Haşmet Babaoğlu: Yeni çok çabuk eskir, yenilik özen gerektirir...

Yeni çok çabuk eskir, yenilik özen gerektirir...
Giriş Tarihi: 2.12.2015 13:06 Son Güncelleme: 14.12.2015 11:31
Haşmet Babaoğlu SAYI:19Aralık 2015
Birçok şey dünle beraber gider, tamam! Yeni şeyler söylemeliyiz, yeni şeyler yapmalıyız, o da tamam! Fakat nedir hakikaten ve hakkıyla yeni olan? İşte onu ince eleyip sık dokumak zorundayız. Bu yaşadığımız çağda ‘asıl yeni’ olan kadim olandır; köktür. Yani hakiki bir yenilik için belki ileriye doğru ‘fırlamak’ yerine, geriye dönmek gerekir. Seçim sonrası sadece siyasetçilerde değil, birçok kişide pistte yarışın başlamasını bekleyen atletleri andıran bir hal var. Ülke için geniş kapsamlı bir 'gelecek tasavvuru' belki ilk kez sokaktaki insanı da derinden ilgilendiriyor. Ne dersiniz, bizi nasıl bir Türkiye bekliyor? 'Yeni yeni Türkiye' mi?

Türkiye uzun yıllar geçmişin geçmek bilmediği, geleceğin de bir türlü gelmediği bir ülkeydi… "Dün dündür, bugün bugündür" diyen bir siyasetçinin 40 yıla yakın bir süre etkili olabilmesi boşuna değil! Herkes günü kurtarıyor, gelecek konusu ise Dünya Bankası, IMF, NATO gibi dış dinamiklere bırakılıyordu. Siyaset seçkinlerimiz için 'gelecek' kavramı zaten kişisel bir meseleden ibaretti. Para ve itibar biriktirdilerse, rahatlıyorlar; ülke içinse 'böyle gelmiş böyle gider' kıvamında takılıyorlardı. Vesayetçi bir demokrasi taklidi için bundan iyisi olabilir mi? 2002'de iş nihayet değişti. Halkın sessiz çoğunluğu siyaseten temsil edilmekle kalmadı, bizzat siyaset içinde tecessüm etti. Yani kanlı canlı biçimde siyaset sahnesine girdi ve iktidarı aldı. Bana sorarsanız, ilk o aşama zaten başlı başına 'Yeni Türkiye'dir. Bu nokta genellikle hafife alınıyor oysa çok önemlidir. Sonra demokrasi üzerindeki sivil-asker bürokratik vesayetin tasfiyesi gerçekleştirildi. Eğer 'Yeni yeni Türkiye'den söz edeceksek o da vesayet rejiminin ağırlığının sistemin üzerinden kaldırılmasından sonraki aşamadır. Bugüne gelirsek, 49.5'lik oy halkın geleceğe yatırımıdır. Bu nokta tartışılmaz. Demek ki, şimdi bambaşka bir aşamayla karşı karşıyayız: Yeni bir millet tarifine dayanarak anayasa yapma ve aynı anda hem demokratik hem de ekonomik sıçrama aşaması.

Peki nasıl olacak? 2002'den bu yana sadece Türkiye değil, dünya da çok değişti. Dünyanın egemenlerinin çıkarlarıyla Türkiye'nin tasavvuru çakışabilir mi?

Şimdiki durum 'çakışmak'tan çok 'çatışmak' kavramına yakın duruyor. Dünya sisteminin egemenleri bazen alttan alta bazen apaçık biçimde Türkiye'yle itişip kakışıyor. Şu son birkaç yılda eğer demokratik temsil gücü zayıf bir iktidarımız olsaydı, emin olun ki çok ciddi sıkıntılar çekerdik, belki sarsılır, dağılır giderdik. Dünya da eski dünya değil. Sürekli yeni problemler karşımıza geliyor, eskiler rafa kalkıyor. Ahir zamanların ahirindeyiz galiba. Baş döndürücü bir hızı var olayların. Felaket tellallığı yapmak istemem ama büyük ölçekli küresel çatışmalar sırasını bekliyor gibi geliyor bana. Üstelik Ortadoğu'dayız ve bazı strateji kuruluşlarına göre 20 yıl daha sürecek olan bir krizin, Suriye krizinin içerisinde bir çıkış arıyoruz… Buna pek yakında ciddi bir Kudüs/Filistin krizi eklenirse, şaşırmayacağım. Peki ne yapmalı? Hızlı dünyaya karşı ilk siyasi önlem hızlı yürütme modelidir. Hızlı yürütme, yani başkanlık sistemi! Fakat iş siyasetle bitmiyor. En azından gençlerimizi 'yaklaşmakta olan'a karşı hazırlamalı; olaylara daha derin bir bilgi ve daha geniş bir vizyonla bakmalarını sağlamalıyız.

Sohbetin eksenini hafifçe dışardan içeri; ülke ve dünyadan insan zihnine doğru kaydıralım mı? Malum, 'yeni'den her bahsedişimiz hem tatlı bir heyecan uyandırır, hem de tedirginlik… Bu tahteravalliden inmek mümkün mü?

Sanmam. Düşünsenize, 'yeni' sadece tedirginlik yaratmakla kalmaz, çok da çabuk eskir. En iyisi pek de eğlenceli olmayan bu tahterevalliyi işe yarar bir aygıt haline getirmek. Nasıl mı? İyi şeyleri 'yenilik' tutkusuna kurban etmeyecek özeni göstererek… Eski olanın, eskiden kalanın ille de değersiz olduğunu kim söylemiş? Yanlış bu. Eskimiş çorapları atabilirsiniz ama 'yenilikçi' dünyaya uyup iyiyle kötüyü ayırt etmemizi sağlayan gündelik hayat pratiklerini de çöpe atınca içine düştüğümüz hal ortada! Birçok şey dünle beraber gider, tamam! Yeni şeyler söylemeliyiz, yeni şeyler yapmalıyız, o da tamam! Fakat nedir hakikaten ve hakkıyla yeni olan? İşte onu ince eleyip sık dokumak zorundayız. Bir kere her değişimin bizi yenilemeyeceğini bilmek gerekir. Hani dün dünde kalıyor da, senin 'yeni' olduğun nereden malum? Maske değişmiş, kişilik aynı. Bu mu yenilik!.. Kaldı ki, bu yaşadığımız çağda 'asıl yeni' olan kadim olandır; köktür. Yani hakiki bir yenilik için belki ileriye doğru 'fırlamak' yerine, geriye dönmek gerekir. Bunu sadece insani değil, aynı zamanda siyasi bir öneri olarak da görmek doğru olur. Mesela hızlı kalkınmayı sürdürmek zorundayız ama adalet duygusunu çöpe atmadan, hatta baştan inşa ederek…
BİZE ULAŞIN