Bu ülkeden olmak neyi gerektirir? Cumhuriyet Halk Partisi’nin Anadolu kadınının evine ayakkabıyla girmesi bu ülkeden olamamasıdır hâlâ. Arabeski aşağılamak, lahmacuna dudak bükmek de buna dâhil. Günlük kaygılarla, ideolojik saplantılarla babaannene ters düştüğün taraf, bizden başka her yöne çıktığın yol, buradan uzak olma halindir.
Güneyin kavruk toprağını, sıcak insanını, dip dibe damlarını yazmaya başlasam, biriken yaşanmışlıkları, hikâyeye giremeyen resmin o küçük kısımlarını anlatsam eksik kalırım hep. Kara oğlanları, torbacı çocukları, damlarda yapılan salçaları, yoksulluğu çoğu zaman, bereketi, hoyratlığı, çocukluğumu yani... Banka borcuna kızıp banka yakmaya çalışan adamı. Bunların hepsinin toplamı Türkiye'dir. Varoşlar, çıkmaz sokaklar, kasabalar ve şehirlerin toplamı. Üzerine basıp geçilen halkın bir deyişi için, kilometrelerce yol yürüyor mesela birçok roman ve hikâyeci, görüyor yani. Ağıtlar, türküler, koşmalar, beyitler hatta küfürleri biriktiriyor, karış karış tanıyor insanını. Taşı toprağı bu yüzden altındır memleketin. Yazılmamış destanları, masalları, efsaneleri, Anadolu kadınlarının dörtlükleri, tabureye yaslanmış tütün kokan eller ve dedeleriyle bereketli bir ülke. Buradan çıkarsan mesela 'bidon kafalılar' diye başlayamazsın hiçbir zaman. Sofraya diz çöküp bağdaş kurabiliyorsan Anadolu sensindir. Ev kadınlarının sıradan buluştukları günlerden birine davete gittiğimde 80 yaşına yaslanmış bir teyzeyle tanışmıştım. Türk sanat müziğinden her türden makamla 40'lı 50'li yıllardan parçalar okuyabiliyordu. Bir plaktan farkı yoktu. Şaşırmıştım. Bir eğitim de almamıştı üstelik. Orada da anladım; bu ülke başka bir şey. Önemsemez geçeriz kadın günlerini ama orada sanata dair büyük bir şeyler vardır mesela. Böyledir, hırdavatçı bir dayının lokman hekim ve gezgin çıkmasına şaşırırsın. Sana bir çay ısmarlayarak dünyanı genişletecek çok adama rastladığın yer bu ülkedir. Başladığı her cümlede bu toprakları ve Türkiye'yi hafife alan, hor gören bir bakışla, halkın seçimlerini, beğenilerini, değerlerini aşağılayan bir tutumla apaçık başka bir şeyin tarafı olmuştur insan. Yerli olamamak buradan başlar. Türkçe yazıp yabancı yazar olmak hali denmiştir buna. Aydınlar konusunu inceleyip o güne kadar aydınların 'saf düşünce', bilgi üretip yaymanın dışında genel kabulü yıkmak üzerinde durarak bağımsız bir aydın fikrinin saçmalığından bahseden Antonio Gramsci, aydının yükselmekte olan sınıfa, iktidara bigâne kalmadığını söyler. Holdinglerin, medya patronlarının paralarıyla çok muhalif olunarak bu ülkeye ters gidecek hareketleri yapabilirsiniz. Fikir namusu önemli bir kavram. İbrahim Tüzer'in İsmet Özel'i anlattığı Şiire Damıtılmış Hayat kitabında İsmet Özel kendisine 17 sene pasaport verilmeyişini anlatır. Yıllarca mağdur olmuştur. Duisburg Belediyesi bir konferans için çağırır ama gidemez. Pasaport işini halledeceklerini, işin oradan daha etkili olacağını söyler yetkililer ama bu durumu asla kabul etmez İsmet Özel. Bunu ülkesine yapmaz. Fakat başka taraftan Almanya'ya şikâyet mektubu atmak da vardır mesela ya da 'ülkeyi terk etmek' bir siyasi tavır alarak. Ülkeyi terk etmek fiziken ayrılmak, orada olmamak hali midir yalnızca? Zihnin bir başka yerdeyse, zevklerin, hayat tarzın, acıların, günlük kaygıların, işte sen oradasındır, orasıdır senin ülken, o içinde büyüttüğün düğümdür.
Aydınların dilemması
II. Mahmut'tan sonra hızlanır din ve dünya ayrımı. Niyazi Berkes, Jön Türklerle beraber gelen devleti dinden ayırıp Avrupa modeli kurma anlayışından bahseder. Şinasi bu yolun başlangıcıdır. Memleketin hayrını başka ülkelerin düşünceleriyle görmeye çalışan bir aydın zihniyeti, Tanzimat'tan başlayıp Cumhuriyet'te de devam eden bir anlayış üstelik. Türkiye'de aydın olmak buradan başlıyor ve uzayıp gidiyor mesele işte. Bir başka ikilik mesela Tevfik Fikret, "Düzen bozuk, Batılılaşma samimi değil" derken Akif, "Batıcılık yıkıcı" diyerek Batılılaşmanın karşısında yer alıyor. Durduğun taraf, güttüğün siyaset önemli bu noktada. Batının Hıristiyan ilahiyatıyla çatışmaları ve kendi sancısıyla bir doğum sürecini bizde başlatmaya çalışmak; Cemil Meriç'in de belirttiği taraf budur. Batının dinle sürdürdüğü kavgası hangi yanımıza uyuyor bizim? Batılılaşırken İslamlaşmak ne olacak? Din bizden ayrılabilecek bir şey midir? Bu basiretsizliğin tutacağı maya yok. Buna rağmen kendi değerlerine, kültürüne, edebiyatına, yerel kaynaklarına kapalı olabiliyorken, aidiyet kuramayacağımız tüm değerlere açık bir aydın zihniyeti, aydın ikiliği var ortada. Bu ülkeden olmak neyi gerektirir? Cumhuriyet Halk Partisi'nin Anadolu kadınının evine ayakkabıyla girmesi bu ülkeden olamamasıdır hâlâ. Arabeski aşağılamak, lahmacuna dudak bükmek de buna dâhil. Günlük kaygılarla, ideolojik saplantılarla babaannene ters düştüğün taraf, bizden başka her yöne çıktığın yol, buradan uzak olma halindir. Can Yücel; "Başka türlü bir şey benim istediğim/Ne ağaca benzer ne de buluta/Burası gibi değil gideceğim memleket/Denizi ayrı deniz havası ayrı hava" diye başlayabiliyor mesela şiirine. Terk etmek, olmuyorsa bırakmak ne demektir? Merkeze kendini koyup bükemediği eli öpmeyen, dönüştüremediği insanı hor gören yıkıcı bir şeyler vardır burada. Türkiye'ye dair bir şeyler yapmaya çalışan insanın, olmuyor, anlamıyorlar havasıyla uzakları, öteleri arzulaması, kendisi için korunaklı, hayali bir alan yaratması nedir? Türkiye'ye kızıp meseleye Fransız kalarak hangi halk aşağılanmış, hangi millet doğrulanmış oluyor peki? Kavafis ne güzel söyler: "Yeni bir ülke bulamazsın/Bu şehir arkandan gelecektir." İdris Küçükömer, Sezai Karakoç, İsmet Özel, Nurettin Topçu, Mustafa Kutlu vs. gibi kalemleri okumadan anlayamayacağımız bazı şeyler var. Aydın-halk ikiliğine düşmeyen, insanını cahil, hor, kaba saba görmeyen, kendini bilen bir tavır. Batının kavram ve klişelerini buzluktan çıkarıp piyasaya sürerek, başkasının kavram ve kelimelerini üzerimize alarak, kıblemizi değiştirerek olmuyor bazı işler. Merkezi Türkiye'den almamış her akım, fikir, ideoloji kabul görmeyecek; halk yaşamadığı, benimsemediği, içine sinmeyen her şeyi reddedecektir. Yani anlamıyor değil, anlamazlıktan geliyor halk. Modern Bihruz Beyler gibi dolanmaya gerek yok. Felatun Bey ve Rakım Efendi ikiliğinden sıyrıldığımız bellidir artık. Kültürel mirası, adalet anlayışı gelişmiş köklü bir geleneği olan bu toprakların 'öteki' olmaya ihtiyacı yok. Batıcılığın ve İslamcılığın en gergin zamanlarında, 'fikirlerden çok duygular ve heyecanlar konuşulmuştur.' Söz konusu etmemiz gereken ciddi meseleleri bu boyuttan düşünebiliriz. Fonda 45'lik plaklardan hoş bir seda ile "Akşama Selvi Boylum Al Yazmalım yazlık sinemada gösterime girecek" diye hoparlörlerden sokak sokak anons geçildiği yer bu ülkedir. Öylece başka bir şey, öylece güzel işte…
TUBA KAPLAN KİMDİR?
Şair.