Dünyada işlerin değiştiği o anlar... Bir daha asla eskisi gibi olamamanın tarihi de diyebiliriz buna. Max Weber'in 'Meslek Olarak Bilim' isimli makalesinde bahsettiği "dünyanın büyüsünün bozulması" meselesi, insanın isterse her an öğrenebileceği bilgisi ya da inancıyla, "işlerine" esrarengiz, hesaplanamaz, başka güçlerin karışmadığını ve tersine ilke olarak her şeyi hesaplayarak denetleyebileceğini bilmesi üzerinden temellendiriliyordu. Bu temellendirme, teknik ilerlemenin kutsanması, mutlak akılcılığın idealize edilmesi ve ihtiyaç duyduğu anlamı üreten insanın kendi varlığını merkeze alarak büyüden (metafizik-tabiat) arındırılmış bir alanda yaşamaya bir noktada icbar edilmesini de kapsıyordu. Weber haklı mıydı? Sahiden bozulacak kadar güçlü bir büyü var mıydı buralarda, kadim dünya o büyünün içinde mi yaşıyordu? Sorular katmanlı, ama yine de modern insanın doğuşundan önce yaşadığımız dünya, insan ile toplum-mekâneşya-zaman ilişkisi bağlamında oldukça insaflıydı. İnsaf etmek, belki de büyünün öteki adıdır.
Aslında Weber'in ya da sonrasında Gauchet'in bozulduğunu söylediği büyünün, maddi-manevi dünyanın birbirinden ayrılmasıyla başlayan derin bir kopuş olduğunu anlayabilmek mümkün. "Tanrı'nın ölümü" (görünmeyenin tükenmesi) gerçekleşmedi ama Tanrı'ya karşı insanı savunma fikri hayat buldu. Nihayetinde insan değişti ve değişerek nefes aldığı zamana ruhunu verdi. Zaman üryandır, elbisesini insan diker, yaşadığı zamanı kendine yakıştırır da. Zamana karşı sorularımız hiç bitmiyor. Zaten bu sorularla birlikte çoğalan kırıklarımızın toplamına modern zamanlar diyoruz. Her dönemin 'şimdi'si kendi modernidir elbette. Ama bildiğimiz anlamdaki modern zamanların başlangıç meridyenini, elektrik henüz icat edilmemişse bile Fransız İhtilali'ne dayandırmak mümkündür. Bütün olup bitenler hakkında konuşmak için önemli bir tarih; 1789.
Rıza imal etmek
Modern zamanlar -bir anlamda- iradesini Tanrı'dan aldığı savıyla hükmeden otoriteyi reddederek var olmuşsa da, "Kral'ın Düşüşü" parolasıyla üretilen bu mutlak özgürlüğün yeni ve başka esaretlere kapı aralaması da kaçınılmazdı. Şöyle ki; rıza imal etmek tahkim etmenin ilk kuralıdır, arkasından ikna etmek gelir. Sözgelimi insanlık onuruyla bağdaşmayan geleneksel kölelik sistemi kaldırıldıktan sonra daha ağır şartlardaki modern gönüllü köleliğe razı olmanın parolası da elbette özgürlük olmalıydı. Ya da özgür olduğuna ikna edilmiş olmak. İnsanın tüketim alışkanlıklarını, dünyaya bakış açısını ve hayattan almak istediklerini dönüştürmek ve aynı zamanda bu isteklere sürdürebilir bir zemin oluşturmakla meşhurdur çünkü modern zamanlar.
Büyüsü Bozulmuş Dünyayı Büyülemek kitabının yazarı Amerikan toplum kuramcısı George Ritzer'in, "Toplumun McDonaldlaştırılması" tezi, sonsuz/sınırsız tüketimle var olan modern zamanlar insanının dünyanın büyüsüne eğlence ile ikna edilmesi bahsini de içerir. Bu ikna olma ve kocaman bir yalana hazır olma hâli, insanın hem hayat pratiğinden hem de hassaten bilincinden ölüm duygusunun çıkarılmasıyla mümkün hâle gelebilir. Ancak ve ancak ölüm bilinci yoksa dünya gurbetine bu kadar vahşi şekilde fethedilmiş yurt muamelesi yapılabilir. İnsanın bilincinden ölümün çıkarılması bugün için zorlu bir cerrahi müdahale değildir. Anlam, yatağını terk etmiştir çünkü. Yeniden 1789'a dönecek olursak, tarihsel bir bilgi olduğunu kabul etsek bile ilk elden uşak kılığında yakalanan kral metaforu üzerinden de okuyabiliriz bu durumu.
Sana yaşamak düşer çarkların gövdesinde!
Modern zamanları tahkim eden II. Sanayi Devrimi, 1860-1914 tarihleri arasında hayat bulan bir mekanik dehşeti resmediyordu bir yanıyla. İngiliz ve İspanyol donanmalarının uzak diyarlarda yaptıkları yağmalarla zenginleşen bir kıtanın zorunlu doğumuydu bu devrim. Sömürgecilikle güçlenen teknik ilerlemenin, toplumsal düzeni tehdit eden ve bireyi büyük işleyişin içindeki bir metal parçasına dönüştüren sonuçları ile yüzleşmenin vaktiydi. "Demir kafes"in içine kapatılmış insanın cevaplamakta zorlanacağı sorular önüne sıralanmıştı artık.
Charlie Chaplin'in Büyük Buhran (1929) sonrasında çektiği, ekonomik bunalımın izlerini üzerinde taşıyan 1936 yapımı Modern Times (Modern Zamanlar) isimli kült filmi, endüstri çağının tüm kiri-pası dünyanın üzerindeyken tam yerine rast gelecektir. Chaplin, üretim araçlarının ortasında yabancılaşma yaşayan, ağır çalışma şartları altında bin demir kapıyla hesaplaşmaktan omuzları çürüyen yalnız bir adamın öyküsünü anlatır bize. Dev makine çarklarının arasında kaybolan bir fabrika işçisinin günlük hayatını merkeze alarak endüstri toplumuna sert eleştiriler yönelten film, dönemin sosyal gerçekliğiyle paralel ilerleyen cari bir hikâyeye sahiptir. Chaplin, olağanüstü öngörüsüyle dünya henüz ruhunu bile teslim etmemişken, içine gireceği o tabutun resmini göstermiştir izleyicisine.
Modern Zamanlar , Chaplin'in çevirdiği son sessiz filmdi. 20 yıldır fırtınalar estiren "Küçük Serseri" (Şarlo) son kez sahnedeydi. Sesli sinemaya direnen ve sesin sinemanın büyüsünü bozacağına inanan Chaplin için sessizlik güçlü bir görsel yoğunluk anlamına gelse de artık dünyadaki devrini tamamlamıştı. Chaplin, duygu evrenselliğini bu sessizliğe borçluydu aslında. Ama bu duruma direnmesinin bir manası yoktu. Çünkü teknik ilerleme, sesin görüntüye eklemlenmesini şart koşuyordu. Chaplin'in bir anlamda dünyanın büyüsünün nasıl bozulduğunu anlattığı bu film, aslında onun adına, (tüm sessizliğiyle) sinemanın büyüsünün bozulmasına direnen son filmi olacaktır.
Chaplin, "Big Brother" imgesiyle çifte su verilen insan öğütücü sistemin üstüne tek kişilik dev ordusuyla yani Şarlo'yla saldırır. Sakar, uyumsuz ve anarşist bir saldırıdır bu. Sistemi yıkmayı değilse bile, onu durdurmayı, şaşırtmayı ve gülünç duruma düşürmeyi hedefler. Değişen zaman-mekân algısının, insanın makineleşme karşısındaki acziyetinin ve sistemin dişlilerinde ezilen işçilerin dramıyla birlikte şu net olarak anlaşılır; insanın doğasına karşı savaş açılmıştır. Protesto edilen temaların, filmin açılış sahnesindeki saatle olan derinlemesine ilişkisi de bu savaşı doğrular niteliktedir. Oradaki zaman vurgusu, modern zamanları işaret eder çünkü. Ve filmde olduğu gibi modern zamanların "uyumsuz"una (Şarlo) -dün ya da bugün- iki nihai mekân teklif edilir yalnızca; akıl hastanesi ya da hapishane.
Katı olan her şeyin buharlaşıp havaya karıştığı bir zamanda, geleneksel değerler, nur topu gibi bir anlam krizi doğuracağı belli olan bu çağın yatıştırıcı ilaçları olabilirler mi? Modern zamanların insanı, gurbeti yurt olarak anlamaya devam etse de büyüsü bozulmuş bir dünyada yaşamanın bedeli ödemeye hiç yanaşmasak da- belki biraz daha insaf etmektir yalnızca. Kendimize ve dünyaya.