Binin üzerinde bestenin, 36 filmde başrolün, 50 yıldır dillere dolanan yüzlerce şarkının sahibi ve gönlünde taht kurduğu milyonların "Orhan Baba"sı Orhan Gencebay, 1960'lardan bugüne dek gelen tüm nesillere hitap etti ve hemen herkesin hatıralarında izler bıraktı. Sevenlerinin tabiri ile onun "Orhanizm" felsefesini anlamak için Bodrum'da bir araya geldik. İnsanların onu ailelerinden biri, hatta "baba" olarak görmesinin nedenlerini dinledik. "Dil Yarası", "Bir Teselli Ver", "Dertler Benim Olsun" gibi dillere pelesenk olmuş nice şarkıların hangi dönemlerde ve ne şartlarda yazıldığını tüm samimiyetiyle dinledik. Bir zamanlar "Batsın Bu Dünya" diyen Gencebay ile maziyi, hatıraları, Türkiye'nin nostaljik yıllarını konuşacağımızı sanıyorduk, oysa geçmişe değil bugüne ve geleceğe odaklanmış bir Orhan Baba ile karşılaştık.
Müziğinizin çıkış noktası nedir? Dönem itibariyle Türkiye ve dünyada nasıl bir müzik ortamı var? İlhamlarınız neler oldu?
Çok önemli bir soru bu. Benim ünlenme tarihim 60'ların sonudur ama ben en başından beri hiç şöhret olmayı düşünmedim, sadece müzikte başarılı olmayı düşündüm. Amacım Türk müziğine güç vermek, müziği zenginleştirmekti. Yerli ve millî değerimiz müziğimiz için gerekeni yapmaya çalıştım. Bunu hem bilgiyle hem de ameli olarak yaptım... Bilgili ve operasyonel biriyim ben. Altı yaşımdan beri müzisyenim. Her ne kadar kazayla da olsa yararını gördüğüm bir kulvara girdim; klasik Batı müziği. Ama gönlüm halk müziği ve sanat müziğindeydi. Bilahare Batı'nın temel prensiplerini öğrendikten sonra Türk müziğinde gereken neyse yapmaya çalıştım. Amacım tamamıyla buydu ve buna şiddetle ihtiyaç vardı.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan itibaren kararsızlıklar vardı. "Türk müziği ne olmalı" konusu konuşuluyordu. Hatta Batılılaşma hareketleriyle Türk müziği yasaklandı bile. Batı müziği devlet konservatuarları kuruldu 1934'de. Türk müziği konservatuarı ise ancak 1976'da kuruldu. İyi de, burası Türkiye, nasıl böyle olabilir? Bu şekilde yanlışlıklar vardı.
1937'de Türk müziği yasaklandı mesela. O zamanlar televizyon yoktu o yüzden radyolarda yasaklandı. Türk müziğinin gelişmesiyle ilgili ne bir okul ne de bir kurul vardı. 1960'lara kadar böyle geldi. 1960'lar patlama yıllarıydı. Ben de 68 kuşağı denen neslin içerisinde yer alan biriyim. Türk müziğinin bu eksiklerini çocukluğumdan itibaren görmüştüm. Daha iyi olması için gerekenleri yapmaya çalıştım. Bu arada ünlendim de. Tamamıyla kendi bestelerimle ünlendim, kendi duygularımı ortaya koydum. Tabii temelim kendi müziğimizin özlemi, biçimi, kalıbı, nazariyatı. Kendi değerlimizi öğrendikçe ne kadar yüce ve büyük olduğunu gördüm. Bunların daha iyi anlatılmasının gerektiğini anladım. Buna çalıştım hep.
Başkaları tarafından arabesk denen müziğe dâhil edilse de siz kendi müziğinizi "serbest çalışma" olarak adlandırıyorsunuz. Neden arabesk dediler?
Ben kendi bestelerim, kendi aranjmanlarım, kendi şiirimle yer aldığım için birileri benim bu başarımı kıskandı. Bu başarıyı lekelemek için sözüm ona bana kötü bir yafta olarak "arabesk"i yakıştırdılar. Arabesk deyimi onlar için küçümseyiciydi. Onlara kesinlikle katılmıyorum. Amatör bir tarihçiyim, bu bilgilerime dayanarak bazı şeyleri detaylı biliyorum. "Arabesk" yapısal olarak Arap etkinliği demek... Ben bunu kesinlikle reddettim. Arabesk kavramı çok değerli bir kavramdır. "Siz bunun anlamını bilmiyorsunuz, objektif değilsiniz. Arabesk sübjektif bir kavramdır. Bilmiyorsanız konuşmayın, öğrenin de gelin" dedim. Çünkü arabeskin asıl anlamı Eski Mısır'dan gelen bir tanımdır. İslamiyet öncesi, Mısır kültürü… Oradaki mimarı tarzı ve karışık süsleme tarzını ifade eder. Karışık süsleme tarzını elit kesim daha çok sever. Japonya'da bile görülmüştür bu. Arap kültürünün etkinliğidir. Benim bununla ne alakam var? Onu bile bilmiyorlar.
Bu tarz asırlar boyunca yayılmıştır. Ortadoğu'da oryantalist diye adlandırılan -bunun adını biz koymadık, Batılı koydu- kültürün içinde olan dansın iki figürüne benzer figürlerin klasik baledeki adı da arabesktir. Böyle bir etkilenme var. Araplar da Müslüman, biz de Müslümanız. Bu kültüre herkes katkıda bulunmuş. Biz çok büyük katkılarda bulunmuşuz, hatta korumuşuz. Osmanlı olmasaydı çok büyük kayıplar verebilirdik bu konuda, bunu da biliyoruz. Arap kültürü ve Türk kültürü arasında ise bir alışveriş tabii ki var. Beraber devletler kurmuşuz, Türkler devletlere başkomutanlıklar yapmış.
İslam'ın değerleri her iki tarafta da hâkim olmuş. Bu güzellikleri halkımızın tercih etmesi dolayısıyla en büyük güç oradan geliyor. Ben de ne yaptıysam halkımızın büyük ilgisini gördüm. Bana gösterilen ilgi kimseye gösterilmedi diyebilirim. Bunu kıskananlar bana çamur atmak için kötü bir yaftaymış gibi arabeski yapıştırmaya çalıştılar. Ben de dedim ki "Arabeski tarif eden beri gelsin." Ses yok. Anlamını bile bilmiyorlar. Ben onun için şöyle derim: Benim çalışmalarım serbest çalışma. Serbest çalışmalar bugünün dinamizmini, tarihi değerlerimizi, yaşadığımız değerleri içerir. Aynı zamanda bugünün dünyasının iletişim araçlarını kullanarak tabii ki. Biz şu anda Türkçe konuşuyoruz, elhamdülillah Müslümanız. Geleneklerimiz, göreneklerimiz, değerlerimiz var. Bunları korumalıyız. Ben hep bunu söyledim. Hakkımda yirmiye yakın kitap yazıldı. Olumsuz yazanlar benden 30-40 sene sonra özür dilediler! "Seni yeni anlıyoruz" diyerek.
Sizin müziğinizde bir yandan rock tınıları da var, Hint'ten ve bizden esintiler de. Böyle bir birikimi nasıl edindiniz, nasıl ilham aldınız?
Klasik Batı müziğiyle başladım ve bu bana çok örnek oldu. Klasik Batı müziğinin tekniği harika… Polifonik sistemi mükemmel, birden fazla ses bir arada, bir ahenk içinde… Bütün teknik bunun üzerinde kurulmuş. Bizde de melodi zenginliği acayip. Bunları görmek ve geliştirmek için hep çalıştım. Değerlerimizi çok daha zenginleştirmek, geliştirmek mümkün ve bundan sonra daha da farklı şeyler yapacağım. Ben bir teorisyenim aynı zamanda. "Ne yapıyorsun" diye soranlara şöyle diyorum: "Ben Türk müziğinin devamıyım. Yeni bir solukla 50 yıldan beri yeni bir yapı kuran kendine has özellik oluşturan Türk müziğinin devamıyım."
Çalışmalarınızla müziğimize yeni açılımlar getirdiniz ama bunu yaparken kendi değerlerimizden istifade ettiniz değil mi?
1926'ya kadar Osmanlı'da yapılan Sanat Müziği sistemi harikadır. Ben öncelikle kendi değerlerimin ne olduğunu anlamaya çalıştım. Bizim ülkece iyi bir şey yapabilmemiz için orijinali bilmemiz, araştırmamız ve geliştirmemiz gerekir. Bu sayede gelişiriz. Bunları yaparken orijinali koruyup bugünün tekniği ile ortaya koymamız lazım. Özgür düşünce ve özgür çalışma bunları yaparken şart. Ben o yüzden serbest çalışmalar diyorum yaptığım müziğe.
Çıktığınız dönem olan 60'ların sonu, 70'lerin başında müzik alanında özellikle çok büyük deneysel çalışmalar ve felsefi bir anlayış var. Siz de o dönemin çocuğusunuz. Sizce 60 ve 70'lerin sırrı nedir?
II. Dünya Savaşı çok yenilikler getirmiştir. Muazzam acıdır ama bittikten sonra savaş sanayiinde oluşturulan ürünler, özellikle telsiz ürünleri sivile intikal etmiş ve elektronik müzik oradan doğmuştur. Elektronik müzik, elektronik gitar, elektronik piyano, efekt sesler, kanal kayıtları vesaire. "Savaştan yararlanacak ne var" derseniz, savaş sanayiinin yararı budur. Çeşitli gruplar çıkmaya başlamıştı. Onlardan evvel her ülkenin halk müziği ve klasik müzik vardı. Sonradan türler çoğalmaya başladı. Hepsinin bir mantığı var. Bir de özellikle düşünce tarzı çok gelişti.
Örneğin hippiliği herkes garipserdi. II. Dünya Savaşı'nda çocuk olanlar 1960'lı yıllarda büyüdüler. O büyüyen çocuklar sorgulamaya başladılar: "Savaş korkunç bir şey çünkü ailelerimizi bizden aldı." O yüzden hippiler "savaş yapma, aşk yap" derler. "Sevgiyle dolu olun" derlerdi. Düşünce tarzı çok değişti 1960'larda. Özgürce düşünerek insanların mutluluğuna, özgürlüklerine saygı duydular. Demokrat olma, değerleri daha çok koruma ile ilgili getirileri vardı. Yeni bir dönem başlamıştı II. Dünya Savaşı'ndan sonra. 1960'lardan başlayıp 1970'lerde de devam etti.
O dönem Türkiye'de de bir şeyler oluyordu. Bunlar sizi nasıl etkiledi, bestelerinize nasıl yansıdı?
1970'lerde bizde de farklı bir şey vardı. 1970'li yıllardan önce 1960'ların sonunda bizim geçirdiğimiz özel olaylar var. Biz 1960'larda darbeyle tanıştık. 1960'ların sonuna doğru başlayan sağ-sol olayları sırasında bizi bölmeye çalıştılar. Bunlar bir plan gereğiydi. 1980'lere kadar geldik, can güvenliğimiz kalmamıştı, kardeş kardeşi öldürüyordu. "8 bin 533 kişi 5-6 sene içerisinde öldürülmüş, yaklaşık 30 bin kişi yaralanmış, 17 bin faili meçhul cinayet işlenmiş" laflarıyla büyüdük biz. Bunlar hep 70'lerde oldu. Bunları ölümüne yaşadık. Ben de bazı bestelerimde bunları ifade ve tenkit ettim. "Batsın Bu Dünya"yı bu yüzden yaptım 1975'in sonlarında. Bunlar protest bestelerdir. 1978'de "Bitecek Dertlerimiz"i ümitle yazdım. "Sen De Haklısın" da dedim ama herkese hak vermedim. Neler neler yazdım… Neticede halkımız tüm bu eserleri olağanüstü sevdi, saydı.
1970 olayları da bir planın gereğiymiş. Bazı ülkelerin bölüp parçalama planlarıymış. Turgut Özal'ı yakından tanırım. Ecevit'i de, Demirel'i de tanırım. Hepsine Allah rahmet eylesin. Baba oğul, abi kardeş gibiydik. Siyasetle hiçbir zaman doğrudan işim olmamıştır ama ben vatansever olarak, hümanist olarak yaptıklarımı savundum. Siyaset bir amblemdir, bazı kurguları vardır. Herkes ona göre davranır. Tabii hepsinin amacı ülkeye hizmettir. Hizmetini iyi yapandan da Allah razı olsun. 15 Temmuz'da bizi bölmeye çalışanların oyunlarının en acılarından birini gördük. Daha kötüsü olabilirdi, olmadı. Bu Sevr'in bir projesidir, benzeridir.
O dönemlerin etkisi olsa gerek; eserlerinizde birliğe, beraberliğe, kardeşliğe çağrı yoğun. Olumsuz etkileri nasıl aştınız peki?
Çocukluğumuzdan beri öğrenmeye çalıştığım bazı konular vardı ve öğrendikten sonra beni güçlendirdiler. Mevlâna der ki; "Allah ile bir olana ölüm de ömür de hoş gelir". Yaratan'a teslim olan, biat eden biriyim. O ne derse o olur, her zaman da her şeye hazırım. Böyle bakınca yaşamın değerlerini daha iyi görüyor insan. Öfkelenmiyorsunuz. Yaratan ne yaratıyorsa mükemmel yaratmış. Biz bilmeden bozuyoruz onları. Bunu görüyorum. "O" bana büyük sakinlik katıyor.
İnançtan bahsetmişken; şarkılarınızda sık sık "kader" kodlarına yer veriyorsunuz. Bu kodlar ne anlatıyor?
Kader bilimsel bir konudur. Kader bizim inancımızın temelinde olması gereken en büyük değerlerin başında gelir. Kader ihtimaller hesabının tümüdür. Kâinatta ne kadar olasılık varsa, belki katrilyonca, bunların tümüne kader ihtimalleri denir. Kader ihtimallerinin astrofizikte bir benzeri vardır. Ben amatör bir astrofizikçi sayılırım. Müspet bilimi de, materyalist felsefeyi de tanımaya çalışıyorum. Onlar aslında birdir ama felsefenin mana âlemi eksik. Pozitif bilim maddi âlem için harikadır da, mana âleminde eksiktir. Ben şahsen yeterli bulmuyorum. Kader aslında bilimsel bir konudur. Bazıları batıl kaderi kadermiş gibi söylüyor. Bu son derece yanlıştır. Bizim batılla işimiz yok. Alın yazısıyla kader ayrı konulardır. Ben onu hep şöyle söylerim; boş bir bilgisayarın içine şu anda bilinen bütün bilgileri doldurun, sonra ona bir soru sorun; bilgisayar o soruya içindeki bilgilere göre verecektir. Alın yazısının ne olacağını bilmiyoruz ama bunların içinden çıkacak bir sonuçtur.
Milyarca, katrilyonlarca ihtimal var, bunların içinden sorduğun sorunun cevabı geliyor. İşte alın yazısı da bu. Kader aslında olasılıktır.
Kader her şeyin değişimini de içeren bir şey.
Ona bizim aklımız ermez. Neden ermez? Astrofizikçiler güzel bir şey söyler: "Bu kâinatın yüzde 90'ı hiç tanınmıyor. Yüzde 10'unun yüzde 1'ini tanımlamaya çalışıyoruz". Evet, bilinen bu kadar… Biz bu bilgimizle rasyonalizm, felsefe yapıyoruz, sonra da bu bilgilerin çoğunu değiştiriyoruz ama değişmeyen şeyler var: "Yaratılış gerçeği". Mutlak değişmez olan odur. Bunun felsefesi yapılmaz. Yaratan yaratmıştır. Birinci gerçek budur. İkinci gerçek akıl gerçeğidir. Onu değiştiriyoruz. Üçüncü gerçek de inançların hakikatleridir. Her şey senin inanışına göre kurulur. Onu değiştiremezsin. Adam oduna inanıyorsa onu değiştirmen mümkün değil. Onunla yaşar, onunla yürür. Bir şey diyemezsin ama bilerek inanıyorsa saygıyla karşılarsın.
İnsanların yüzde 68'i geçmiş günleri özlüyormuş. Sizin "nerede o eski günler" dediğiniz bir zaman var mı?
İnsanlar içinde bulunduğu şartlardan memnun olmadığı için bunu söyleyebilir, geçmişi de özleyebilir. Ben öyle değilim. Ben diyorum ki olması gereken oluyor. Bunu bu kâinatın ilahi bir adaleti olduğuna bağlıyorum. Çok kişi bunu dinî olarak ifade eder. Yalnızca dinî olarak değil, bu kâinatın ilahi sistemi doğruluk, güzellik, iyilik, estetik, adalet ve paylaşmaya yöneliktir. Ağırlık merkezi budur. Ama biz onun kötü yönünü de kullanıyoruz. Evren kötüye kullanmıyor bunu, çünkü yaratanın yarattığı kâinat muhteşemdir. Kötü olan bir şey kesinlikle yoktur. Bizim işimize gelmediği zaman kötü olur. Biz insan olarak olması gereken üniteyiz burada. Bunu genelde Panteistler çok iyi ifade eder. Tamamıyla bilgiyle ilgilidir. Ben bilgiyi de şöyle değerlendiriyorum: Bilgi mutlaktır, mutlak tektir, tek birdir, bir de Allah'tır. Yaratan onunla bütünleşir. Biz ne kadar öğrensek de her zaman bir eksiğimiz olacağı için tam değiliz.
Toplumun en çok kucakladığı ve benimsediği şahsiyetlerden birisiniz. İnsanlar saygı duyduklarına "abi, abla" derler ama sevdiklerine "ana, baba" derler. Size de "Orhan Baba" lakabını uygun gördüler. Bunun sebebinde sanırım getirdiğiniz yeniliklerin yanında felsefeniz ve değerlerinizi korumanız yatıyor.
Kesinlikle. Ben sadece sevgi ve aşk şarkıları yazmıyorum. Onlar çok önemlidir, o ayrı ama yaşamla ilgili olması gerekenleri melodiye aktarıyorum. Bu şekilde bir felsefe yapmaya gayret ediyorum. Bunlar gönül dostlarımıza yansıdığında bütünleşiyoruz. Benim bu düşüncelerime bazı arkadaşlar "Orhanizm" diyorlar. (gülüyor) Ben anlattıklarımı hep özenle, ciddi bir şekilde anlatmaya çalışıyorum. İlahi adaletin içindeki değerlere sadık kalarak anlatıyorum. Onlar; sevgi, saygı, güzel, doğru, estetik, adalet, paylaşmak... Ben hep bunları anlatmak için çaba gösteriyorum. Bunlar hiçbir zaman eskimeyecek, ilahi adaletin özünü oluşturan değerler. Tüm bu kurgu Yaratan'ın kurgusudur. Tamamıyla bilmemiz mümkün değil ama anlamaya gayret etmemiz gerekiyor.
Sizden başka bir "Orhan Baba" daha tanıyoruz biz; sazınız. Onunla olan ilişkiniz nasıl?
Sazım "Orhan Baba" 52 yaşında. Allah gani gani rahmet eylesin büyük ustamız Ragıp Akdeniz'e 52 sene evvel yaptırtmıştım. Bir de kardeşi tambura sazım var, o da hep başucumda durur. Neredeyse bütün bestelerimi bu divan sazında yaptım. Onunla öylesine bütünleştik. Tınısı beni çok etkiler. O benim en büyük sırdaşım.
Kim bilir neler gördü neler yaşadı sizinle birlikte.
Hem de nasıl. 52 seneden bahsediyoruz.
Bir dönem özellikle 70 ve 80'lerde şoförler ve minibüsçülerin "Orhancılar" ve "Ferdiciler" olarak tabir edilen iki ana gruba ayrıldığı söylenir. Siz o dönemi nasıl yaşadınız?
O yıllarda farklı etkinlikler vardı. Nasıl sağ-sol olayları vardıysa her şeyi ikileştirme alışkanlığı vardı. O yüzden bizi hep öyle lanse ettiler. Yoksa Ferdi benim kardeşim, birbirimizi çok severiz. Bu her şeyi çiftleştirme bir kasıttı aslında. Sağ-sol olayları ile nasıl bizi zayıflatmaya çalışıyorlarsa, diğer şeylerde de bu kuşkusuz böyleydi.
Toplumsal yapımızda çeşitli müdahaleler ve krizler oldu. Sizce toplumumuz bunlardan nasıl etkileniyor ve nasıl mücadele ediyor? Mevcut sorunlarla mücadele yolunda nasıl gidiyor Türkiye sizce?
Biz çeşitli zorluklar yaşadık ve hâlâ da yaşıyoruz. Bunlar hiçbir zaman bitmeyecek ancak bizim toplumumuzun sağduyusu sağlam. Bazı güzelliklerimiz var ki bizi korurlar ve iyi ki de onlar varlar. Binlerce yıldır biz buradayız ve bu güzellikler sayesinde varlığımızı sürdürebildik. Bizim ülke olarak en büyük kazançlarımızdan biri, aile toplumu olmamız. Bu nedenle bizde vatan kavramı çok güçlü… Vatan demek aile demektir. Ne kadar bazı şeyler bozulmaya çalışılsa da bu değerler bizi koruyacak, büyük ve güçlü bir ülke olarak kalacağız. Suriye, Irak, Bosna, Kafkaslar... Buralarda bizim bakiyelerimiz var. Onlara tabii ki sahip çıkmalıyız. Onlar bir zamanlar bizim hegemonyamız içinde varlıklarını bize bağımlı olarak da sürdürdüler. Şu an uygulanan bu politika çok doğrudur ve isabetlidir. Türkiye'nin de güvenliği söz konusudur. Ben siyasetçi değilim, vatandaşım ama yapılanı da görüyorum. Böyle olması lazımdır. Başkanımız doğru yoldadır.
60 yıla yakın bir sanat hayatınız var. Nostalji denilince ne anlıyorsunuz? Bir tercih hakkınız olsa geçmiş mi, gelecek mi yoksa şimdiyi mi tercih ederdiniz?
Nostalji deyince tabii sevdiklerini arıyor insan. Toprağın altında yatan canlarını özlüyor. Kaşı gözü yarılan bazı kaybolmaması gereken değerlerimiz var aynı zamanda, onları kaybetmemeliyiz. 50'lerde koltuğunun altına iki ekmek koyan baba kahramandı. Benim gazi dedem I. Dünya Savaşı'nda 14 buçuk yıl savaşmış ülkemiz için. Yunanlılara esir düşmüş. Yunanlılar esir diyetine 10 kuruş demişler. Babaannem 10 kuruşu bulup da verememiş. Biz bunları yaşadık ama insanlar o zamanlar mutluydu ve komşusuna da şartlar ne olursa olsun sahip çıkıyordu. Bu değerleri kaybetmememiz lazım. Biz hâlâ aile toplumu olarak yaşadığımız için çok güçlüyüz.
ORHAN GENCEBAY KİMDİR?
1944'te Samsun'da doğan besteci, ses sanatçısı, şair, enstrümanist, aranjör, müzik yapımcısı, müzik direktörü ve aktör Orhan Gencebay, tüm toplumu kucaklayan, duygularına tercüman olan besteleriyle müzik dünyasında "Orhan Baba" olarak nam saldı. Müziğe 6 yaşında, Rus konservatuvarı mezunu ve aslen Kırım göçmeni eski bir opera sanatçısı olan Emin Tarakçı'dan keman ve mandolin dersleri alarak başladı. 7 yaşında bağlama ve Türk Halk Müziği dersleri almaya başladı. 13 yaşından itibaren Türk Sanat Müziği ve tambur eğitimi ile devam etti. Samsun ve İstanbul'da halk evlerinin kuruculuğunda bulundu. Eski adıyla Dârülelhan olarak anılan ve Türkiye'nin ilk konservatuarı olan İstanbul Belediye Konservatuvarı'na girerek bir süre icra heyetinde bulundu. Bugüne kadar 32 sinema, 4 TV filminde başrol oynadı, 90'a yakın filmde müzik direktörlüğü yaptı. 1000'den fazla besteye imza atan sanatçı, bunların 300'e yakınını kendisi seslendirdi. Gencebay'a 1999 yılında Kültür Bakanlığı'nca devlet sanatçısı unvanı verildi.