Birol Biçer: İnsan değildiler!

İnsan değildiler!
Giriş Tarihi: 3.2.2015 18:23 Son Güncelleme: 17.2.2015 14:56
Birol Biçer SAYI:10Şubat 2015
28 Şubat, insanların ikiyüzlülüklere zorlandığı bir ‘cadı avı’ süreciydi. Onun için bir insan olarak o dönemi ve o dönemin jakoben aktörlerini, hala tiksintiyle anıyorum… Ne zaman kafamda 28 Şubat dönemiyle ilgili hatıralar canlansa, onlarla beraber gözümün önüne bir film afişi gelir. 1980'li yıllara ait, serseriliklerini şiddet ve canavarlığa dönüştüren Amerikalı lise öğrencilerini anlatan bir film: İnsan Değildiler. Ön yargılı, uzlaşmaz tutumları, inatçılıkları, jakoben tavırları ve yaftacılıklarıyla pek çoğu zihnime kazınmış olan 28 Şubat'ın hemen her kesimden öne çıkan aktörlerine dair her imge zihnimde kaçınılmaz olarak bu filmin Türkçeleştirilmiş adını yankılandırır: "İnsan değildiler." Ve tabii ki afişin tepesine yazılmış alt başlığını: "Biz istikbaliz… Ve bizi kimse durduramaz."

Sosyal yapımızda kolay kolay tamir edilemeyecek bir travma yaratan bu utanç devrinin, zembereğinden boşalmışçasına ve pervasızca öfke kusarak at koşturan simaları hakkındaki görüşlerimi olsa olsa bu filmin afişi ve alt başlığı özetleyebilir hâlâ. "Topyekûn temizlik" sloganlarıyla yola çıkan, "Bu süreç bin yıl sürecek" diyerek hukuku ve evrensel değerleri ayaklar altına alan bu güruh, o zamana kadar hayatının tamamını laik ortamlarda geçirmiş, Türkiye'nin Batı'ya açılan penceresi olarak anılan bir eğitim kurumunda laik ve Batılı bir eğitim almış ve onların çok hayran oldukları Avrupa'nın en medeni yerlerinde yaşamış olan bana göre kendilerinin istikbal olduklarını, kimse tarafından durdurulamayacaklarını düşünüyorlardı ve 'insan değildiler'.

Her insan görünenin insan olmadığını, insanlıktan nasibinin bulunmadığını toplum olarak hepimize öğreten bu dönemde Kemal Alemdaroğlu, Nur Serter ve benzeri kafadaki -bilim insanı diyemiyorum- öğretim görevlilerinin hâkimiyet kurduğu İstanbul Üniversitesi'nde Hukuk Fakültesi'ne devam eden uzatmalı bir öğrenciydim. Bilime en büyük katkıları 'ikna odaları'nı icat etmek olan 28 Şubat'la özdeşleşmiş bu simaların ve muadillerinin o dönem hâkimiyet kurduğu, kariyer yaptığı bu üniversitede Alemdaroğlu, Serter ve benzerlerinin 'çağdaşlık, laiklik' gibi kavramların ardına saklanarak aslında 'diplomalı sığırlar' yetiştirmek niyetinde olduklarına dair edindiğim intiba halen değişmiş değil. Aynı dönemin daha üst düzey askerî-bürokratik-siyasi 28 Şubat aktörlerinin ise böyle bir dertleri bile olmadığını düşünüyorum. Onların diploma beklentisi de yoktu, vatandaşların sadece sığır ya da koyun gibi olmasını yeterli görüyorlardı belli ki.

Yönetiminde bulundukları üniversitede hak ederek buraya gelmiş öğrencilere eğitim imkânları sunmakla görevli olan bu insanlar, saçı sakalı uzun diye erkeklerin, başı örtülü diye kızların eğitim haklarını engellemeyi vazife edindikleri gibi bu gençlerin yetişkin birer birey oldukları gerçeğini de hiçe sayıp ülkede estirilen antidemokratik vesayet rüzgârını arkalarına alarak akıllarınca onları kendi 'doğru yol'larına yönlendirmeye, 'ikna' etmeye çalışıyorlardı. Tehditler, tahditler ve baskılarla… Hukuk fakültesini birincilikle bitirmesine rağmen başı örtülü olduğu için mesleğini icra etmesine izin verilmeyenlerin çıktığı bir dönemden bahsediyoruz. Aslında toplumumuzun büyük kesiminde yer etmiş olan insanın birey olma hakkını tanımama ve kişiye birey olma şansı tanımama hastalığının en bariz örneğini kitlesel olarak 28 Şubat aktörlerinin uygulamalarında net olarak gördüğümü söyleyebilirim.

Üniversite kapılarından genç kızların nasıl geri çevrildiklerine erkek öğrenciler olarak şahit olurken yapabildiğimiz tek şey kimi zaman onların üniversite önünde dikilişlerine dekor olarak katkıda bulunmaktı. Bu ortamın karanlık ikliminde bir meslek okulu olarak değil, evrensel bilgilere kanat açacağımı düşündüğüm bir yer olarak gördüğüm üniversiteden de, cevap veremedikleri sorulara "Olmaz efendim öyle şey" diyen hukuk hocalarından da, bilimden çok ideolojinin üstelik çok sakil bir ideolojinin koridorlarında tur attığı, kürsülerinde kariyer yaptığı akademik hayattan da sonsuza dek soğumuş oldum. Dışarıdaki hukuk timsalleri ise hiç de daha iyi değillerdi. Nuh Mete Yükseller, Vural Savaşlar, sonrasında Yekta Güngör Özdenler vs… O zaman babamın sık sık haklı olarak söylediği gibi diplomalı bir 'sığır' olmamaya karar verdim; zaten ısınamadığım o işe temelli bir son verdim.

O dönem pek çok kız öğrencinin başını açarak inancına ters düşmek pahasına eğitimine devam etmekle, başını açmayıp eğitimin ve mesleki hayatın dışında kalmak arasında zorlu bir ikilemle karşılaştığını hem çevremdeki hem de ailemdeki örneklerden yakinen gördüm. Bunlar arasında orta yolu bulduklarını düşünenlerse yapay oldukları ilk bakışta anlaşılan peruklarla okullarına devam etme yoluna yöneldiler. Bu üç yoldan hangisi tercih edilirse edilsin o gençlerde bir kırılma, incinme ve güvensizliğe yol açmaması imkânsız gibiydi. Bilemiyorum; bunu en iyi onlar bilir. Bildiğim şey şu ki; Alemdaroğlu, Serter ve örneklerinin 'ikna' yoluyla insanların eğitim haklarını gasp etme mücadelesi verdiği bu dönemde 28 Şubat'ın üniversite ayağının belki de en büyük yararı peruk satıcılarına oldu. O sıralar peruk satışlarında belirgin bir patlama yaşandı. O dönemde kendi ülkesinde sınavda başarılı olduğu halde üniversiteye alınmayan kızlardan ailesi hali vakti yerinde olanlar Amerika, Almanya ya da Avusturya gibi ülkelere gitmekte buldular çareyi. Mağdurların çokluğu yüzünden bu durumun bir yurt dışında okuma furyası haline dönüşmesi kaçınılmazdı.

28 Şubat'ın patlama yaptırdığı bir diğer alan ise geleneksel sanatlar oldu. O sıralar yeni yeni yaygınlaşmaya başlayan geleneksel sanatlar kurslarında bir ebru hocası olarak, başörtüsü mağduru yüzlerce genç kızın okullarından ve mesleklerinden umutları kesildiği için akın akın bu kurslara yazılarak hayata tutunmaya çalıştıklarına şahit oldum. Kurslarda onlarca başörtülü talebenin yanı sıra sözde kursiyer olan sivil polislere de ebru sanatının inceliklerini öğretmek durumunda kaldım. 28 Şubat'ın her musibet gibi faydaları da oldu… 28 Şubat sayesinde geçmişte hiç olmadığı kadar hanım hattat, müzehhibe, minyatürist, ebruzen, neyzen ve katı sanatçısı yetişti. Ancak buna sebep olanlara asla müteşekkir değilim. Bugün net olarak görüyorum ki, günümüzde her fırsatta depreştirilen toplumu kamplara bölme ve bu kamplar arasındaki fay hatlarını keskinleştirme çabalarının tohumları tek parti döneminden sonra en etkin şekilde o dönemde atıldı. O günden sonra geçmişte hiç olmadığı kadar, kadınlar başörtülü kadın-başörtüsüz kadın, erkeklerse sakallı erkek-sakalsız erkek olarak kategorize edilmeye başlandılar. İnsanlar artık sadece insan olamıyordu. Sürecin bulaşıcı yaftalama mekanizması onları laik-dinci, çağdaş-mürteci ve benzeri kategorilere göre kaçınılmaz şekilde etiketler olmuştu. Bu mekanizmanın baş aktörlüğünü kimselere bırakmayan medyanın ana akım yaftacıları 28 Şubat generallerinden ve bürokratlarından aldıkları ivme ile bizi toplum olarak onarılmaz fay kırıklarına sürüklerken en az bugünkü ikiyüzlülükleri ve sahtelikleri karşısındaki kadar tiksindiriyordu. Bir gazeteci değil de okur olduğum günlerde bugün sivil toplumcu demokrasi havarisi kesilen Ertuğrul Özköklerin, Fatih Çekirgelerin ve tabii ki diğerlerinin gazetelerinin kapılarını postmodern diktatörlere nasıl sonuna kadar açtıklarını hatta kraldan çok kralcı kesilerek toplum mühendisliği misyonlarına nasıl hizmet ettiklerini tiksintiyle hatırlarım.

Dindar oldukları ya da eşleri tesettürlü olduğu için (ya da sırf birisi öyle ihbar ettiği için) askerlik görevinden atılanların kanıksandığı, tesettürlü kadınların bazen hastanelere bile alınmadığı bu dönemde subaylık yapan inançlı bir tanıdığım, görev yaptığı karargâhta 'dinci' olarak fişlenmemek için yasak olmasına rağmen dolabında bir şişe içki bulundurduğunu ve bunun mimlenmeye karşı sigortası olduğunu anlatmıştı. İşte 28 Şubat insanların böyle ikiyüzlülüklere zorlandığı bir 'cadı avı' süreci oldu aynı zamanda. Onun için bir insan olarak o dönemi ve dönemin jakoben aktörlerini, çanak tutucularını ve yardakçılarını hâlâ tiksintiyle anıyorum.

Ancak zamanla şunları da gördüm: Meslek hayatının da katkısıyla 28 Şubat jakobenlerinin iş dünyasında, eğitimde, basında ya da diplomaside hatta hayır işlerindeki örneklerinin hiç de az olmadığını mesela… 28 Şubat sürecinde kendi toplumlarının büyük bir kısmının inancını, değerlerini, kişiliğini hiçe sayan ve onları topyekûn cahil cühela topluluğuna indirgeyen, en bariz insan haklarını hiçe sayarak tüm topluma özellikle başörtülü kadınlar ve dindarlar üzerinden ayar vermeye çalışan asker, sivil, bürokrat, hukukçu, gazeteci, yazar ya da çeyrek aydınların sadece 28 Şubatçılar arasında bulunmadığını da gördüm. Sağcı, solcu, komünist, ulusalcı, laik, Kürtçü, muhafazakâr, dindar ya da liberal kesimlerde de 28 Şubatçıların muadillerinin hiç de az olmadığını gördüm. Bunca zamanda gözlemlediğim şuydu ki; tüm bu insanların modelleri farklıydı belki ama hamurları, mayaları, kumaşları birdi. Bence onlar 'insan değildiler' ve benim koyun ya da sığır olmaya hiç niyetim yoktu.

BİZE ULAŞIN