Fatmanur Altun: Ölümün Kol Gezdiği Şehirler ve Cesur Yeni Avrupa

Ölümün Kol Gezdiği Şehirler ve Cesur Yeni Avrupa
Giriş Tarihi: 2.12.2015 11:35 Son Güncelleme: 14.12.2015 11:54
Fatmanur Altun SAYI:19Aralık 2015
Terörle nasıl mücadele edileceği sorusu bir kenarda dururken, bir çevre felaketi gibi tüm dünyayı etkilemeye başlayan bir başka devasa sorunun varlığını görmeden işe başlamak zor görünüyor. Bu sorun uluslararası politikanın yürütülmesinde terörün araçsallaştırılmasıdır. Dünya üzerindeki bütün devletler bu araçsallaştırmanın hangi yöntemler ve gerekçelerle hayata geçirildiğinin farkındalar ve hâlihazırda bu yöntemi kullanmasalar bile söz konusu yöntemin geçerli bir yanı olduğunu zımni olarak kabul ediyorlar. Dünya, 13 Kasım'da Paris'te gerçekleşen ve en az 140 kişinin yaşamını yitirdiği terör saldırılarının şokunu üzerinden atlatamadan 20 Kasım'da Mali'de yaşanan rehine kriziyle bir kez daha sarsıldı. Paris'te gerçekleşen terör saldırılarından sonra tüm ülkede üç aylık olağanüstü hal ilan eden Fransa hükümetinin ardından geçtiğimiz günlerde Belçika'da da güvenlik tedbirleri en üst seviyeye çıkarıldı ve Belçika askeri de tıpkı Fransız askeri gibi sokağa indi. 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra Amerika Birleşik Devletleri'nin çıkardığı ve özgürlüklerin güvenlik gerekçesi ile rafa kaldırıldığına dair yoğun tartışmalara neden olan 'Patriotic Act' (vatanseverlik yasası) benzeri bir yasayı çıkarmaya hazırlanan Fransa'da bundan sonra nelerin yaşanacağı da doğal olarak tartışılmaya başlandı. Zira bazı Avrupa ülkeleri sınırlarını kapatırken, Belçika'da da askerlerin sokağa inmesiyle Fransa'nın açtığı yoldan diğer Avrupa ülkelerinin de gideceğine dair göstergeler güçlenmiş oldu. Tüm bu gelişmeler dünyanın terörle imtihanında gelecek günlerin nasıl olacağına dair ciddi endişelerin yanında güvenlik-özgürlük tartışmasını bir kez daha gündeme taşıdı.

Terörün araçsallaştırılması

Terörle nasıl mücadele edileceği sorusu bir kenarda dururken, bir çevre felaketi gibi tüm dünyayı etkilemeye başlayan bir başka devasa sorunun varlığını görmeden işe başlamak zor görünüyor. Bu sorun uluslararası politikanın yürütülmesinde terörün araçsallaştırılmasıdır. Dünya üzerindeki bütün devletler bu araçsallaştırmanın hangi yöntemler ve gerekçelerle hayata geçirildiğinin farkındalar ve hâlihazırda bu yöntemi kullanmasalar bile söz konusu yöntemin geçerli bir yanı olduğunu zımni olarak kabul ediyorlar.

Bu kabulün arkasında dünya siyasetinin ve bu çerçevede ortaya çıkan güç mücadelesinin işleyişine dair bir çarpıklık yatıyor. Bilindiği gibi Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı, savaşa katılan bütün devletlerin kendi ad ve hesaplarına savaştıkları, 'casus belli (savaş nedeni)' durumu ortaya çıktığında savaş ilan etmekten imtina etmedikleri ve bütün imkânlarını açıktan seferber ederek çarpıştıkları savaşlardı. Ne var ki artan teknolojik imkânlar ve savaş yöntemlerinin önceki yüzyıllardan dramatik olarak farklılaşması nedeniyle konvansiyonel savaşlar çok büyük yıkımlar doğurmaya başladı. Devletler bütün güçleri ile savaş meydanlarına yüklenmelerine ve böylece kısa sürede zafere ulaşabileceklerine inanmalarına rağmen savaş süreleri giderek uzamaya ve tahribat kaldırılamaz boyutlara ulaşmaya başladı. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları, insan ömrü için çok uzun, sosyal hayatı tamamıyla parçalayan, cephe mantığından uzak, savaşan tarafların topraklarının tamamını hedef alan, sivil-asker ayrımı yapmayan, kitlesel kıyımlara ve katliamlara yol açan savaşlardı.

Söz konusu savaşların yarattığı travmayı aşamayan uluslararası sistemde, 20'nci yüzyılın son çeyreğinden itibaren geçerlilik kazanmaya başlayan yöntem terörün araçsallaştırılması oldu. Büyük savaşlardan ve bu savaşların yaratacağı siyasi sonuçlardan uzak durmak için adeta kaçamak bir yöntem olarak kullanılmaya başlanan terör, devletlerin çeşitli bölgelerde küçük grupları eğiterek ve silahlandırarak kendi çıkarları için yönlendirmesi şeklinde işlemeye başladı. Topraklarında silahlı bir grubun varlığından mustarip olan devletlerin tamamı, bu grupların bir yahut birkaç yabancı devlet tarafından finanse edildiğini 'aynel yakin' biliyordu. Ne var ki bunu açıktan dile getirmek, yaratacağı sorunlar nedeniyle kolay olmuyordu. Çünkü yakın zamana kadar terörü uluslararası siyasete dönük bir araç olarak genellikle güçlü devletler zayıf devletler üzerinde kullandılar. Söz konusu zayıf devletleri istikrarsızlaştırma, ekonomilerini zayıflatma ve böylece iç işleyişlerine müdahale etme anlamında terör kullanışlı bir araç oldu.

Kentlerde büyüyen terör

Ne var ki dünya 11 Eylül'den itibaren bu döngünün değişmeye başladığına şahitlik etti. Güçlü devletlerin zayıfları idare etmek için kullandıkları terör belası, Amerika Birleşik Devletleri'nde 11 Eylül 2001'de gerçekleşen saldırılarla farklı bir noktaya evrildi. Genetik müdahalelerin yapıldığı birer laboratuvar gibi işleyen sözde stratejik düşünce kuruluşlarında yaratılıp dünyanın başına bela edilen terör grupları yavaş yavaş kendilerine biçilen rolleri oynamayı reddetmeye başladılar. Böylece terör belası, ortaya çıktığı fakir, güçsüz, politik olarak dengesiz toprakların dışına taşmaya ve şehirlerin ortasında can almaya başladı.

Uluslararası politikaya yön vermek için terörü kullanan ve çeşitli grupları eğitip silahlandırarak adeta bir 'Frankenstein' yaratan odakların bu süreçte öngöremediği pek çok şey oldu. Her şeyden önce dünyanın giderek küçüldüğü, iletişim olanaklarının hızla geliştiği bu dünyada serseri mayınlar gibi ortalığa saçılan bu grupları denetim altında tutabileceklerine inandılar. Oysa belli bir noktadan sonra sofistike silahlara ve güçlü finansman kaynaklarına erişimleri sağlanan bu grupların kendi politik yahut ideolojik ajandalarının peşinden gitmeleri söz konusu oldu. Gelişen teknolojiyi ve iletişim olanaklarını kendi ajandalarına uyarlamayı çok iyi beceren, eylem planlarını sosyal medya üzerinden yapan, bombaları cep telefonu ile patlatan, eylem alanlarını Googleearth üzerinden ezberleyen ve takip-izleme prosedürlerini rahatlıkla atlatan karmaşık yapılar ortaya çıktı. 13 Kasım 2015'te Paris'te gerçekleşen saldırıları yapanların iletişimlerini PlayStation üzerinden gerçekleştirdikleri ortaya çıktığında polisiye tedbirlerle savuşturulamayacak devasa bir tehdidin varlığı bir kez daha anlaşılmış oldu.

Bu tehditle olağanüstü hal ilan ederek ve askerlerini sokağa indirerek mücadele etmeye çalışan bir Avrupa görüntüsü karşısında herkes şaşkın olsa da söz konusu tehdidin yakın zamanda ortadan kalkmayacağı meydanda. Ele geçirdikleri silahlarla sarsıcı eylemler yapan ve modern dünyanın belki de 'aşil topuğu' sayılabilecek kentleri başlıca eylem sahası olarak görmeye başlayan terör gruplarının 20 Kasım 2015'te Mali'de tekrar sahne alarak kanlı eylemlere girişmesi bu gerçeğin acı bir göstergesinden başka bir şey değil.

Terör döngüsü duracak mı?

Başlayan bu döngünün yakın zamanda duracağına dair yapılan yorumlar maalesef karamsar. Kentlerin güvenliğinin ciddi şekilde tartışıldığı günleri yaşıyoruz. Bunca insanın öldüğü ve şehirlerin artık güvenli olmaktan çıkmaya başladığı bu ortamın sorumluları arasında dünyanın en gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerinin üyeleri de bulunuyor. Açıkça dile getirilmiş ve hiçbir itirazla karşılaşmamış böylesi bir gerçek karşımızda dururken, bununla mücadele etmek için kullanılan yöntemlerin de gerçekçilikten ne kadar uzak olduğunu görüyoruz. Özellikle Batılı politikacıların, kısa vadeli politik kazançlar için 'İslamcı terör' kılıfının arkasına saklandıklarına ve terörü yaratan nedenleri görmezden geldiklerine şahitlik ediyoruz. Diğer taraftan güvenlik-özgürlük dengesini hiçe sayan uygulamalarla Batı ile özdeş olduğu iddia edilen değerlerin kolayca berhava edilişini, bunların sonucunda tüm dünyada hızla yükselişe geçen aşırı sağcılığı ve sosyal hayata darbe vuran İslamofobik saldırıları izliyoruz. Oysa örneğin DAİŞ'e kimlerin silah sattığını yahut DAİŞ'in en önemli finansman kaynağı olan ve günde 2.5 milyon dolar gelir elde ettiği kaçak petrol satışını hangi ülkelere yaptığını konuşmuyoruz.

İçinde yaşadığımız şehirlerde ölüm kol gezerken ve sosyal hayat yavaş yavaş çatırdarken bu türden ikiyüzlü politikaların neden prim yaptığının anlaşılması gerekiyor. Aksi halde karşımıza çıkacak 'cesur yeni Avrupa'nın tüm dünyayı peşinden sürükleyeceğine şüphe yok.
BİZE ULAŞIN