Rahmi Kopar: FETÖ'ye teknik nakavt

FETÖye teknik nakavt
Giriş Tarihi: 2.12.2015 11:44 Son Güncelleme: 14.12.2015 11:54
Rahmi Kopar SAYI:19Aralık 2015
‘Bütün anayasal müesseselerdeki güç ve kuvveti cephelerine çekinceye kadar devletin can damarları içerisinde, kendilerini hissettirmeden dolaşma’ hedefi doğrultusunda yaptıkları tüm usulsüzlükleri haklı göstermenin yollarını aradılar. Çünkü örgütün elebaşı Fethullah Gülen, sohbetlerinde doğrudan doğruya bu mesajı veriyordu ve haklıymış gibi görünerek karşılarındaki güçleri teknik bir şekilde nakavt etmelerini tavsiye ediyordu. Teknik nakavt, örgütü haklıymış gibi göstererek, örgütün zulmüne uğrayanların ellerini kollarını bağlayıcı özellik taşıyan bir kavram. Bugünlerde ise haklıymış gibi görünerek değil, örgütün haksızlıklarını deşifre ederek ilerleyen hukuki bir süreçle, örgütün elebaşı Gülen’in deyimiyle FETÖ’nün ‘teknik nakavt’ oluşunu seyrediyoruz. "Kuvvet dengesinin olmadığı yerde teknik esastır. Sen karşı tarafı teknik nakavt edeceksin. Yani hep sen haklı görüneceksin, âlem sana haklı diyecek, hukuki müesseseler sana haklı diyecek, efkârı amme sana hak verecek..." Bu sözler, Fethullah Gülen'in bugün içyapısının bir kısmına ancak vakıf olabildiğimiz örgütüne yaptığı eski zamanlı bir sohbetinden alıntı. Bu konuşmada göze ilk çarpan detay, Fethullah Gülen'in bir 'din adamından' beklenmeyecek biçimde takipçilerine 'haklı olun' değil, 'haklı görünün' şeklinde nasihat ediyor olması. Hâlbuki gerek dinî, gerek kültürel öğretilere göre esas meselemiz haklı olmaktır, bu haklılık başkaları tarafından takdir ve kabul görmese dahi bizim için değişen bir şey olmaz ve haklı olma yolundan ayrılmayız. Bunu, Fethullah Gülen'in bilmediğini düşünmek elbette ki safdillik olur. Fethullah Gülen, örgütüne yaptığı her konuşmasındaki her cümlesini özenle seçip yönetimi altındaki insanları ince ince işlemesiyle maruftur. Bu sözler de, gelişigüzel sarf edilmiş sözler değil, aksine örgütün bugününe o tarihlerden ışık tutan, iyi dizayn edilmiş sözlerdir.

Gülen'in 'haklı görünme' öğretisinden ilham alarak kurulan paralel yapının tüm illegal faaliyetleri artık kamuoyunun malumudur. Asıl manası 'minareyi çalan kılıfını hazırlar' atasözünde vücut bulan 'haklı görünme' projesinin bazı bilinen ayakları şunlardı: Çeşitli sınav sorularını çalarak sınavlarda başarı elde etmek, özellikle üniversiteye giriş sınavında başarılı olan öğrencileri hukuk okumaya yönlendirerek mezuniyet sonrası 'abilerin' hazırladıkları listelerle hâkim-savcı yapmak, bu sanal başarı ile eğitim alanında bir tekel oluşturmaya çalışmak ve eğitim alanındaki faaliyetlerle kendilerini haklı gösterecek koruyucu bir zırha kavuşmak, çocuklar için çizgi film kanalı dâhil hiçbir boşluk bırakmayacak şekilde medyanın her alanında etki alanı oluşturmak, yurtdışındaki siyasetçileri ve etkili kişileri çeşitli bağış-gezi gibi legal yollarla, bu yollara gelmeyenleri de Türkiye'de de uyguladıkları birtakım illegal yöntemlerle etki altına almak ve lobi gücü oluşturmak, yine Gülen'in bir sohbetinde sarf ettiği sözlerden hareketle, bütün anayasal müesseselerdeki güç ve kuvveti cephelerine çekinceye kadar devletin can damarları içerisinde, kendilerini hissettirmeden dolaşmak.

Yukarıda saydığımız yöntemlerin birçoğu sonuca doğrudan etki etmeyen, amaçlananın hayata geçirilmesi sürecinde yardımcı eleman olarak kullanılan araçlardı. Bunların arasında bir araç var ki bu, paralel örgütün en hızlı ve etkili bir biçimde netice almak için çeşitli zamanlarda devreye soktuğu bir can simidiydi. Elbette 'hukuk ve yargı'dan bahsediyoruz. Uzun yıllar boyunca yargının can damarları içerisine yerleştirdikleri uyuyan hücrelerden müteşekkil piyonlarını yeri ve zamanı geldiğinde birer birer canlandırıp ileri sürerek önlerindeki engelleri bertaraf etmeye çalışmış ve birçok engeli de bu şekilde ortadan kaldırmayı başarmışlardı. Bu özgüven ile ellerindeki piyonları kullanarak 'Yeni Türkiye ideali'ni hedef almış ve saldırıya geçmişlerdi. Bu saldırı da Gülen'in öğretilerine uygun olarak 'haklı görünme' maskesi altında başlatılmış, yüzeyde tamamen hukuka uygun gibi görünen fakat arka planda hukuksuzluklarla örülü birtakım operasyonlara imza atılmıştı.

Çeşitli terör örgütleri uydurularak yüzlerce gazeteci, siyasetçi, akademisyen, hatta Twitter'da çok takipçisi olan kişiler dahi aynı torbaya doldurularak telefonları dinlenmiş, bu kişilerin aileleriyle ve arkadaşlarıyla yaptıkları hiçbir suç unsuru taşımayan özel görüşmeleri dahi yasalara aykırı olarak kayıt altına alınmış ve gerektiğinde kullanılmak üzere depolanmıştı. İllegal olarak telefonları dinlenen insanlar arasında sıradan öğrencilerden büyük medya patronlarına, üst düzey bürokratlardan 'dönemin Başbakanı' Erdoğan'ın en yakın çevresinde yer alan kişilere kadar geniş bir yelpazeden isimler mevcuttu. İddianamelerde Fetullahçı Terör Örgütü adıyla anılan bu örgüt, bugüne kadar gerçekleştirdiği her türlü illegal operasyona hukuki bir kılıf biçmiş, bunu medyadaki tasmalı gazetecileri eliyle meşrulaştırmaya çalışmış ve Gülen'in vaazındaki 'haklı görünme' tavsiyesine harfiyen uymuştu.

Haklı mücadele dünya çapında sürüyor

Buraya kadar, bu örgütün yaptıklarına ve illegal faaliyetlerini nasıl gizlemeye çalıştıklarına değindik. Peki, bu dakikadan sonra ne olacak? Bu örgütü bekleyen hukuki süreç nedir? Bu noktada altının özellikle çizilmesi gereken bir nokta, Fetullahçı Terör Örgütü'ne yönelik yapılan soruşturmaların hukuki sınırlar içerisinde kaldığıdır. Bu örgütün bugüne kadar yargı alanında sıklıkla kullandığı delil üretme, delil yerleştirme, illegal dinlemeler, sahte tanıklar ve benzeri gayri hukuki hiçbir araç kendilerine karşı yürütülen soruşturmalarda kullanılmamaktadır. Somut verilere ve delillere dayanan, kanunların belirlediği çerçeveler içerisinde yürütülen soruşturmalarla sağlam bir şekilde ilerleyen bir yargısal süreç mevcuttur. Buna en güzel örnek, örgüt karşıtı çevrelerden sıklıkla yükseltilen "Neden gözaltına alıp ifadesini aldıktan sonra bırakıyorsunuz?" şeklindeki itirazlardır. Bugüne kadar bu örgüt mensubu savcı-hâkimlerin yaptığı soruşturma ve yargılamalarda daha dosya mahkemeye intikal dahi etmeden, kolluk kuvvetlerinin hazırladığı belgelerde adı geçen herkes gözünü cezaevinde açmış, ne olduğunu anlayana kadar yıllarını orada geçirmişti. Sağlıklı yürüyen bir hukuki süreçte ise polisin yahut savcının 'hakkında şüphe var' dediği herkes otomatik olarak suçlu kabul edilemez. Bu, kolluk kuvvetine veya savcıya 'yanılmazlık' payesi vermektir ve hukukta yeri yoktur. Savcılar, şüphelinin lehine ve aleyhine tüm delilleri toplamakla mükelleftir. Dolayısıyla, ifadeye çağrılan herkesin mahkemeye sevk edilip tutuklanmıyor olması, kimilerinin serbest kalması, kimileri hakkında iddianame düzenlenmesi, hukuki sürecin sağlıklı ve olması gerektiği şekilde yürüdüğünü gösterir.

Yurt içinde birçok farklı şehirde birçok savcı tarafından yürütülen soruşturmalara ve çeşitli mahkemelerdeki yargılamalara ek olarak, uluslararası yargı boyutunda da çeşitli adımlar atılmaktadır. Türkiye hükümeti, kamuoyunun adını ilk defa bu casusluk şebekesinin en meşhur maskeli yüzü 'Fuat Avni'den duyduğu Londra ve Washington merkezli bir uluslararası hukuk bürosu ile çalışmakta ve bu örgüt ile mücadeleyi uluslararası alana yaymanın adımını atmış bulunmaktadır. Söz konusu örgütün maskesi her ne kadar Türkiye'de düşmüş ve halk arasında itibarı kalmamış olsa da özellikle Afrika ve Asya'da etkileri hâlâ devam etmektedir. Bilindiği gibi, buralardaki çalışmaları Türkiye'de anlatmış olduklarının aksine o bölgelerin elitlerine yöneliktir. Türkiye'de dahi illegal dinlemeler yapan ve casusluk faaliyetlerinde bulunanların bu bölgelerde farklı bir işle meşgul olduklarını düşünmek abesle iştigaldir. Türkiye hükümeti ve özellikle bu hukuk bürosunun yapması gereken, bu örgütün çalışma şeklini, yuvalandıkları Afrika ve Asya ülkelerindeki ilgililere açıkça, delillerini ortaya koyarak anlatmaktır. İyi eğitim kisvesi altında o ülkelerin elitlerinin çocukları üzerinden ailelerine ulaşmaya çalıştıkları ve Türkiye'de de okulları ve dershaneleri aracılığıyla uzun yıllar yaptıkları gibi, öğrencinin okuldaki durumunu görüşmek amaçlı gerçekleştirdikleri 'ev ziyaretlerini' ilgili kişiler hakkında birer istihbarat faaliyetine dönüştürdükleri detaylıca anlatılmalıdır. Bu örgütün temelde çok kullanışlı bir istihbarat ağı olduğu ve liderlerinin 'haklı görünün' öğüdünün iyi eğitim veren okullar şeklinde realize edildiği hususu bu ülkelerdeki önemli figürlerin dikkatine sunulmalıdır. Aslında bu noktaların ilgili hukuk bürosu ve devlet görevlileri tarafından çoktan hayata geçirilmiş olduğunu düşünüyorum.

Uluslararası baskılar artacak

Afrika ve Asya'daki okulların yanı sıra Fetullahçı Terör Örgütü'ne yönelik operasyonların bir kısmı da ABD'de devam etmekte. ABD'deki okulları üzerinden yaptıkları vergi, vize ve diğer çeşitli usulsüzlükler üzerinden başlayan soruşturmaların nerelere kadar uzanacağını ve nasıl sonuçlanacağını zaman gösterecek. Her ne kadar buradaki soruşturmalarda Türk hükümetinin doğrudan katkısı olmasa da, özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Obama ile yaptığı görüşmelerde bu hususu gündeme getirdiğini ve bir baskı oluşturduğunu biliyoruz. ABD'deki soruşturmaların varacağı noktada bu baskıların da etkisinin olacağını söyleyebiliriz. Bu örgütün casusluk faaliyetlerini kim adına yaptığını şu an itibariyle kesin olarak bilmiyor olsak dahi, her kim adına çalışıyor olursa olsun, bölgesinde ve uluslararası alanda güçlü bir Türkiye ile kendileri arasında bir tercih yapılması gerektiğinde tercihin Türkiye'den yana olacağını ve bu örgütün bizzat adına çalıştığı odaklar tarafından tasfiye edileceğini öngörmek zor değil. Zira Türkiye'de en az dört yıl daha bu örgüte karşı var gücüyle tüm hukuki araçları kullanarak mücadele edeceğini birden çok kez deklare etmiş bir hükümet, "Tek başıma kalsam da bu yapıyla mücadeleyi sürdüreceğim" diyen bir Cumhurbaşkanı var. Tüm kurumlarıyla bu örgütle mücadele noktasında tam anlamıyla kararlı bir Türkiye'yi karşısına almaktansa, ilgili tüm ülkelerin yavaş yavaş gerekli hukuki prosedürleri başlatıp bu yapılanmayı mahkûm etmeye başlayacağını söyleyebiliriz.

Türkiye Cumhuriyeti devletinin, söz konusu Fetullahçı Terör Örgütü'nün aksine, olması gerektiği gibi 'haklı görünmek' için değil, 'haklı olmaktan' kaynaklı attığı ulusal ve uluslararası hukuki adımlar er ya da geç sonuç vermeye başlayacaktır. Zira ortada hiçbir çuvalın alamayacağı miktar ve boyutlarda mızraklar mevcut. Bu örgüte karşı Türkiye'de ve dünyada yürütülen mücadelenin bugüne kadar olduğu gibi hukuk dairesi içerisinde kalarak sürdürülmesi gerekir. Böylece, yazının başında Fethullah Gülen'den alıntıladığımız 'teknik nakavt' gerçekleşecek, örgüt gerek hukuki müesseseler, gerek de efkârı amme tarafından mahkûm edilecektir. Fakat bu teknik nakavt, Gülen'in takipçilerine önerdiğinin aksine sadece 'haklı görünerek' değil, aynı zamanda haklı olarak gerçekleştirilecektir.

RAHMİ KOPAR KİMDİR?
Avukat. İngiltere'de 'enerji hukuku' üzerine doktora çalışmalarına devam ediyor.
BİZE ULAŞIN