Cengiz Tomar: Ortadoğu’nun yok olan kültürel mirası

Ortadoğu’nun yok olan kültürel mirası
Giriş Tarihi: 21.08.2019 14:21 Son Güncelleme: 21.08.2019 14:21
Ortadoğu tarih boyunca büyük bir devletin hâkimiyeti altına girdiği müddetçe (Pax Romana, Pax Islamica, Pax Ottomana) huzur bulmuş, parçalandığı ve küçük devletler hâlinde birbiriyle mücadele ettiği dönemlerde ise dış saldırılara maruz kalarak yağmalanmıştır.

İslam dünyasının Orta Çağ sonlarında yaşamış büyük düşünürü İbn Haldun'a atfetilir "coğrafya kaderdir" sözü. Hâlbuki meşhur eseri Mukaddime'de bu tür bir ibareye rastlanmaz. Ancak Mukaddime'nin genelini okuduğunuzda eserin bütününden böyle bir çıkarımda bulunmak ya da ana fikir çıkarmak mümkündür. Tarih boyunca pek çok bilim adamı, coğrafyanın ve dolayısıyla iklimin insan yaşamı ve tarihte belirleyiciği olduğunu iddia eden coğrafi determinizmi savunmuştur.

Özellikle Sanayi Devrimi'ne kadar "coğrafya kaderdir" ibaresinde bir dereceye kadar doğruluk payı vardı. Hemen hemen bütün medeniyetler insan yaşamına uygun olan orta kuşakta neşvü nema bulmuştu. Çok sıcak ya da çok soğuk iklim şartlarının olduğu bölgelerde büyük medeniyetler gelişmemişti. Ancak Sanayi Devrimi ve daha sonrasında bunun getirdiği sun'i iklimlendirme imkânı günümüzde Katar ve Dubai gibi +50 dereceye; Astana (Nursultan) gibi -50 dereceye uzanan iklim şartlarında modern şehirlerin kurulmasına imkân sağladı. Zaten medeniyet, ismiyle müsemma medine yani şehirden gelir.

Ortadoğu'nun kaderini ele aldığımızda da durum çok farklı değil. Dünya tarihinde pek çok ilk, uzun yıllardır hep kan ve gözyaşıyla anılan eski dünyanın merkezi Ortadoğu'da başladı. İlk tarım bu bölgede yapıldığı gibi ilk yerleşimler de bugün üzerinde Irak'ın bulunduğu Mezopotamya'da kuruldu. Tarihte ilk şehirler, ilk para, ilk alfabe, ilk kanunlar, ilk destanlar ve ilk ticaret kolonileri gibi pek çok inovasyon da Ortadoğu'da yapıldı. Mezopotamya (Irak), Verimli Hilal (Suriye-Filistin), Nil Vadisi (Mısır) ile Anadolu (Türkiye) Antikite ve orta çağda dünyanın en önemli medeniyet merkeziydi.

Semavi dinlerin bütün peygamberleri bu bölgeye gönderildi. Bölgenin, medeniyet merkezi olması yani kaderi, sık sık barbarlar tarafından yağmalanmasıyla sonuçlandı. Bu yağmaların en büyüğü ve bilineni 13'üncü yüzyıl ortalarındaki Moğol istilasıdır. Moğol istilası sonucu Batılı müsteşriklerin deyimiyle orta çağda İslam rönesansının merkezi Bağdat, Şam ve Halep ile Anadolu büyük bir yıkıma maruz kaldı.

Bu yağmaların ikinci dalgası Osmanlı Devleti'nin zayıfladığı 19'uncu yüzyılda gerçekleşti.

Ortadoğu'da mevcut Grek- Romen kültürünün mirasına sahip olduğunu düşünen sömürgeci Avrupa devletlerinin; bir kısmı casusluk, bir kısmı bilimsel araştırma, bir kısmı petrol ve değerli maden arama bir kısmı da mevcut bu tarihî kültürü ortaya çıkarıp çalmak amacıyla kazılar başlattılar. Maalesef bugün British Museum, Louvre, Berlin ve Metropolitan gibi müzeler ile koleksiyonerlerin elindeki pek çok paha biçilmez obje o dönemde Osmanlı topraklarından kaçırıldı.

Bu yağmacı dalgaların sonuncusu ise 2000'li yılların başında ABD tarafından işgal edilen Irak ve ardından "Arap Baharı" süreçlerinde çıkan iç savaşlar nedeniyle Suriye, Libya ve Yemen gibi ülkelerde gözümüzün önünde cereyan etmekte.

Mürekkepten kararan nehirler

Medeniyetler beşiği olarak adlandırılan Irak'ta 10 binin üzerinde kültürel miras sahası bulunuyor. Bunlar 5 bin 500 yıllık Sümer şehirleri ile Akkad, Babil, Assur ve Partlara ait arkeolojik kalıntılardan orta çağ İslam tarihinin en önemli medeniyet merkezleri Bağdat, Basra, Kûfe, Musul ve Türkmen şehri Kerkük'e kadar uzanmaktaydı.

ABD'nin 2003'te başlayan Irak işgalinin ardından Bağdat'ın nadir elyazmalarını içeren pek çok kütüphanesi yağmalandı. Bu, Bağdat'ın 13'üncü yüzyılda Moğollar tarafından tahribatının ardından en büyük kültürel tahribattı. 9 ve 10'uncu yüzyıllarda İslam dünyasının bilim ve kültür merkezi olan, kitapçılarıyla meşhur Bağdat, Moğollar tarafından işgal edildiğinde, kütüphanelerinde bulunan muhteşem elyazmaları Dicle'ye atıldığından, nehir bir müddet bu kitapların mürekkebinin çözülmesiyle siyah akmıştı. Bağdat 2003'te ABD tarafından işgal edildiğinde ise şehirdeki on elyazması kütüphanesi yağmalanmış, Irak Mill? Kütüphanesi müdürünün deyişiyle "tasavvuru mümkün olmayan millî bir felaket" yaşanmıştı.

Bağdat'ın kütüphanelerinden yalnızca biri, müdürü ve çalışanlarının fedakârlığı sayesinde Moğolların modern versiyonlarının sebep olduğu bu akıbetten kurtulabildi. Yağmadan şans eseri kurtulan ve Abdülkadir Geylani'nin türbesinin bulunduğu külliyede yer alan Kadiriyye Kütüphanesi'nin müdürü; "Amerikalılar geldiğinde onlara fakir insanlar olduklarını ve ellerinde kendilerini korumak için iki kalaşnikoftan başka bir şey olmadığını söylediklerinde askerlerin çekip gittiğini ve günlerce bu çok değerli kitapları saklayıp korumak için gece gündüz kütüphanede beklediklerini" anlatır. Kütüphanede bulunan 85 bin civarındaki nadir eser arasında çok değerli müzehhep tarihi mushaflar mevcut. Bunlardan biri de Sultan Abdülaziz'in annesi Pertevniyal Sultan tarafından kütüphaneye hediye edilmiş.

O günden bu yana Irak'taki yağmalamalar sadece Bağdat'la sınırlı kalmadı. 2006'da Irak iç savaşı esnasında el-Kaide, 946 yılında Samerra'da inşa edilen ve Şiiler tarafından kutsal kabul edilen el-Askerî Camii'ni bombaladı. DEAŞ, 2014 yılında Tikrit'te haziresinde sahabe kabirlerinin de bulunduğu el-Erbain Camii ile 700 yılında inşa edilmiş bulunan Yeşil Kilise'yi havaya uçurdu. Aynı yıl Musul'da Yunus peygambere ait olduğuna inanılan tarihî türbe yer ile yeksan edildi.

2015 ise Irak kültürel mirası açısından tam bir felaket yılı oldu. Irak'ın UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan 4 bölgesinden biri olan antik Hatra şehri tahrip edildi. 2300 yıllık bir geçmişi olan; tapınak ve hamamlarıyla meşhur şehir buldozerlerle yıkıldı. Mezopotamya medeniyetinin en seçkin örneklerinden olan ve Musul'a 30 kilometre mesafedeki Nemrut (Kalhu) DEAŞ tarafından yerle yeksan edildi. Çok önemli eserlerin yer aldığı Musul Müzesi'nde pek çok nadide eser tahrip edildi.

İslam öncesi ve sonrasına ait binlerce yazma eser barındıran Musul Kütüphanesi de bundan nasibini aldı ve pek çok elyazması DEAŞ tarafından yakılarak imha edildi. Musul'un batısındaki tarihî Telafer kalesi, tamiri imkânsız bir tahribata uğradı. 9'uncu yüzyılda yaşamış ünlü Arap şairlerinden Ebu Temmam'ın Musul'da kentin simgesi olan heykeli, militanların ilk ortadan kaldırdıkları eserlerden biri oldu. Bu örnekler Irak'ta tahrip olan veya kaçırılan tarihî mirasın çok küçük bir kısmı. Tahribatın tam boyutunu ise şimdilik kestirebilmek güç…

İşgallerin yok ettiği eserler

2011'den beri büyük bir iç savaşın yaşandığı, ülkenin yarısının göç ettiği Suriye'de (Verimli Hilal) durum daha da vahim. Tahrip olan ve kaçırılan eserlerden bize en çok tanıdık gelen ile başlayalım. Hepimizin Hz. Peygamber'in hayatından bildiği, Çağrı filmindeki sahneyle gözlerimizde canlanan, Rahip Bahira hadisesinin yaşandığı Suriye'nin güneyindeki küçük kent Busra'dan. Efendimizin bir ticaret kervanıyla daha çocukken geldiği Busra'da, Rahip Bahira tarafından peygamber olacağı anlaşılmıştı. Peygamberimizin devesinin ayak izinin korunduğu ve üzerine bir cami yapıldığı (Mebrekü'n-Naka) ve Rahib Bahira'nın kilisesinin bulunduğu, aynı zamanda Roma İmparatorluğu'nun eyalet başkenti olan Busra, 1980 yılında UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'ne girdi. Busra ayrıca 2'nci yüzyıldan kalma amfi tiyatrosu ve 13'üncü yüzyılda yapılmış Eyyubi Kalesi ile de meşhur bir şehir. Savaş öncesinde oldukça iyi korunmuş olan Busra, şu anda harabe hâline gelmiş durumda.

Üzerinde 6 bin yıldır yerleşim olan dünyadaki tek şehir konumundaki Şam (Dımaşk) ile devam edelim. Şam, Emevilerin başkenti. Eyyubi ve Memlüklerin eyalet başkenti. Osmanlıların Şam-ı Şerif olarak adlandırdıkları eyalet başkenti. Merkezinde Yavuz Sultan Selim'in yaptırdığı Selimiye Külliyesi ve İbn Arabi Türbesi; Kanuni Sultan Süleyman'ın Mimar Sinan'a tasarlattığı ve haziresinde son Osmanlı Sultanı VI. Mehmet Vahideddin ile son dönem Osmanlı hanedanı üyelerinin yattığı Süleymaniye Külliyesi (Tekiyye Süleymaniye); Osmanlı tipi camileri, mezarlıkları, tıbbiye ve hukuk mektepleri ile tipik bir Memlük-Osmanlı şehri. Şam'ın banliyöleri büyük hasar görmüş olmakla birlikte tarihî şehir ve kale nispeten korundu. Yine de kale ve sur içinde, hava akınlarından dolayı önemli tahribat var.

Osmanlılar döneminde İstanbul ve Kahire'den sonra bölgenin üçüncü büyük şehri olan Halep, maalesef Suriye'de en çok yıkıma uğrayan tarihi şehir. Halep Kalesi, sur içi, özellikle Halep Kapalı Çarşısı ve Emevi Camii, büyük ölçüde tahrip edildi.

1980 gibi erken bir dönemde UNESCO Dünya Kültür Listesi'ne giren Palmira (Arapça adıyla Tedmür), Suriye'nin en önemli antik kenti. M.Ö. 2000'den itibaren çöl ortasında ticaret kervanlarının uğrak yeriydi. Romalılar, Bizans ve Müslümanlar tarafından kullanılan şehir, 16'ncı yüzyılda terk edilmişti. Kalıntıları oldukça iyi korunan Palmira, DEAŞ hâkimiyeti ve tahribatının ardından Suriye rejimi ordusu tarafından ele geçirilerek, kalesi karargâh olarak kullanılmaya başlandı. DEAŞ tarafından mozoleler, sütunlar ve kemerleri yağmalandı, tapınaklara büyük zarar verildi.

Yağmalanan coğrafya

Suriye aynı zamanda bir kaleler ülkesi olarak onlarca orta çağ kalesine ev sahipliği yapıyor. Bu kalelerin en önemli iki tanesi Haçlılar dönemine ait Hısn Kalesi (Crac des Chevaliers) ile Eyyubiler döneminden Selahaddin Kalesi. Her ikisi de orta çağdan kalma iyi korunmuş kaleler olarak UNESCO Kültür Mirası Listesi'ne 2006'da girmişti.

Humus şehri yakınlarındaki, orijinali Arap kalesi olan ve Haçlı Hospitalier (İsbitâriyye) Şövalyeleri tarafından yenilenerek karargâh olarak kullanılan Crac des Chevaliers, dünyada en iyi korunmuş Haçlı kalesi unvanını taşımaktaydı. Arslan Yürekli Richard ile özdeşleşmiş Crac des Chevaliers, iç savaşta ağır hasar gördü; kalenin camisi de yıkıldı. Lazkiye yakınlarındaki Selahaddin (Sahyun) Kalesi ise Bizans, Haçlı, Eyyubi ve Memlük dönemlerine ait özellikleri barındıran bölgedeki en zarif kaleydi. O da yoğun tahribata uğradı ve yağmalandı.

Bunların dışında açıkta bulunan arkeolojik pek çok alan, tarihî köyler ile müzeler tahrip edilerek yağmalandı. Yağmalanan eserler arasında paha biçilmez objeler bulunuyor. Bunlar arasında Hama Müzesi'nde bulunan ve M.Ö. 8'inci yüzyıla tarihlenen altın kaplama bronz Arami Tanrıçası heykeli en fazla bilinenlerden.

Suriye'de 20 civarında müze mevcut. Ancak pek çok eser, Şam'daki Millî Müze'de sergileniyor. Şam'daki müzeye henüz bir zarar gelmemiş olmakla birlikte Humus, Hama, (Caber Kalesi Müzesi olarak bilinen) Rakka, Deyr-i Zor ve Maaratu'n-numan Müzeleri çoktan yağmalanmış. Rakka Müzesi'nden yağmalanan eserler arasında M.Ö. 3000 yılına uzanan Tanrı İştar heykeli ile Afamya'daki (Apamea) Roma dönemi mozaik ve sütunları önemli yer tutuyor. Yemen'in ise UNESCO Dünya Kültür Mirası listesindeki tarihi evlerinin durumu meçhul… Ortadoğu'dan yağmalanan pek çok tarihi obje Batı'daki koleksiyonerlerin elinde gizlenmekte. Sanırım ortaya çıkmaları uzun yılları alacak ya da hiç ortaya çıkmayacak.

Yazımızın sonunda "coğrafya kader mi?", "coğrafyanın kaderi mi?" sorusuna tekrar dönelim. Bu bölge tarih boyunca büyük bir devletin hâkimiyeti altına girdiği müddetçe (Pax Romana, Pax Islamica, Pax Ottomana) huzur bulmuş, parçalandığı ve küçük devletler hâlinde birbiriyle mücadele ettiği dönemlerde ise bu tür dış saldırılara maruz kalarak yağmalanmıştır. Tıpkı Abbasilerin parçalanmasının ardından 13'üncü yüzyılda da Moğol istilasına uğraması, Osmanlıların 19'uncu yüzyılda zayıflamasının ardından tarihî ve kültürel eserlerinin yağmalanması gibi, bugün de mezhebî ve etnik sebeplerle birbiriyle mücadele eden Ortadoğu devletleri ABD ve Rusya gibi dış güçlerin işgaline uğramış ve terör örgütlerinin cirit attığı bir kaos ortamına sürüklendi. O zaman bu sorunun cevabını siz verin. Coğrafya kader mi? Yoksa yaşadıklarımızda bizim de payımız var mı?

BİZE ULAŞIN