15 Temmuz başarısız darbe girişimi içeride ve dışarıda turnusol kâğıdı gibi oldu ve gerçek renklere ayna tuttu veya tutumları ortaya serdi. Bu süreçte baştan aşağı Arap sokağı ile sarayları birbirinden ayrıldı. Darbe girişiminin sonucunu görmek için Arap sokağı ekranlara kilitlendi ve sabaha kadar ekranların başından kalkmadı. Elbette ekranlar da ikiye ayrılmışlardı. El Cezire her zaman olduğu gibi Türkiye'nin ve iktidarın arkasında durdu. Bütün uydu kanalları sabaha kadar hatta ertesinde de canlı yayınlarını kesmediler, sürdürdüler.
Kral Abdullah döneminde Suudi Arabistan ile ilişkiler genellikle Arap Baharı karşısında takınılan zıt tutumlara bağlı olarak bozulmuştu. Ardından tamir girişimlerine rağmen hiçbir zaman eski seviyesine gelemedi. Bunun nedeni Suudi Arabistan'ın başına çöreklenen yeni kadro idi. Bu kadronun özelliği genç olması kadar toy olması ve paranın her şeyi satın almaya kadir olduğunu düşünmesidir. Bu nedenle de 2015 tarihinden itibaren Yemen'e çıkarma yaptılar ve ardından Türkiye ile Arap Baharı üzerinden sürtüşmeler giderek artış kaydetti, gün yüzüne çıktı.
En sonuncusu ise 2 Ekim 2018 tarihinde Cemal Kaşıkçı adlı yazarın gün ortasında ortadan kaldırılmasıydı. Bu, yanlışlar zincirine tüy dikti. Türk topraklarında işlenen bu cinayetin de gösterdiği gibi yeni kadro cürette ve kendine güvende tavan yapmıştı. Bunun elbette Türk-Suudi ilişkilerine yansıması olumsuz yönde olacaktı.
Darbenin arkasındakileri sahiplendiler
Nitekim 15 Temmuz'un ardından Suudi Arabistan tarafından finanse edilen al-Arabia ve al-Hadath gibi kanallar ilk günkü ihtiyatlarını bırakarak darbe ile bağlantılı veya arkasında olduğuna inanılan isimleri ekranlarda ağırlamaya başladılar. Bu açıktan tavır ise Türkiye ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin havasını iyice zehirledi. 15 Temmuz ile Cemal Kaşıkcı cinayeti arasında geçen iki yılda ilişkilerin seyri ekranlara yansımıştı. Suudi Arabistan'a ait görsel ve yazılı basın Türkiye aleyhinde hiçbir fırsatı kaçırmıyordu. Neredeyse zamanla birincil düşman hâline getirildi.
Onların uydusu olan paralel basın da aynı yönde hareket ediyordu. Bu çerçevede Birleşik Arap Emirlikleri'nin emri altında hareket eden ve Muhammed Bin Zayed'in güvenlik danışmanı olan Muhammed Dahlan da darbe teşebbüsünden hemen sonra darbenin arkasında olduğu kabul edilen kesimleri ekrana çıkarmaya başladı. 2007 yılında Gazze'de kalkıştığı darbeden sonra Dahlan nerede bir darbe varsa orada ortaya çıkıyordu. Darbelerin ve darbecilerin gediklisi hâline gelmişti.
Darbenin arkasında olduğu kabul edilen kesimleri Batı basınından daha fazla sahipleniyor ve ekranlara taşıyorlardı. Bu nedenle de 15 Temmuz hadisesinin ardından Muhammed Dahlan adına yayın yapan el- Gad el-Arabi kanalı Türkiye'deki faaliyetlerinin askıya alınması gündeme getirildi. Lakin o günlerde basında el-Gad el- Arabi kanalı Katar'da faaliyet sürdüren Azmi Bişare'ye ait el-Arabi kanalı ile karıştırıldı. Kısaca 15 Temmuz turnusol kâğıdı gibi bütün renkleri ortaya çıkardı. Pusuda bekleyenler gerçek renklerini ifşa etmiş oldular. Saklı renkler ve yüzler ortala çıktı. Arap Baharında farklı taraflarda yer alanlar 15 Temmuz hadisesi karşısında da yönlerini veya taraflarını şaşırmadılar.
Arap medyasında darbe şakşakçılığı
Kısaca Katar'ın dışında kalan Arap ülkeleri açıkça Türkiye'nin lehine tutum almaktan kaçındı. Hükümetin arkasında duran ve darbe sürecine karşı çıkan pek ülke olmadı. Elbette bölgede darbeci bir geleneği sürdüren Mısır rejimi veya Abdulfettah Sisi ve onun etrafında kenetlenen çeper 15 Temmuz öncesinde de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bir darbe ile al alaşağı edilmesini arzuluyor ve alkış tutuyordu. Darbe haberlerinin alındığı ilk saatlerde darbe şakşakçılığı yaptılar.
Muhammed Mürsi'nin devrilmesinin arifesinde el Vefd gazetesi gibi darbe kışkırtıcısı gazeteler "üçünü birden devirmek lazım" diye yazıyorlardı. Bu üçlüden maksat Muhammed Mürsi, Raşid Gannuşi ile Recep Tayyip Erdoğan idi. Dolayısıyla Türkiye'de de darbe bekleyenler darbe sürecinde adeta bayram ettiler. İlk günü siperden başlarını çıkaramasalar bile ardından gerçek tavırlarını açık ettiler ve darbe ile ilintili kesimlere mikrofon oldular.
Katar Emiri Temim ilk saatlerden itibaren Ankara ile temasa geçmiş ve Ankara'daki muhataplarına ne lazımsa gereğini yapacaklarını iletmiştir. Bununla birlikte öteki başkentler suskunluğa bürünmüşler ser verip sır vermemişlerdir. Diplomatik dille izlemede kalmayı yeğlemişlerdir.
İkinci günden itibaren intibaha gelen Suudi Arabistan yetkilileri darbe teşebbüsünü kınadıkları gibi Erdoğan'a da geçmiş olsun dileklerini ilettiler. Kral Selman ertesi gün Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı arayarak geçmiş olsun dileklerini bizzat iletmiştir. Henüz o günlerde Suudi Arabistan ile Türkiye arasında kanallar açık bulunuyordu. Arap başkentlerinden sadece Şam ve Kahire ile açık bir sürtüşme söz konusu idi. Bununla birlikte Suudi Arabistan mücerret bir açıklama ile yetindi ve ötesine geçmedi. Ötesine geçmek dayanışma kastıyla dışişleri bakanını Ankara'ya göndermek gibi diplomatik faaliyetleri kapsamakta idi. Bunu yapmadılar. Kısaca soğuk davrandılar ve soğukluklarını sürdürdüler.
İlişkilerde üç kırılma bandı
Esasında Suudi Arabistan ile Türkiye arasındaki ilişkilerin bozulmasında üç önemli gelişmeyi sayabiliriz. Bunlardan ilki, Arap Baharı karşısında tarafların farklı noktada durması, bulunmasıdır. Türkiye Arap Baharını ideolojik anlamda desteklerken Suudi Arabistan bütün gücüyle karşısında yer almış ve 2013 yılında gerçekleyen darbeler sürecini bilhassa Sisi darbesini desteklemiştir.
İkinci kırılma bandı ise Katar'a yönelik Suudi Arabistan ile BAE'nin başı çektiği ablukadır. Türkiye'de yapılan başarısız darbe girişiminden hemen hemen bir yıl sonra Arap- İsrail Savaşı'nın (1967) yıldönümünde ya da Doğu Kudüs'ün yitirildiği gün 5 Temmuz 2017 tarihinde ansızın Körfez ülkeleri Katar'a yönelik bir boykot ya da Katarlıların ifadesiyle abluka uygulamaya başlamışlardır. Bu da ilişkilerin üzerine tuz biber ekmiş ve Türkiye Katar'ı desteklemeye devam etmiştir. Bu ise BAE-Suudi Arabistan ekseniyle aradaki soğukluğu daha da pekiştirmiştir.
Üçüncü mesele ise 2 Ekim 2018 tarihinde ünlü gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın İstanbul'daki Suudi Arabistan konsolosluğuna girmesinden sonra ortadan kaldırılması ya da sırra kadem basmasıdır. Bu ise ilişkiler üzerinde kalıcı hasar bırakmıştır. Türkiye baba Selman ile oğlu Muhammed Bin Selman arasında sınırları korumaya çalışsa da kurumsal ilişkilerin geri gitmesini önleyememiştir. Zira Muhammed Bin Selman pervasız davranmaya devam etmiştir. Cemal Kaşıkçı hadisesinin sıcak olduğu dönemlerde biraz özen gösterseler de beklendiği gibi dünyanın umursamaz tavrı karşısında yeniden saldırgan politikalarına dönmüşlerdir.
Türkiye'yi çevreleme politikası
İlişkilerin gerileme trendinde Suudi Arabistan'ın Türkiye düşmanlığını bütün diğer itibarların veya dosyaların üstüne çıkmıştır. Sözgelimi, Suudi Arabistanlı İsrail sever general Enver Işki'nin seslendirdiği gibi bu ülke Türkiye'ye karşı yeni bir "çevreleme politikası" izliyor. Bu çevreleme politikasında adeta yok, yok! Sadağında veya çuvalında İsrail, Suriye rejimi ve PYD-PKK unsurları birleşik biçimde yer alıyor. Türkiye sınırlarında Kürdistan'ın kurulmasının çevreleme politikasına hizmet edeceğini düşünmektedirler. Bu itibarla dar çıkarları gereği bölgenin yeniden bölünmesinden bile medet umabiliyorlar. İsrail'in vizyonunu devralmış durumdalar.
Mahmut Aluş adlı yazarın da dikkat çektiği gibi darbenin başarılı olması hâlinde darbeyi en çok alkışlayacak başkentlerin başında Tahran gelmesine rağmen darbe sürecini başarılı bir biçimde istismar etmiştir. Darbe kalkışmasının ilk saatlerinde taraftarları orada burada bayram etse ve helva dağıtsalar bile darbenin bastırılmasının belli olmasından itibaren İran, Türkiye'nin gönlünü almaya çalışmış ve Suudi Arabistan'ın hilafına Dışişleri Bakanı Cevat Zarif Türkiye'ye damlamış ve iyi dileklerini ve geçmiş olsun temennilerini takdim etmiştir.
Suudi Arabistan bilhassa Suriye'de Türkiye-İran ve Rusya ekseninin oluşmasına seyirci kalmıştır. Bunun nedeni ideolojik olarak körlük derecesinde saplantılı duruşudur. Bu saplantılı duruşunda elmaları ile armutları birbirine karıştırıyor. İhvan düşmanlığı gözünü kör etmiş ve Türkiye'ye de bu zaviyeden bakmıştır. Hâlbuki İran ile Rusya Suriye'de Türkiye ile farklı taraflarda dursalar bile bu durumu ittifaka veya işbirliğine engel saymamışlardır.
Entrikalar üssü BAE!
Suudi Arabistan cesametiyle öne çıksa da Birleşik Arap Emirlikleri siyasi dehasıyla ya da entrikalar üssü olmasıyla temayüz etmekte ve seçilmektedir. Özellikle de veliaht Muhammed bin Zayed'in bölgeyi karıştırmakta başı çektiği ve Suudi Arabistan'ı da arkasından sürüklediği biliniyor. Bu çerçevede İsrail-ABD ilişkileri pekâlâ BAE-Suudi Arabistan ilişkilerine model olarak gösterilebilir. İsrail'i beyin ABD'yi de gövde olarak göstermek mümkün. Suudi Arabistan ile BAE ilişkilerinde de durum bu merkezdedir.
Erdoğan, "Darbe girişimi olduğu sıralarda Körfez'de kimlerin buna sevindiğini çok iyi biliyoruz" deyip, şöyle devam etmiştir:"Birilerinin istihbarat örgütleri varsa bizim de var. Kimlerin o geceyi nasıl geçirdiğini çok iyi biliyoruz. Türkiye'de ne oldu, ne oluyor, bitti mi, gidiyor mu, darbe neticeye ulaştı mı, ulaşıyor mu? Bunu takip edenleri çok iyi biliyoruz. Nasıl paralar harcandığını çok iyi biliyoruz." Bu cümlesiyle Erdoğan kesinlikle Birleşik Arap Emirlikleri'ne işaret etmiştir.
Yeni Şafak yazarlarından Mehmet Acet de müteakip günlerde yazdığı makalesinde duyumlarına istinaden darbeyi Birleşik Arap Emirlikleri'nin finanse ettiğini savunmuştur. Darbe bağlantılı olmasa bile Sudanlı düşünür ve yazar Fatih Ali Hasaneyn benzeri bir iddiayı paylaşmış, gündeme taşımıştır. 14.06.2018 tarihli ilgili bir haberde Sudanlı araştırmacı yazar Dr. Fatih Ali Hasaneyn, bazı körfez ülkelerinin, seçimlerde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı iktidardan düşürmek için 12 milyar dolar harcadığını öne sürdü.
Bir dönem Bosna Hersek'in ilk cumhurbaşkanı merhum Aliya İzzetbegoviç'in danışmanlığını yapan, Türkçe ve Boşnakça bilen Hasaneyn, "Bazı Körfez ülkeleri, Erdoğan'ı iktidardan düşürmek için 12 milyar dolar harcadı. Bunun yanı sıra ABD, Almanya, İsveç ve Norveç gibi ülkelerin de benzer etkileri var. ABD'nin Türkiye içerisindeki işbirlikçilerine etkisi büyük." iddiasında bulundu.
Yeni kehanet: "Bir yıla kadar gider!"
15 Temmuz darbe teşebbüsü başarısız olsa ve geçse de Birleşik Arap Emirlikleri yetkilileri hâlâ yakaza hâlinde darbe rüyası görüyorlar. Darbe girişimi sönse de umutları hala sönmüş değil.
Nitekim, BAE'nin popülist veya gayri resmi sözcüsü polis şefi Dahi Halfan nasıl gideceğini söylemese de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bir yıl içinde devrileceğini söylemiştir. Attığı bir tweet mesajında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın siyasi olarak bir yıl içinde yıkılacağını, yanacağını ve buharlaşacağını iddia etmiştir. Elbette dayanağını söylemeden… Dahi Halfan'ın bu beklentesi Arap halkları arasında alay konusu olmuştur. Daha önce de Halfan'ın çeşitli kehanetlerde bulunduğunu ama hepsinin fos çıktığını hatırlatmışlardır. 2018 yılında Mısır'ın ekonomik olarak düzeleceğini öngörmüş lakin bu öngörüsü tutmamıştır. Mısır ekonomisi hâlâ eksiye doğru seyrini tamamlamamıştır. Yine 2018 yılında İran dışında İslam âleminin kendisini toparlayacağını söylemiştir. Bu da vaktin geçmesine rağmen çıkmayı bekleyen kehanetler zümresindendir. Filistin'in ise ancak 200 yıl sonra kurtulacağını ifade etmektedir.
Bu da İsrail'e ilave 130 yıl ömür biçmektir. Her halinden Türkiye'den nefret ettiği ve İsrail'i sevdiği belli oluyor! Kısaca, 15 Temmuz 2016 tarihinde darbe süreciyle birlikte Türk-Arap ilişkileri zorlu bir sınavdan ve eşikten geçmiştir. Geride silinemeyen tortular kalmıştır. Resmi çevrelerin aksine darbecilere karşı halk Türkiye'nin yanında saf tutmuş, durmuştur.