Remzi Kopar: Yargılanmadan suçlu bulunanlar

Yargılanmadan suçlu bulunanlar
Giriş Tarihi: 3.02.2015 18:30 Son Güncelleme: 24.02.2015 13:45
Remzi Kopar SAYI:10Şubat 2015
Genelkurmay Başkanlığı o süreçte, gerekirse silah bile kullanırız diyordu. Bu yüzden orduda inançlı subay ve astsubayların olmasını istemediler. Seksenli yıllarda orduya girmiş binlerce subay ve astsubay, görev yaptıkları yıllar içerisinde namaz kıldıkları için irticacı olarak fişlendiler. Eşlerinin başörtülü olması da onları büyük bir tehdit haline getiriyordu. Birçoğu 90'larda, emekliliklerine çok az bir zaman kala 'disiplinsizlik' gerekçesiyle TSK'dan ihraç edildi. Askerî mahkemede hiçbir yargılama yapılmadan, Yüksek Askeri Şura kararlarıyla ihraç edildiler, çünkü Şura kararları yargı denetimine kapalıydı. Böylece, herhangi bir suç unsuru, disiplinsiz olduklarına dair bir delil olmadan ordudan atılan subay ve astsubayların haklarını aramaları da engellenmiş oluyordu. Süreç yargıya intikal ederse, suçsuzlukları anlaşılacak, disiplinsiz olmadıkları ortaya çıkacaktı.

Hepsi görev yaptıkları yerlerde en önde olan, en dikkat çekici başarılara imza atan, en çalışkan askerlerdi. Madalyaları, takdirnameleri vardı. Kimisi başarılarından ötürü erken terfi almıştı. Her zaman en zorlu yerlerde görev yaptılar, Doğu ve Güneydoğu'da operasyonlara gönderildiler. Peygamber ocağı olarak gördükleri orduyu canlarından çok seviyorlardı. Fakat görev yaptıkları yerlerde dışlandılar, tecrit edildiler, hakaretlere, aşağılamalara maruz kaldılar. Çünkü namaz kılıyorlar, içki içmiyorlardı. Eğlence gecelerine katılmıyorlar, usulsüz uygulamalara karşı çıkıyorlardı. Belki de en önemli suçları, eşlerinin başörtülü olmasıydı. En tehlikeli, en zorlu görevlere gönderildikleri halde yılmıyorlar, en üstün başarıyı sergiliyorlardı. Buna rağmen hak ettiklerini hiçbir zaman alamadılar. Fişlemeler, asılsız ihbar mektupları, delilsiz suçlamalar ve psikolojik baskılarla hayatları gittikçe zorlaştı. 28 Şubat sürecindeki hukuksuz uygulamalar sonucu ordudan atılan askerlerle Adaleti Savunanlar Derneği'nde (ASDER) bir araya geldik. Reşat Fidan, Nejat Özden, Vehbi Kara ve Faruk Altunbay, Türk Silahlı Kuvvetleri'ndeki günlerini, yapılan baskıları, 28 Şubat sürecini anlattılar: TSK'dan neden atıldılar? Neden mahkeme yoluyla değil de YAŞ kararıyla ihraç edildiler? Kendilerinden istenen neydi? Hangi haklarını geri kazandılar, hangileri için mücadele ediyorlar?

Eşim başörtülü, başka suçum yok

1996 yılında YAŞ kararıyla ordudan ihraç edilen Deniz Yüzbaşı Vehbi Kara, o günleri şöyle anlatıyor: "Din ve vicdan özgürlüğüne aykırı her muameleyi yaptılar. Atıldıktan sonra da bu baskılar devam etti. Kemalistler, orduyu ahlaki yönden alt üst ettiler. Bugün Fettullahçıların yaptığı adam kayırma, adaletsiz muamele, kendi yandaşlarını üst noktalara terfi ettirme gibi işlemler 28 Şubatçılar tarafından aynı şekilde yapılıyordu. İkisi de birbirinin benzeridir. İrticanın üzerine gidiyoruz diye her türlü fenalığı yaptılar, işkenceyi yaptılar, sivil hayatta da peşimizi bırakmadılar, işimize son verdirdiler. Recep Tayyip Erdoğan zamanında İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde müdür yardımcısı olarak işe başladım. Birkaç yıl sonra, Ali Müfit Gürtuna zamanında benim ve 30 kişinin daha işine son verildi. Sen ordudan atılmışsın, memuriyet yapamazsın denildi. Hâlbuki Devlet Personel Başkanlığı'nca, Yüksek Askeri Şura kararıyla ordudan atılanlar memuriyet yapabilir deniliyordu. Fakat Gürtuna baskıya boyun eğdi. O günlerde gazeteler "Gürtuna irticacıları temizledi" diye manşetler attı. Sonra biz mahkemeye gittik ve mahkemeyi kazandık. Ardından bizi Danıştay'a verdiler ve Danıştay 30 tane mahkeme kararını bozdu. Ben üç kere kamudan atıldım. Niye? Askeriyede irticai faaliyetlerde bulunduğum gerekçesiyle. Neydi bu faaliyetler? Eşim başörtülüydü. Başka bir suçum yok."

Disiplinsiz olsak suç işlerdik

Emekliliğine 16 gün kala ordudan atılan Reşat Fidan: "Subay ve astsubayların eşlerinin ve 12 yaşından büyük kız çocuklarının fotoğraflarını istediler. Bunları fişleyerek, başörtülü olanların başlarını açmasını istediler. Bazı arkadaşlar eşlerinin başını açtılar. Eşleri başını açmayanlara aşırı dinci damgası vuruldu. Baskılar, hakaretler oldu. Yaklaşık 1600 subay ve astsubayı çeşitli periyotlarla Yüksek Askeri Şura kararıyla ihraç ettiler. Sebebi ise, YAŞ kararlarının denetime kapalı olmasıydı. Yani bir mahkemeye başvurarak hakkınızı da arayamıyorsunuz. Dışarıya gidiyorsunuz, özel sektöre ve kamuya diyor ki, bunları işe almayacaksınız. Ve bunlar öyle pişman olacaklar ki, 'Biz niye böyle yaptık? Keşke onların istediği şekilde bir yaşantı içine girseydik de askeriyede kalsaydık' diyecekler. Bunu yapmaya çalıştılar."

Fidan, ordudan disiplinsiz oldukları gerekçesiyle atılan askerlerin özel silah eğitimi aldıklarını, içlerinde bomba imha uzmanlarının, pilotların, tankçıların, topçuların olduğunu ve bir araya geldiklerinde çok büyük olaylar gerçekleştirebileceklerini, ancak en küçük bir adi suça bile karışmadıklarını söylüyor. "Eğer bunlar disiplinsiz olsalardı, bu tür olayların içerisinde olmaları gerekirdi" diyen Fidan, dindar askerlerin görevlerini hiçbir zaman aksatmadıklarını da vurguluyor. "Silahlı Kuvvetler'den ilişiğimizi kesmeyi gerektirecek herhangi bir suç işleme durumumuz asla söz konusu değil. Zaten onun için YAŞ'la atıyorlar. Herhangi bir suç olsaydı, askerî mahkemeye vererek atarlardı."

Mahkeme kararına rağmen ikinci kez atıldım

Astsubay Faruk Altunbay ise, TSK'da görev yaptığı süre içerisinde gördüğü baskıları ve ordudan iki kere atılışının trajikomik hikâyesini şöyle anlatıyor: "82 yılında göreve başladığımdan itibaren Silahlı Kuvvetler'in hep dinî inançlar üzerindeki baskısını gördüm. Her görev yaptığım yerde inançlarımdan dolayı ceza aldım. 15 yılım böyle geçti. Bu baskılar bazen öyle noktalara vardı ki, bizlere hayali suçlar uydurdular, cezalar verdiler. Fakat bunlar askerî mahkemeye intikal edecek suçlamalar değildi. O dönemde bir istihbarat subayı bana Kolordu Komutanı'nın benim dosyamı incelediğini ve "bu atılırsa geri gelir, buna suç uydurun" dediğini anlattı. Bu baskılardan dolayı psikiyatri tedavisine başladım. Tedavi aşamasında Savunma Bakanlığı beni irticai faaliyet suçlamasıyla ordudan attı. Ben de Bakanlığı mahkemeye verdim ve mahkeme beni suçsuz olduğum gerekçesiyle göreve geri gönderdi. Göreve başladıktan 10 gün sonra Yüksek Askeri Şura'da, mahkeme kararına rağmen aynı gerekçelerle tekrar atıldım. Şura kararını mahkemeye veremediğim için de geri dönemedim."

Gülen örgütünün önü açıldı


1997 yılında Bölük Komutanı iken YAŞ kararıyla ihraç edilen Nejat Özden: "Bugün nasıl algı operasyonlarıyla insanlar fişlenmişse, dinlenmişse, birtakım uydurma deliller oluşturulmuşsa, o gün de aynıları yapıldı. Düzmece deliller oluşturuldu. Kimisine çarşaflı görüntü montajları yapıldı. Kimisine cübbeli montajlar yapıldı. Kimisine birtakım gruplarla bağlantılı olduğu suçlamaları yapıldı. İrtica diye bir paranoya oluşturarak devletin bütün kademelerine mesaj gönderdiler. PKK'dan daha tehlikeli olduğunu söylediler. İrticanın tanımlamasını da kendileri yaptılar. Namaz kılıyorsan irticacısın. Önce etiketlediler, sonra da arkasını doldurdular. Baloya katılmıyorsan irtica, başörtüsü irtica, namaz irtica..."
1987 yılında Harp Okulu'nda okurken, Milliyet ve Hürriyet gazetelerinin "Gülen askeri okulları ele geçirdi" şeklinde manşetler atması üzerine dindar, açıktan namaz kılan öğrencilerin üzerine gidilmeye başlandığını ve bu süreçte bir ay hapis yattığını anlatan Özden, o süreci şöyle anlatıyor: "Soruşturma geçirdik, bir ay hapis yattım. Hapis yatanlar içinde Gülenciler de vardı. Sonra bizler aklandık, ilginçtir, bu arkadaşlar da aklandılar. Fakat geçen süre içerisinde bizler ciddi bir şekilde baskı görüp Silahlı Kuvvetler'den ihraç edilirken, bu arkadaşlardan bazılarının enteresan bir şekilde önleri açıldı. Kurmay oldular, alay komutanlıkları yaptılar, şimdi de Silahlı Kuvvetler'de çok etkin noktalarda general olarak görev yapıyorlar. Benim devre arkadaşlarım."

Bir gün atılacağımızı biliyorduk

Faruk Altunbay: "Görev yaparken, bir gün atılacağımızı biliyorduk. Yarın atılacak mıyız diye endişe ediyorduk. Bu yüzden ne taksite girebiliyorsun ne yatırım yapabiliyorsun. Yarın atılırsam nasıl ödeyeceğim? Hayatım boyunca telefonlardan hep ürkmüşümdür. Bir telefon gelecek şimdi, hadi sen gidiyorsun diyecekler. Böyle bir psikolojiyle yaşıyorsunuz ve yarınınız belli değil. Bazı komutanlar bize açık açık "yarın ihtilal olursa ne yapacaksınız, safınız ne?" diye soruyorlardı. Uydurma belgelerle tecrit edilmişsin. Kimse seninle konuşmak, senin yanında görünmek istemiyor. Son zamanlarda artık görev yaptığım yerde subay astsubay toplantılarına beni çağırmıyorlardı. Tecrit o noktalara gelmişti. Mahkemeye veriyorlar, "Aşırı dincidir, Atatürk düşmanıdır" diye de komutan kanaati kullanılıyor. Yani bir suç atılıyor, sonra da buna göre işlem yapın diye o bilgiler ekleniyor. Normal bir suçla da mahkemeye gitmiyorsunuz, ilaveler yapıyorlar.

Davanız yüzünden herkes etrafınızdan kaçmış. Seni seven bile sana selam veremiyor, başı belaya girer diye korkuyor. Seninle aynı düşünüp de senin gibi tavır koyamayanlar da senden uzak duruyor. 15 sene böyle yaşadık. Bu durum evine, eşine, çocuğuna yansıyor. Birliğe gidiyorsun, selam veren arkadaşın yok. Eve geliyorsun, komşuluk yapamıyorsun. Çocukların dışarda diğer çocuklarla arkadaşlık yapamıyor. Ne kadar başarılı olursanız olun sicil alamıyorsunuz.

Komutan size tavır almışsa, alttaki bütün personel de size tavır alıyor. Bazı arkadaşlar gelip açık açık "topluluk içinde bana selam verme" diyorlardı. Malzemeye ihtiyacın oluyor, alamıyorsun. Diyelim ki siz başarı gösteriyorsunuz, iyi sicil vermiyorlar. Komutanlar, "dosyanda irticai faaliyet yaptığın yazıyor, sana iyi sicil veremem" diyorlardı. Fakat diğer yandan, ihtiyaç olduğunda da sizden yardım istiyorlar. Bir dönem taburda intihar vakaları artmıştı, Tabur Komutanı bana "Faruk, askerlere biraz dinî telkinde bulunsana" dedi bana. Hem başı sıkıştığında dinî sohbet vermemi istiyor, hem de irticai faaliyet sınıfına sokuyor."

Dindar subaylara casus muamelesi yaptılar

Nejat Özden, EMASYA planları kapsamında, olası bir askerî darbe durumunda irticacı diye fişlenen askerlerin adeta casus muamelesi görerek tutuklanmalarının istendiğini anlatıyor: "Yaptıkları darbede kendilerine engel teşkil edebilecek, verilen emirleri uygularken sorgulayacak inançlı kadrolar onlar için en büyük tehditti. Çünkü sana örneğin bulunduğun yerde bir din adamını gerekçesiz şekilde tutuklama görevi verecek, sen yapmayacaksın. Bu kadroların tasfiye edilme gerekçelerinin başında bu geliyor. Genelkurmay Başkanlığı o süreçte, gerekirse silah bile kullanırız diyordu. Bu yüzden orduda inançlı subay ve astsubayların olmasını istemediler. Karargâhlara gönderilen EMASYA planlarının içerisinde darbe durumunda 'yeşil' personele uygulanacak olan prosedürden bahsediliyordu. Hemen derdest edilir, uygun bir şekilde gereği yapılır deniliyordu. Yani silahına el koyacak, tutuklayacak. Verilen emri hukuki olup olmadığına bakmadan uygulayan, kendi değerlerinden kendi inançlarından bihaber olarak verilen emri sorgulamayan bir yapıda olunmasını istiyorlardı. Bu amaca hizmet ediyorsan, senin namaz kılıp kılmaman çok da önemli değil. Ama eğer sen yanlışa hayır diyorsan, o zaman senin kontrol altına alınman lazım. Hiçbir delile, belgeye ihtiyaç duymadan subay ve astsubayları fişleyerek, hayali suçlar üreterek, zaman zaman TSK'daki mevcut hiyerarşik sistemin dışına çıkarak asıl disiplinsizliği Silahlı Kuvvetler içindeki darbeciler yapmıştı."

O günlerde bütün baskılara rağmen darbecilerin hesap verecekleri günleri görmek için dua ettiklerini söyleyen Özden, "Silahlı Kuvvetler Peygamber ocağıdır. Bu özelliği hiçbir darbe ortadan kaldıramaz. Darbeciler inanmıyorlar belki Peygamber ocağı olduğuna ama yine de Peygamber ocağıydı. Biz öyle görüyorduk. Buranın asıl sahibi biziz, onlar gelip geçici gözüyle bakıyorduk. Bin yıl sürecek dediler, on yıl bile sürmedi. Çok şükür o günlerin hesabı soruluyor. Hiçbir şeyin hesapsız kalmayacağı böylece ortaya çıkmış oluyor."

PKK iş teklif etti, hırsızlık yapmak üzereydim

Faruk Altunbay: "Kars'ta görev yaparken, Tabur Komutanı bir gün beni görevden alacaklarını söyledi. "Niye?" diye sordum, "irticayla ilgili emirler geliyor, seninle gereğini yapamıyorum" dedi. Ne yapacağımı sordum, "sen operasyonlara katılacaksın" dedi. Yani ben karargâhta tehlikeliyim, PKK operasyonlarında istenen adamım. Seni cepheye sürüyor ama karargâhta tehlikeli görüyor. Bulunduğunuz yerde adamların ahlaki bozukluğuna çomak sokuyorsunuz. Bakıyor, bu işimize yaramaz diyor. Niye? Bu diyor dansöz oynatmaz, geceye katılmaz, rüşvet yemez. Tabur Komutanı bir gün 'Sen namazını da kıl ama içkini de iç, bizim gecemize katıl. Senin namazına bir şey demiyoruz' dedi. Bunu istiyorlar."

Sivil hayatta da zorlukların peşini bırakmadığını söyleyen Altunbay, yıllarca iş bulamadığını, her kapının yüzüne kapandığını ve bu süreçte PKK'dan iş teklifi aldığını söylüyor: "Yıllarca iş bulamadım. O dönemde PKK bana iş teklif etti. "Hazır yetişmiş elemansınız, gelin bize katılın" dediler. Kimseye derdini anlatamıyorsun. En yakınındaki adam bile, ordudan atıldığına göre yapmıştır bir şey diyor. Kimisi de sana mı kalmıştı namaz kılmak diyor. Bu arada çocuklarımız okullarda sıkıntı yaşadılar. Psikolojileri etkilendi. İslami camiadan bazı kişiler de "rahat dursaydınız atılmazdınız" dediler. 5-6 yıl işsiz kaldım, hırsızlığın kenarından döndüm. Bir gün bir arkadaşımın yanındaydım, akşam eve gideceğim ama param yok. Evde dört çocuk var, cepte para yok, yarın da ne olacağı belli değil. Masadaki kalemlikte 5 lira vardı. 4-5 ekmek alınabiliyordu. Alayım mı almayayım mı diye epey mücadele ettim ve almadım. Böyle imtihanlardan geçtik."

Hangi haklar alındı? Neler talep ediliyor?

ASDER Genel Sekreteri Reşat Fidan: Ordudan atılan kişiler bir araya gelerek 2000 yılında ASDER (Adaleti Savunanlar Derneği) adlı bir dernek kurdular. ASDER çeşitli yayınlar ve raporlar hazırlayarak bu süreçte yapılanları kamuoyuna ve siyasilere anlatmaya çalıştı. 2010 yılında anayasa değişikliğiyle beraber YAŞ kararları yargı denetimine dahil edildi. Bu süreçte haklarını almak için dava açanlar sonuç alamadı. Bunun üzerine 2011 yılında 6191 sayılı yasa çıktı. Bu yasa ile arkadaşlarımız haklarının bir kısmını aldılar. Birincisi; ayrıldığı tarihten yasanın çıktığı tarihe kadar kamu kurumunda çalışmış gibi sosyal güvenlik primlerini yatırdılar. İkincisi; ayrıldıkları tarihteki rütbeleri üzerinden kimlik kartı verildi. Arzu edenlere beylik silahlarını alma hakkı tanındı. Bir de daha önce, aslında yasal olmadığı halde emirle yeşil pasaport almaları engelleniyordu. Şu anda yeşil pasaportlarını da alabiliyorlar. Birçoklarının psikolojileri bozuldu, aç kalanlar, depresyona girenler, intihar edenler, borçlanan ve borcunu ödeyemeyenler oldu. Böyle bir dönem yaşandı. Bu tür davalarda geriye dönüş söz konusu olduğunda, bu aradaki çalışılmamış sürelerle ilgili tazminat olarak ödeme yapılır. Bizde böyle bir durum söz konusu olmadı. Dışardaki arkadaşlarımız hâlâ yaralarını saramadılar. Arkadaşların yarıya yakını araştırmacı kadrosuyla kamu kurum ve kuruluşlarında çalışmaya başladılar fakat hâlâ borçlarını kapatamadılar. Bu tazminata ihtiyaçları var. Hukuki olarak da, yapılan yanlıştan dolayı aradaki çalışılmayan sürelerin hakkının tazminat olarak verilmesi gerekir. Ayrıca, kendi emsalleri hangi rütbeye gelmişse o rütbeden kimlik kartı verilmesi gerekir. Kendi emsalleri OYAK ikramiyelerini aldılar. Emsalleri gibi o ikramiyeleri de almaları gerekir. Bunların haricinde, altı yıl 90 ve üzeri sicil alan astsubayların birinci dereceye yükselmesi gerekir, bu konuda yasa değişikliği teklifi verilmiştir. İade-i itibar verildiği halde verilmeyen diğer haklar ile ilgili çalışmalar devam etmektedir.

BİZE ULAŞIN