ki inandığı dava uğruna "Ben ne yapabilirim?" sorusunu sormuş ve yola düşmüş, ardına bakmamış. O ne yapıyor, ne yapmıyor, niye yapmıyor diye uğraşmamış. "Ben ne yapabilirim?" demiş ve kitleleri ayağa kaldırmış, ardından sürüklemiş. Bir dönem düşününki sizin adınız her anıldığında o dönemde çığır açtığınız kadını, erkeği herkes tarafından sözleşmişçesine dile getirilsin. Kız çocuklarına adınız verilsin, yazdığınız roman yok satsın, hayatları şekillendirsin. Kalemiyle, kelamıyla, bedeni, ruhuyla, emeği, alın teriyle canını dişine takıp tüm takati maddi manevi tükeninceye kadar koşuyordu.

GÜLCAN TEZCAN: Meslek hayatına dergicilikle başlamış biri olarak Şule Yüksel Şenler bir defa çıkardığı dergi ile mesleki anlamda yol açıcılarımızdan en önemlisi. Dergi çıkarmanın maddi, manevi ne kadar zor bir iş olduğunu bilenler bir genç kızın 1970'lerde çıkardığı Seher Vakti dergisinin nasıl bir mücadelenin ürünü olduğunu daha iyi görebilirler. Onun gazetede yazmaya başladığı dönemlerde bu kadar çok başörtülü medya mensubu yoktu. O gün bize söylediği ve aklımda kalan şeylerden biri tesettür ölçülerine riayet ile ilgiliydi. Tesettür konusundaki özensizlikten duyduğu üzüntüyü ifade ederek, mutlaka dış kıyafet giymemiz gerektiği nasihatinde bulunmuştu. Bugün tesettür konusundaki savrulmaları gördükçe onun bu ikazı geliyor aklıma. Evet, Müslüman kadının daha şık ve güzel görünmesi için tasarımlar yapmış, modeller oluşturmuştu ama bu tarzın tesettür ölçüleri içinde kalmasına da özen göstermişti.

Yakın zamanda Şule Yüksel Şenler Vakfı kuruldu. Siz de kurucu üyelerindensiniz. Vakıftan biraz bahseder misiniz? Neden böyle bir vakıf kurma ihtiyacı hissettiniz? Neyi amaçlıyorsunuz bu vakıfla?

FATMA BAYRAM: Vakfımızın temel amacı Şule Yüksel Şenler'in kıymetli hatırasına sahip çıkmak. Elbette takdir edileceği gibi bu hatıra manevi içeriği olan bir değerdir. Bu vakıf, onun inancının ve idealizminin perspektifi anlamak ve anlatmak doğrultusunda çalışmalar yapmak üzere kuruldu. Henüz yolun başındayız. Dileğimiz her türlü olumsuzluktan mahfuz bir şekilde hedefine odaklanmış çalışmalar yapabilmektir. Onun hayatını adadığı idealleri anlamak, anlatmak ve aktarmak şeklinde özetlenebilecek bu hedefi içinde yaşadığımız dönemin şartlarını dikkate alarak yeni nesillerle aktarabilmek için doğru yöntemler üretmeyi ve geliştirmeyi ümit ediyoruz.

Şule Yüksel Şenler hakkında bir kitap yazdınız. Onun biyografisini anlattınız. Neden böyle bir kitap yazma ihtiyacı hissettiniz?

DEMET TEZCAN: Bana "Yazmalısın" diyen, daha yirmili yaşının başındaki bir gencin yazısını övüp, takdir ederek teşvik eden, ilk yazılarımın tashih hatalarını elleriyle düzelten, cümlelerime noktalar, virgüller iliştiren, kısacası elimden tutup yazı dünyasının yolunda kendisine yoldaş eden Şule Yüksel Şenler'di. "Sen yazmalısın" demişti ve yazmıştım ben de. Ben yazma yolcuğunda adım adım yol alırken o, yıllar yılı kan ter içinde koştuğu o yoldan sessiz sedasız çekilivermişti. Sanki Türkiye'nin en zor zamanlarında hiç yazmamış, sanki bu ülkeyi defalarca baştan sona en ücra kasabasına kat etmemiş, sanki kitleleri ayağa kaldırmamış ve sanki çığır açan olmamış ve sanki bu uğurda nice bedeller ödememiş gibi adeta tüm ayak izlerini silmişti. Çok az sayıda kimseyle görüşüyordu. O yıllarda evdeki sabit telefonlar dijital olmadığı için görüşmek istediği kişilere verdiği bir şifresi vardı. Telefonu önce birkaç kez çaldırır kapatır, sonra tekrar ararsınız ve bilir ki aramasını istediği kişilerden biri onu arıyor uzun yıllar bu şekilde sadece telefondaki ses olarak kaldı. Ve her telefon konuşması sonrası benim zihnimde "Şule Yüksel Şenler unutulmamalı, Şule Yüksel'in bu ülke insanı için verdiği mücadele unutulmamalı" düşüncesi sürekli dönüp duruyordu.

Şule Hanım ile nasıl tanıştınız? Aranızda nasıl bir muhabbet vardı?

DEMET TEZCAN: Millî Gençlik Vakfı Esenler hanımlar komisyonu başkanlığını yapıyordum. Arkadaşlarla yaptığımız birçok etkinliğin yanı sıra haftada bir de konferanslar düzenliyorduk. Dönemin kıymetli hatibelerini davet ediyorduk ancak katılım asla arzuladığımız gibi olmuyordu. Her misafirimizde ayrı bir mahcubiyet hissediyorduk. Bir gün Şule Yüksel Şenler'i davet ettik. Görülmemiş bir izdiham yaşıyoruz. Şule Yüksel Şenler'in altmışların ikinci yarısında başlattığı konferanslarına katılan on binleri düşününce o günkü kitlenin bir salona sığdığı kadarı belki ama bizi şaşkına çeviren, ne yapacağımızı bilmediğimiz bir kadın kitlesi. İlk karşılaşmamız, tanışmamız bu coşkulu günde büyük bir heyecan dalgası arasında gerçekleşti. Ben yirmi, o elli üç yaşında. Tepeden tırnağa bir elbise gibi giyilmiş tevazu, zarafet, letafet… Sesinin tınısı, kurduğu cümlelerin seçkinliği, mütebessim çehresi… Süreç içinde ruhlarımız yoldaş, gönüllerimiz sırdaş oldu.

Şule Yüksel Şenler ne için mücadele verdi? Amacı, idealleri neydi? Neyin peşinden koştu? Genç kızları etkiledi, şehir şehir dolaşmasının sebebi neydi?

DEMET TEZCAN: Şule Yüksel Şenler'in yapıp ettiklerinin büyüklüğünü, nasıl bir cesaret ve bedel istediğini anlamak için içine doğup büyüdüğü, şekillendiği yıllara ve altmışların Türkiye'sinin sosyolojine bakmanız gerekir. Dindarlığın siyaset, sanat, edebiyat, eğitim, medya gibi her alanda tepeden inmeci bir modernlik anlayışı ve dayatma ile biçimlendirildiği, dindar olmanın hor görüldüğü, suçlu gibi işaret edildiği, aşağılandığı katı bir ideolojik tavırla karşılandığı, baskı ve şiddet uygulandığı, dinî görünüme tahammülün olmadığı bir dönemde bir tavır, duruş, itiraz ortaya koyma cesaretini gösterdi.

Özelde Müslüman kadın kimliğinin inşasını, genelde tüm camianın adeta varlık mücadelesini, öz güvenini sağlamak için destansı bir mücadele ortaya koymuş ve ezber bozmuş bir isimdir. Ezber bozandır çünkü dini, dindar kimliği çağ dışı gören modern kesimin tam da içinde yetişmiş, kendileri gibi düşünüp, inanan ama hakikati keşfettikten sonra "Hayır! Din çağ dışı değil bilakis çağlar üstüdür" diyen gür bir sestir. Bu çıkışla dindar camianın, Anadolu insanının da ezberlerini bozar Şule Yüksel Şenler. Onunla birlikte ilk kez bir genç kız, bir genç hanım şehir şehir kasaba kasaba tüm Türkiye'yi karış karış dolaşıp, kimi zaman günde üç ayrı şehirde konferanslar verir, kadını erkeği ile toplumda unutturulmak istenen Müslüman Anadolu kimliğini haykırır. Onun gittiği her yerde salona sığmayan insan seli sesini duyabilsin diye cami minarelerinin hoparlörlerinden yankılanan sesiyle tüm şehir meydanı miting alanına döner.

Yıllarca susturulmuş halkın hislerine tercüman olur, dil olur, söz olur. Dindar olduğu için bir suçluymuş gibi hissetmeyen, ürkek olmayan, diniyle alay edilmesine müsaade etmeyen, kimliğinin, inancının farkında; "ben tüm değer yargılarımla varım" ve "buradayım" diyen bir toplumsal kimlik inşası için çalışır. Şule Yüksel Şenler, başta Müslüman kadın, genelde dindar camianın varoluş mücadelesini pek çok bedeller ödeyerek vermiştir. Bu bedeller yalnızca hakkında açılan sayısız dava, görüldüğü yerde tutuklanma kararları, manşetlerin, namlı köşe yazarlarının iftira ve hakaretleri değil, özel hayatını da davası için, davası uğrunda şekillendirdiği için ruhundan bedenine zerresiyle bedelini ödemiş bir isimdir.

GÜLCAN TEZCAN: Şule hanımın amacı ağabeyi vasıtası ile öğrendiği İslam'a dair hakikatleri olabildiğince çok kişiyle paylaşmaktı. "Gaflet içinde yaşadığı dönemlerin acısını bildiğinden ne kadar çok kişiye ulaşıp onları da yanlıştan döndürebilirsem kârdır" diye düşünüyordu. Kadınlara ve genç kızlara ulaşmanın en kolay yolu da giyim kuşamdı. Zira 1970'li yıllarda da şimdilerde olduğu gibi Batılı yaşam tarzına özenti had safhadaydı. Şehirde giyim kuşam açısından dindar kadınlara hitap eden kıyafetler pek azdı. Hem özenti hem de tesettüre uygun kıyafetlerin azlığı muhtemelen onu böyle bir tarz oluşturmaya yöneltti. Zira bugün olduğu gibi o günlerde de başörtülü kadına layık görülen sadece hizmet sektöründe çalışmaktı. Başörtülü kadınlar "köylü", "cahil", "eğitimsiz", "aile baskısına maruz kalan" bir tipoloji olarak görülürdü. Şehirde öğretmen, hukukçu, mühendis, sanatçı vs. olarak başörtülülerin görünür olması istenilen bir durum değildi. Dolayısıyla görüntü itibariyle şık ve modern başörtülü profili biraz da bu algıyı kırmaya yönelikti. Tabii yine de bağnaz bir grup "şulebaş" diyerek onun tarzıyla alay etmeyi sürdürdü. O ise bütün olumsuz bakışlara ve eleştirilere rağmen son nefesine kadar doğru bildiğini söylemeye devam etti.

Şule Hanım hapis cezasına dahi çarptırıldı. Mücadelesini, o dönemde yaşadıklarını anlatır mısınız? Cezaevi günlerinden de bahseder misiniz?

DEMET TEZCAN: O daha ilk konferanslarına başladığı andan itibaren bir çeyiz gibi cezaevi valizini hazırlamış ve kapının arkasında hazır tutmuştur. Bu başına gelecekleri sezmesi kadar, bedel ödemeye de hazır olduğunun göstergesidir. Ve nihayet karalama, kovalama, sayısız duruşma ile onu hapse kadar götürecek bir sürek avı sonrası hapse gönderildi. Cezaevi günleri hastalığının en ağır olduğu dönemdir. Konferanslarıyla Karadeniz baştan sona kat ederken açlık, yorgunluk, üşütme derken zatülcenp tanısı konur. O günleri şöyle anlatır: "Konferanslarım üç, dört, bazen altı saat sürer. Salonlar hınca hınç sahnenin her yanına kadar kadınlar, genç kızlar nefes almakta zorlanırım kimi zaman. O bitecek bir diğer şehirdeki konferansa yetişeceğim bazen bir eve alırlar dinleneyim, bir şeyler yiyeyim diye ama ne mümkün! Ev hınca hınç sırtıma kadar kadınlar, genç kızlarla dolar. Kırk beş kiloya kadar düşmüştüm." İşte o günlerde hastalanır, henüz daha birkaç aylık evliyken de cezaevine gönderilir. Kimi cinayetten, kimi fuhuştan, kimi hırsızlıktan hapse girmiş koğuş kadınlarının arasında bir düşünce suçlusu; ilk ve tek. Cezaevi sürecine dair anlatacak çok şey var ama sadece şunu söyleyeyim; temiz hava, iyi beslenme, iyi bir bakıma muhtaç olduğu o süreçte cezaevindedir. Başında jandarmalarla doktora gider gelir. Onca hastalığına rağmen iki ay sonra halktan gelen yoğun tepkiler üzerine dönemin Cumhurbaşkanı davadan vazgeçip affettiğini beyan eder ama Şule Yüksel şartların çok kötü olmasına ve tedaviye ihtiyacı olmasına rağmen affı kabul etmez. "Ben suçlu değilim, suçlular affedilir, bu affı kabul edip, başım eğik gezmektense cezamı çeker alnımın akıyla gezerim" der ve affı reddeder.

Çok bedel ödedi, çok mücadele etti. Onu en çok üzen, yıpratan ne oldu? Dilerseniz buna da kitapta yer alan kendi ifadeleriyle cevaplayalım. "Şunu belirtmek isterim ki; hayatta çektiğim çok büyük acıların hiçbirisi bana dokunmadı. Şöyle ki; yazı hayatımda veyahut da hizmetle dolu olan o yıllarda kesinlikle gâfillerin, ateistlerin, solcuların, kâfirlerin pek çok taarruzlarına maruz kaldım. Anlatılamaz derecede ne iftiralar atıldı, ne yazılar yazıldı. Hepsine gereken cevaplarını verdim. Benim şahsımda İslâm'a sataşıyorlar. Ben şahsımla ilgili olanın dışında, İslâm'ın müdafaası kabilinden yazılarımı yazıyorum, onlar bana şevk veriyordu. Bunlar beni hiçbir şekilde yıpratmıyor. Ne yorgunluk dinliyorum ne başka bir engel. Yorulmuyor değilim; zaman zaman yıkılacak gibi oluyor, ama aynı anda yepyeni bir şevkle yeniden dimdik, aynı hedeflere doğru mukaddes yolculuğumuza devam ediyordum. Hizmet aşkı beni ayakta tutuyor. 'Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın… Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lâzımsın!' şeklinde, Üstâd Necip Fâzıl'ın dediği gibi bir kamçı oluyordu onlar bana. Daha bir azimle çalışıyordum. Ama canımdan çok sevdiklerimden gelen oklar, yaralar yıprattı hayatta. Çok, çok hassas olan yüreğim nasıl dayandı bilemiyorum. Yüce Allah bize bu imanı, güzel iman ile kazandığımız güzel sabrı ihsan etmeseydi ne olurdu acaba; bilemiyorum! Bir hedef tahtası gibi… Bu bir sene, üç sene, beş sene değil… On sene değil… Ömrümün çok büyük bir kısmı... O ara verdiğim yıllar, çekilip köşeme kafa dinlediğim yıllar değildi haddizâtında… Ruhum hep feverân ediyordu. Heyecanım hep vardı. Ne çileler çekildi. Söylemek ya da susmak… Çelişkim burada başlıyor."

Şule Yüksel Şenler kimdir?

Aslen Kıbrıslı olan yazar Şule Yüksel Şenler 29 Mayıs 1938 yılında Kayseri'de doğdu. Genç yaştan itibaren yazıları ve öyküleri dergilerde yayımlanmaya başlayan Şenler, bir yandan da terzilik yapıyordu. 1960'lı yıllardan itibaren başörtüsü için mücadele vermeye başladı. Anadolu'da köy köy dolaşarak konferanslar veren Şenler hem düşünceleriyle hem de kendine has başörtüsü stiliyle binlerce kadına örnek oldu. 1971'de Cevdet Sunay'a yazdığı bir mektup yüzünden cumhurbaşkanına hakaret suçlamasıyla tutuklanıp sekiz ay cezaevinde kaldı. Cezaevinden çıktıktan sonra hem yazıları hem de konferanslarıyla büyük ses getirmeye devam etti. 2018 yılında Prof. Dr. Necmettin Erbakan Ödülleri Düşünce-Edebiyat Ödülüne layık görüldü. Birçok gazete ve dergide yazıları yayımlanan Şenler 28 Ağustos 2019'da hayatını kaybetti. Eserleri: Gençliğin Izdırabı, Hidayet, Bize Ne Oldu, İslam'da ve Günümüzde Kadın, Duyuşlar, Her Şey İslam İçin, Uygarlığın Gözyaşları, Huzur Sokağı, Kız ve Çiçek, Sağ El, Bir Bilinçli Öğretmen, Yılanla Tilki.

BİZE ULAŞIN