Kendimi bu memleketin evladı hissettiğim anlar, o aidiyeti kurduğum anlar, ruhen de bir güvenlik bölgesindeymişim duygusunu yaşatır bana. Bir bayram sabahı camiden çıkan insanların yüzlerindeki ifade bu memlekettir. Oğlunu askere uğurlarken ağıt yakan ve “Oğlum Peygamber ocağına gitti” diyen ananın ağlaması bu memlekettir. Peki memleket neresidir? niyazi mısri’nin “derman arardım derdime, derdim bana derman imiş” dediği yerdir.
Az gelişmişlik ileri ülkelerin bir anlamda 'geri kalmış' ülkeleri tanımlamada daha yumuşak bir tabir seçmek için kullandığı bir kavram. Az gelişmişliği bir öcü gibi önümüze sürenler, ilericiliğin nimetlerinden yararlanamadığımızı yinelerler sürekli. Gelişmişlik düzeyi diye bir şey vardır ve bu düzeyin çizgisi sizin ileri ülkeler nezdindeki yerinizin altını çizer. Çünkü siz ileri ülkeler gibi sanayileşmede öne çıkacak 'hammadde'yi kontrol edebilecek kapasiteye erişememişsinizdir hâlâ. İlginçtir ki, İsrail'in Gazze saldırılarından birinin yaşandığı günlerde Türkiye'de bazı markalar boykot edilmeye başlandığında, Batı Şeria'daki Ramallah kentinde kurulan ve The Coca-Cola Company'nin yüzde 15'ine ortak olduğu NBC'nin Filistinli Genel Müdürü Imad Hindi, ülkedeki en büyük beşinci yatırımcı olduklarını belirtirken, Filistin için yeni üretim kampanyaları başlattıklarını söylemiş, 400 kişiyi de istihdam ettiklerini sözlerine eklemişti.
Fikirde, sanatta ve sosyal hayatta her gün gelişmişlik düzeyi denilen bir uyarı ikazıyla karşılaşıyoruz nicedir. Trafikteki keşmekeşi, artık bir çöp ağına dönüşmüş şehirlerimizi, beton hâkimiyetinin yaşandığı mahallelerimizi eleştirirken karşımıza çıkıyor, gelişmişliğin bir bütün olduğu ve parçalanamayacağı ikazı. Değerler silsilesi denen bir şey uyduruyorlar ve önümüze duvarlar örüyorlar. 'Gelişmiş ülkelerde bu yaptığınıza ne derler biliyor musunuz' diye uyarıyorlar örneğin. Geri kalmış ülkeler sıralamasındaki yerimizi sürekli hatırlatmaktan müthiş bir haz duyuyorlar. Ama gelişmiş ülkeler olarak baş sıraları kapatmış olan ülkelerin ne hinliklerle 'hammadde'yi yönettiklerini anlatmak bir türlü işlerine gelmiyor. Geride kalmışlığımızın hoşlarına gittiğini belirten imalarla geçiştiriyorlar gündelik tartışmaları. Mesele gayet açık aslında; geri kalmışlığımızın tek müsebbibi memleketin ruhunu oluşturan hemen her şey.
Hadi açık konuşalım. Geride kalmışlığımızın asıl nedeni İslam dinidir onlara göre. Fakat bunu hiçbir zaman net olarak dillendiremezler. Memleketin din anlayışının yerine ikame bir din uyduranları medyada öne çıkartarak bunu yaparlar. Bu millet 1400 yıldır orucu neyin bozacağını bildiği halde, bu tip fıkhi tartışmaları diriltip bundan İslam'ın 'gerici' bir din olduğu sonucuna varmak isterler. Gelenekten nefret ederler. Geleneğin getirdiği her şey onlara göre geride kalmamıza yol açan birikimlerdir. Bundan dolayı mesela dil devriminden sonra ortadan kalkan hat geleneğimizi modern resimde yaşatanları severler, ama gerçek bir hattatın hangi eğitimden geçip de o aşamaya geldiğini bilmek istemezler. Hz. Pir Mevlana, onlar için kişisel gelişim uzmanından öteye geçmez mesela. Hepsi sema eden dervişleri izlerken gizli bir vecd halini yaşadıklarını söyleyerek Mevleviyye'ye methiyeler düzerler ama sema eden dervişlerin diğer 24 saatlerindeki hayat tarzlarını bilmek istemezler. İstanbul'un tarihî yarımadasının sağ iktidarlar tarafından beton zulmüyle kuşatıldığını sürekli söylerler ama Maslak'ta, Levent'te gökdelenlerle kuşatılmış hayatlarını bahse açamazlar. Osmanlıca tartışmaları her çıktığında, Arapça liselerde okutulsun dendiğinde aynı bilindik tepkileri verirler ama hâlâ neden okullarda turist İngilizcesi öğretildiğini kendilerine dert etmezler. Her 10 Kasım'da sirenlerle kuşatılmış Bolşeviklerden kalma esas duruşu bir dayatma yaparak savunurlar. Bütün bir İstiklal Harbi onlara göre sadece Mustafa Kemal'den ibarettir. Enver Paşa haindir, Fevzi Çakmak basiretsizdir, Kazım Karabekir saltanat yanlısıdır. Sosyal medyada hiçbir zaman fikri sahada yan yana gelemeyecek insanları yan yana getirmeyi müthiş bir ilericilik olarak lanse ederler. Kemal Tahir'i, Hikmet Kıvılcımlı'yı, İdris Küçükömer'i, Mehmet Ali Aybar'ı bilmeden solcu; Nutuk'u sadeleşmemiş halinden okumadan Kemalist olduklarını söylerler. Klasik Türk Müziği'ni sadece Bülent Ersoy'dan ibaret sanırlar. Oryantalizm denince akıllarına dansöz saçmalığının gelmesi bundandır. Bundandır yerliliği organik semt pazarlarından ibaret sanmaları.
Ait olduğumuz kelimeler
Bu memlekette en çok duyduğumuz sözlerden birisi de şudur: "Ülkemizin zor zamanlardan geçtiği günlerde…" Nedense ülkemiz zor zamanlardan bir türlü geçip feraha çıkamaz. Ülkemizin zor zamanlarda olmasından memnun olan birileri vardır sürekli ve bunu her keresinde tekrarlamaktan da hoşlanırlar. Özellikle son yıllarda 'memleket' adına söylenen her şey özel bir olumsuzluk takısı ile birlikte anılmaya başlandı. Sadece memleket kelimesi de değil, 'Türk' kelimesi de öyle. Bizim olan ve bizim ait olduğumuz kelimeler, kavramlar en çok dalga geçilen kelimeler oldu aynı zamanda. Çünkü baskın Batı kültürü ve Türkiye'de kendini Batı'da hissetmek isteyenlerin bundan gocunduğu yok. İtalya'da tuvaletlere yazılan 'Türkler ve köpekler giremez' yazısını sosyal medyada paylaşmaktan haz duyuyorlar. Bunun artmasını istemelerinin altında yatan gerçek ise şu; bir gün bu topraklar Türkler haricinde başka birilerinin hâkimiyetine girerse kendilerine yer açmak.
Bu memleketin evladı olmak da aynı şekilde aşağılanan tabirlerden birisidir. Peki, öyleyse nedir bu memleketin evladı olmak? Bu memleket bizi nasıl kendine evlat yapar? Bunu düşündük mü hiç? Kendimi bu memleketin evladı hissettiğim, o aidiyeti kurduğum anlar, ruhen de bir güvenlik bölgesindeymişim duygusunu yaşatır bana. Bir bayram sabahı camiden çıkan insanların yüzlerindeki ifade bu memlekettir. Sünnet töreninde ağlarken, "Ağlama, Peygamberimizin duasını aldın evlat" diyen babanın sözleri bu memlekettir. Oğlunu askere uğurlarken ağıt yakan ve "Oğlum Peygamber ocağına gitti" diyen ananın ağlaması bu memlekettir. Memleket neresidir? Niyazi Mısri'nin "Derman arardım derdime, derdim bana derman imiş" dediği yerdir. Neresidir başka? Hüsrev Hatemi'nin deyişiyle Âşık Garip coğrafyasının kapsadığı alandır: Erzurum'dan Halep'e kadar çizilen eğridir. Neresidir? Saraybosna'daki Başçarşı'da Türkiye'de seçim sonrası sandıklar sayılırken uzatılan mikrofona, "Türkiye yenilirse biz de yeniliriz" diyen Bosnalının o güzel gözleridir. Neresidir? Neşet Ertaş'ın "Kaşların karasına da amanın Leyla Leyla" dediği o ablamızdır memleket. Neresidir? "Kasap olma, cellat olma, dellal olma. Elbet bunları yapacak birileri var; ama sen olma…" diyen Fethi Gemuhluoğlu'dur memleket. Sezai Karakoç'un inadıdır, o inatta biriken sabrıdır. Ellerini masaya vura vura konuşmasıdır memleket. Necip Fazıl'ın kısa Bafra içmekten cayırdayan sesidir. Tuğrul Efendi'nin celalidir memleket. Yunus Emre'nin ayağını bastığı her yerdir. Şair Leyla Hanım'ın hüznüdür. Süleymaniye'yi görebildiğin her pencere önüdür. Necmettin Erbakan'ın "Bir çiçekle bahar olmaz, ama her bahar bir çiçekle başlar" dediği Konya'nın düz ovasıdır. İbrahim Tatlıses dinlenen coğrafyadır memleket. Niyazi Mısri'nin sürgün olduğu her yerdir aslında. İçinden kara tren geçen kartpostallardır. Geyikli kilimlerin asıldığı odalardır. Mevlit okunan, Yasin okunan, üzerine limonata içilen evlerdir. Babaların kış günü eve geldiklerinde nikotin kokusu sinmiş deri ceketleridir, sararan bıyıklarıdır memleket. Hay'dan gelip Hu'ya giden İbn Arabi'nin ayaklarının değdiği yerdir. Şeyh Harakani Hazretleri'nin mezarının olduğu topraktır. Saçları bir türküde üç numaraya vurulmuş arasta işçilerinin efkârıdır. Sabaha kadar soğuk barakada Müslüm Gürses dinlemekten ağırlaşmış ruhuyla gündüzleri uyuyamayan gece bekçilerinin kahrıdır. Pencere önündeki sardunyası solmasın diye onunla konuşan ablamızın nazik sesidir. Kız kardeşimizi istemeye gelen damat adayının utangaç elleridir. Halaların Kuran okurken yaşaran gözleridir memleket. Nişanlısının ailesine otobüsün dinlenme tesisinden pişmaniye alan teskeresini yeni almış askerdir memleket. Zeki Müren şarkılarını ağlaya ağlaya dinleyen taksicinin pişmanlıklarıdır. 10 Muharrem'de Hz. Hüseyin Efendimize ağlamaktan şişmiş gözleriyle "Âlem yüzüne saldı ziya" nutkunu söyleyen Halveti'dir memleket. Hz. Ali Efendimizin zülfikârının kolyesini sevgilisine hediye eden genç kızdır memleket. Karadeniz'in fındığıdır, çayıdır. Çukurova'nın pamuğudur. Bozkırın Muharrem Ertaş'ıdır. Zalım poyrazın gıcım gıcım gıcırdamasıdır. Elmanın kovuğuna eşelek demektir. Raspa yapan, saklambaç oynayan çocuklardır. Kına yakılan mahcup ellerdir. Su yolunda suya giden bacılardır. Mehmet Zahid Kotku Hazretleri'nin gülümseyen yüzü ve bembeyaz sakallarıdır. Oğlu ölmüş annelerin her dem ıslak yaşmaklarıdır. Dolmuşçuların kahrı, otobüsçülerin metanetidir. Hacettepe önünde boş tabutla bekleyen hemşerilerdir. Kerkük türküleridir. Burma bileziklerdir. Pilavı ekmekle yiyen mahzun üniversitelilerdir. Sigara yanıklarından delik deşik olmuş kahve masalarıdır. Refik Halit Karay'ın bir hikâyesidir memleket. Kız kaçıran eski dostlardır. Devran dönen dervişlerdir. Bir hastanede tüp bebek denemesinde bilmem kaçıncı defadır doktordan gelecek ümitli haberi bekleyen anne adaylarıdır. "Ben öyle bilirim ki yaşamak berrak bir gökte çocuklar aşkına savaşmaktır" dizesidir. Bunların hepsi ile kurduğumuz ünsiyettir memleket.
İşte tüm bunlar birileri için az gelişmişliğin alametleri olabilir. Eğer az gelişmişlik, köy evindeki aynayı yaşmakla kapatan hacı teyzelerin bu tavrı ise, az gelişmişlik benim, çok gelişmişlik sizlerin olsun.