Yakın zamana kadar, edebi bir tür olarak pek de ciddi bir şekilde değerlendirilmeyen fantezi türü üzerinde fikir birliğine varılmış ilk gerçek, herhâlde fantezi türünün modern manada babasının J. R. R. Tolkien olduğudur. Tolkien, fantezi türünün babası olmasının yanı sıra bu türde kaleme aldığı eserleri geçecek yetkinliği haiz bir başka eserin hâlen verilmemesi hasebiyle, fantezi türünün en iyi yazarıdır aynı zamanda. Yüzüklerin Efendisi de Silmarillion da, gerek arka plan dokularının yoğunluğu gerekse tam bir klasik gibi okuyanın kısmeti nispetince yüzeyden derine basamak basamak ilerleyen sathi, sembolik ve arketipik boyutları ile okuyucuların dikkatini uzun süre üzerlerinde tutmuş eserlerdir.
Bu güç, bu popülerlik ve yetkinlik nereden gelmektedir? Yarım milyondan fazla kelimeden müteşekkil Yüzüklerin Efendisi 'ni bu kadar etkili kılan nedir? Bu sorunun cevabını değerlendirirken göz önünde bulundurulması gereken iki çok önemli husus vardır. Bunlardan birincisi Tolkien'in dindar bir Katolik olması ve dininin hayatının her alanına nüfuz eden gücüdür. Tolkien, Yüzüklerin Efendisi 'ni tanımlarken eseri için "temelde dinî ve Katolik bir çalışma" ifadesini kullanır, bunu başta farkına varmadan, içgüdüsel olarak sonrasında ise kastî bir şekilde yaptığını belirtir. İkinci husus ise alanında oldukça uzman bir dil profesörü olan Tolkien'in en büyük hayalinin mitolojik açıdan yoksul olduğuna inandığı İngiltere için, hayranlık beslediği İskandinav kültüründen esinlenerek bir millî mitoloji yaratmak istemesidir.
Katolik Tolkien neden ülkesi için bir mitoloji yaratmak ister? Tolkien, meslektaşı C. S. Lewis'le yaptığı o meşhur gece yürüyüşü sohbetlerinin birinde -bu konuşma agnostik Lewis'in Hıristiyanlığı seçmesinde önemli bir rol oynayacaktır- şunları söyler: "Tanrı'dan geldik ve ördüğümüz mitler, yanlışları olsa da, kaçınılmaz bir şekilde gerçek aydınlığın, Tanrı'nın ebedi gerçeğinin parçalanmış bir bölümünü yansıtacaktır. İnsan, ancak mitler oluşturarak, ancak alt-yaratıcı hâline gelerek ve hikâyeler icat ederek cennetten kovulmazdan önce sahip olduğu kemal mertebesine ulaşabilir. Mitlerimiz yanlış yollara sapmış olabilir ama asıl limana doğru sarsılarak da olsa yol almaktadır. Öte yandan materyalist gelişim süreci bizi sadece durmadan genişleyen bir cehenneme, kötülüğün gücünün demirden hükümranlığına yönlendirir."
Tolkien tarih boyunca bütün insanlığın en temel inançlarını ifade etmek için mitolojiler yarattığını ileri sürer. Bu sebepten dolayı, ona göre eğer bir Tanrı varsa, Tanrı'nın vahyini bir mit şeklinde -her ne kadar bu mit, gerçeğin ta kendisi de olsa- ileteceğini düşünmek mantıksız değildir. Ve en iyi mitolojilerin bütün büyük ortak elementlerine sahip olduğu için Hıristiyanlık "mükemmel mit" için en muhtemel adaydır. Bu görüşleri ışığında Tolkien, Katolisizm ile millî kültürünü, mükemmel bir yeni mit yaratıp yeniden birbiri ile kaynaştırma yolları aramış, böylece gittikçe dinden/özden uzaklaşan vatandaşlarını dine ve geleneğe geri çekme çabasına girişmiştir.
"Gerçek ve modern" bir mitoloji
Tolkien'in meselesi dinî olduğu kadar millîdir de demiştik: İhtisas alanı eski İngilizce ve orta İngilizce olan Tolkien, İngiltere'nin mitolojik tarihinin, ilgi alanına giren eski İskandinav kültürlerinin mitolojileri kadar çaplı ve derin olmadığını düşünüyordu. Hâlbuki Romalıların ve göçebe diğer kavimlerin istilasına uğramadan önce İngiltere'de ikamet eden halk(lar), bu İskandinavlarla yakından akrabaydı. İngiltere'nin de "Kral Arthur'un Serüvenleri" gibi kimi efsane ve masalları vardı ama bunların hiçbiri İskandinav kültürünün meyveleri ile boy ölçüşebilecek yetkinlikte değildi. Yaratılış mitlerinin dört temel fonksiyonu olduğunu ifade eden Campbell'la muhtemelen aynı fikirde olan Tolkien, kolektif bilinçdışına kazınmış kimi arketipleri kullanarak İngiltere'ye ne zamandır layık olduğu "gerçek ve modern" bir Hıristiyan mitolojisi hediye etmek ister.
Bu isteğinde bir yere kadar yalnız da değildir üstelik. Başta zikredilen alıntıda olduğu gibi, yolu meslektaşı ve Narnia Günlükleri 'nin yazarı C. S. Lewis ile bu konuda kesişir. Tolkien ile Lewis, mitolojiye, özellikle de İskandinav mitolojisine düşkünlükleri ile birleşirler ve "mythonomy" şeklinde adlandırdıkları "mitlerin doğasının bilimi" üzerine düşünmeye başlarlar. Lewis önceleri mitlere karşı Tolkien'in beslediği türden bir inanç beslememiştir. Hatta girişte zikredilen aynı meşhur diyaloğun devamında Lewis Tolkien'e sorar: "Ama mitler, gümüşün içinden üflenen türden bile olsalar, yalan değiller midir?" Tolkien kesin bir şekilde yanıt verir: "Hayır, mitler en az bizim kadar gerçektirler. Mitler, derin teolojik ilhamlardır, sonradan tarih şeklini alan o tek hikâyenin önceden hissedilmeleridir." Ardından da savını daha iyi ortaya koyabilmek için "Mythopoeia" isimli şiirini yazar.
Başta agnostik olan Lewis, Tolkien'in ısrarlı, sabrı ve uzun ikna konuşmaları neticesinde Hıristiyan olmaya karar verdiğinde Tolkien'i büyük hayal kırıklığına uğratarak Katolikliği değil Protestanlığı seçer. Yine de bu ilk etap aralarında fazla bir görüş ayrılığına sebep olmaz. Her ikisi de İncil'in hakikatinin, İsa'nın ölümünün ve yeniden dirilişinin, insan yüreğinin epik mitolojiye karşı arzusu dâhil olmak üzere en derin özlemlerini tatmin ettiği için trajedilerin en mutlusu (eucatastrophe) olduğunu düşünürler. Ve onlara göre bu mit, edebi bir metin ve poetik gelenek üzerinden yorumlanan tarihi bir gerçek olmanın avantajına da sahiptir.
Bu görüşleri, her ikisi için de mit oluşturmanın tüm edebi felsefesinin yolunu açar ve içinde yaşadıkları çağ için yeni mitolojiler kurma isteklerine ilham kaynağı olur. Tolkien'le Lewis nasıl böyle bir mit, din ve edebiyat anlayışının yazma sanatına uygulanabileceğini tartışır ve şöyle bir sonuca varırlar: "Eğer Tanrı vahyini insana ulaştırmak için hikâyeyi kullanıyorsa ve insan da yeryüzünde Tanrı'nın suretiyse, o zaman en yüce sanatlardan biri hikâyede yeni 'ikincil dünyalar' yaratmaktır." Böylece bu alanlarında uzman iki akademisyenin, iki Oxford profesörünün mitler, doğaları ve hakikatleri üzerine derinlemesine çalışmalarının gözle görülür sonucu, kaleme aldıkları edebi eserleri olarak bize yansıyacaktır.
Bu iki yazarın inançları, eserlerinde ayan olunca, ortaya ilginç manzaralar da çıkacaktır. Tolkien'e göre, okuyucu yaratılan mitolojinin gerçekliğine, şimdi olmasa bile bir zamanlar yaşandığına ne kadar inanırsa, yazılan eser o kadar başarılıdır, bir alt yaratım olarak Tanrı'nın şanını o kadar yüceltmiştir. Ama tam hikâyenin ortasında kahramanları kurtarmak için diyelim ki Noel Baba çıkagelirse, okuyucu geçtiği transtan uyanacak ve okuduğu hikâyenin başka bir dünyaya değil, kendi dünyasına ait bir "öykü" olduğunu anlayacaktır. Bu düşüncesi sebebiyle, Tolkien'in, Lewis'e Narnia Günlükleri 'nde "İsa'ya bir aslan kostümü giydirip oradan oraya zıplattığı", kendi yarattığı mitin içine Noel Baba gibi bu dünyaya ait dinî figürleri açıkça koyduğu ve öyküsünün mitik özelliğine halel getirdiği için kızdığını biliyoruz. Alıcı gözle bakıldığında Narnia Günlükleri , kör göze parmak dürten imgeler, yarısı örtülmüş yarısı açıkta kalmış sembolizmlerle dolu, çocuklar için çoğu yüzeysel, pratik ahlak dersleri ve nasihatlerden pek az şey içeren bir eserler zinciridir. Bu, incelikten neredeyse tamamen yoksun denebilecek Evanjelik yaklaşım Tolkien'i hiç mutlu etmemiştir. Tolkien'in eserlerinde ise aksine, hiçbir dinî öğe veya müessesenin aleni iması görülmez. Tolkien, ülkesinin Hıristiyanlık öncesi pagan motifleri üzerine kurduğu mitolojisine Katolik değerleri ve ahlakı yedirerek "tebliğ"ini daha "usturuplu" bir şekilde yapmıştır ve böylelikle daha büyük kitlelere daha evrensel bir zeminde ulaşmış, etki alanını da bu nispette büyütmüştür.
Asıl olan iyiliktir
Tolkien'in etki alanının bu denli büyük olmasında dinî doktrin tartışmalarına hiç mahal bırakmadan anlatmaya çalışmasının rolü büyüktür. Tek tanrı inancının kendisini alttan alta belli ettiği eserde, görünmeyen, kendisinden belki hemen hiç bahsedilmeyen tek Tanrı'nın (Eru'nun) iradesi olayların akışında kendini gösterir. Onun iradesi bütün planların üzerindedir ve imkânsız gibi görünen bütün döngülere rağmen irade işler ve muzaffer olur. Kitapta Frodo, İsa'ya benzer bir Mesih figürü olarak yorumlanabilir. Ama Frodo'nun İsa'yı temsili Lewis'in Narnia Günlükleri 'nde Aslan'ın İsa olmasından farklıdır. Frodo, İsa'yı andırabilir ama İsa'nın zafere ulaştığı yerde Frodo zelil olmuştur. Son andaki sınavını verememiş ve yenilmiştir. Fakat Frodo'nun yüzüğe karşı mağlubiyetine rağmen kaderin kurduğu plan işlemiş ve nihai hedefe ulaşılmıştır. Gölgenin ancak ifsad edebileceğini, yaratamayacağını, yeni bir şeyi üretemeyeceğini söyleyen Tolkien'e göre asıl olan iyiliktir, kötülük türemiştir ve son söz ona ait değildir. Yaşanan trajediler, yenilgiler son sözü söylemez, nihaî değillerdir, umut hep vardır. Öte yandan, Yüzüklerin Efendisi "en mükemmel mit" Hıristiyan Mesih inancının yeryüzündeki serencamının anlatımı olduğu için bu mitin hüznünün, üzüntüsünün ve gelecekte yaşanacak sıkıntıların yankılarını da taşır.
"Hristiyan'ım ve Roma Katolik'iyim. Bu sebeple, her ne kadar nihai zaferin bazı nüvelerini veya örneklerini içinde barındırsa da tarihin upuzun bir yenilgiden başka bir şey olmasını beklemiyorum," diyen Tolkien'e göre mit ile tarih arasında da esasları itibariyle bir ayırım yoktur. Tarih sıklıkla miti andırır çünkü nihayetinde ikisi de aynı şeydir. Tolkien, Platon'un mitlerin dünyayı bilmenin insanî yollarından biri olmasına dair görüşünü ilerleterek mitlerin hakikatten türediklerini ve hakikatin bazı veçhelerinin sadece mitlerle anlaşılabileceğini söyler çünkü Tolkien'e göre içinde düşüş (cennetten kovuluş) olmayan öykü yoktur, bütün hikâyeler eninde sonunda düşüş ile alakalıdır.
Böylece, mitin hakikati aktaran bir sanat formu olduğunu düşünen Tolkien aynı zamanda çok şiddetli bir biçimde anti-modernisttir. Eserlerinde dili ve miti örerek İngiltere'ye ithaf ettiği bir mitoloji yaratmak istemesinin altında on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren "demitolojize" edilmiş fikirleri "yeniden mitolojize" etmek gayesi de bulunmaktadır.
Tolkien, kendi medeniyetine ve inancına ait olduğunu düşündüğü unsurları alır, onları birbiri ile yoğurur, kendi deyimiyle Yaratıcı'yı taklit ederek yeniden yaratır; paganı semavi ile ulviyi özel yaratıklarla, sıradan Hristiyan'ı küçük halklarla örtüştürür; hakikate giden yolun ışığına vatandaşlarına ulaştırabilmek için Batı'yı, en Batı'yı baştan yazar, baştan alt-yaratır. Böylece ortaya hem tanıdık hem yeni ve değişik, hem eski hem taze bir mitoloji çıkar. Bütün mitler gibi bir yol öyküsü olan hikâyeyi okuyan okuyucunun zihni eski ama sureten değişmiş, sağlam ama ters dönmüş, anlamını yitirmemiş ama farklı elbiseye bürünmüş, içi boşaltılmamış ama yeniden anlatılmış arketiplerin anlam kodlarını çözmekle meşgul olur. Bu meşguliyet beraberinde söz konusu medeniyeti ve dini özümsemeyi, içselleştirip beğenmeyi ve kabullenmeyi de getirebilir. Eğer bu süreç gerçekleşirse yazar da amacına ulaşmış olacaktır. Bu minvalde özelde Yüzüklerin Efendisi , genelde yazarın aynı bağlam ve amaçta kaleme aldığı tüm eserleri için Batı medeniyetinin -belki de Roma ve Yunan'ı da atlayarak kendine daha da kendinden bir kök bulmaya çalıştığı- Katoliklik esasları etrafında yeniden yazımıdır denilebilir.