1938 yılında, Büyük Buhran'ın etkileri Amerikan halkı tarafından hâlen hissediliyor, devlet kurumlarına karşı baş gösteren güvensizlik devam ediyordu ve ikinci bir dünya savaşı kapıdaydı. Dünya dışından gelmiş ama orta-Amerika çiftliklerinin has çocuğu, insanüstü güçlere sahip ama en sıradan insandan bile daha mütevazı Süpermen mavi taytı ve kırmızı pelerini ile bu ortamda doğdu. İlk çizgi roman kahramanı sayılabilecek Süpermen, 'hakikati, adaleti ve Amerikan adetlerini korumak' için verilen hiç bitmeyecek bir mücadelenin yılmaz savunucusuydu. Amerikalıların oğullarının, komşularının oğullarının ve başkanlarının olmasını diledikleri her şeydi: iyilik ve doğruluk timsali, olağanüstü güçlü ama aklı başında ve uçsa bile ayakları yere basan, ilk süper kahraman. Bir adım daha ileri gidersek, Süpermen, Amerikan vatandaşının kendisini ve ülkesini yerel ve uluslararası ölçekte nasıl gördüğü, nasıl görmek istediğiydi. Gündelik hayatında çalışkan ve mütevazı, ihtiyaç anında doğaüstü güçlerle donanmış bu süper kahraman Amerikan Rüyası'nın cisimleşmiş haliydi.
Fakat kısa sürede ortaya çıkacaktı ki, Süpermen'in savunmak için doğduğu hakikat, adalet ve Amerikan adetlerinin işaret ettiği kavramlar içerikleri itibariyle sabit değildi, konjonktüre göre değişebiliyordu. Örneğin, Amerika'nın Avrupa'yı savaşa sürükleyen sorunlardan kendini uzakta tuttuğu zamanlarda Süpermen için hakikati, adaleti ve Amerikan adetlerini korumak bir silah tacirinin Amerika'yı istemediği bir savaşa zorla sokmasını engellemek demekken; özellikle Pearl Harbor'dan sonra, Amerikan ordusuna katılıp Japon generalleri tokatlamak ve fanatik Nazilere hadlerini bildirmek demekti.
İlk süper kahraman Süpermen'in daha birkaç senelikken gösterdiği bu esnek idealizmde de gördüğümüz gibi Amerikan süper kahramanlarını Amerikan politikalarından ayrı değerlendirmek mümkün değil. Süper kahramanların o ya da bu şekilde Amerikan ideallerini güncel siyasete uyduran, hem bu ideallere hem de siyaset eylemlerine -bazen alenen destekleyip bazen de sorgulayarak- meşruluk sağlayan etkili araçlar olduklarını düşünmek çok da yanlış olmaz. Bununla birlikte, süper kahramanların taşıdıkları anlamın yalnızca kasıtlı ve planlı olduğunu zannetmemek gerekir. Süper kahramanların Amerikan toplumu ve devleti tarafından nasıl algılandıklarına baktığımızda, bu hikâyelerin seyirlerinin Amerikan toplumunun seyrinden pek de farklı olmadığını ve süper kahramanların toplumun tutum ve temayüllerine ayna tuttuğunu görürüz. Bu bağlamda süper kahramanların Amerika'nın sıkıntılı ve çalkantılı zamanlarında daha çok gündeme yerleştiği ve kamuoyunu meşgul ettiği gerçeği yadsınamaz. Ekonomik buhran, hantallaşan devlet kurumları, toplumsal sıkıntılar ve savaşın ayak sesleriyle 1930'ların sonu ve 1940'ların başında neşet eden süper kahramanlar -başta Süpermen olmak üzere- çok revaçtaydılar. Süpermen'den bir iki sene sonra ortaya çıkan Kaptan Amerika, ilk çizgi romanının kapağında Hitler'e sumsuraklı bir yumruk geçiriyordu örneğin. 50'li ve 60'lı yıllarda, muhtemelen, savaştan büyük travmalarla dönen gazilerin oradan oraya mavi taytla koşturan süper kahramanlar görmek istememesinden dolayı süper kahramanlara ilgi azalmıştı ve Amerikan hükümeti süper kahramanların gençlerin ahlakını bozduğunu düşünüyordu. Kennedy döneminde ise insanların güvenebileceği bir başkan imajı, Süpermen'in uzatmalı sevgilisi Louis Lane'e bile söylemediği gizli kimliğini John F. Kennedy'ye "İnsan Amerikan başkanına da güvenemezse kime güvenebilir ki?" diyerek itiraf etmesiyle perçinlenmişti. Öte taraftan 1970'lerde ülke Watergate ve benzeri skandallarla sarsılırken süper kahramanların hükümet karşıtı ve devlet kurumlarına karşı güvensizliği vurgulayan söylemleri dikkat çekmeye başlamıştı. Bu güvensizliğin göstergesi olarak bir çizgi romanda Nixon, dünyayı ele geçirmeye çalışan bir şer grubunun kötü elebaşısı olarak gösterilirken Roland Reagan ise bir başka çizgi romanda kovboy bir mumya olarak çizilmişti. Süpermen ve Kaptan Amerika, ya Amerikan tarzını sürdürmeye çalışmanın artık yetmeyeceğini dile getirmiş ya da Amerikan hükümetinin yaptıklarını onaylamadıklarının altını çizmek için Amerikan vatandaşlığından çıkmışlardı. 1990'larda Süpermen, çizgi romanda kısa süre için bile olsa ölmüş, Marvel ise neredeyse iflasın eşiğine gelmiş ve süper kahraman filmleri sadece belirli bir seyirci kitlesine hitap eden tür filmlerine dönüşmüştü. Süper kahramanların yeniden Amerikan kamuoyunun gündemine genele hitap ederek popüler bir şekilde geri dönüşünün 11 Eylül'den sonrasına tekabül etmesi bu açıdan şaşırtıcı değildir. 11 Eylül'le sarsılan toplumun yardımına yine süper kahramanlar koşacaklardır. Öyle ki, 28 Nisan 2005'te zamanın Savunma Bakanı Donald Rumsfeld'in Örümcek Adam ve Kaptan Amerika ile yan yana kameralara poz vermesi gibi acayip sahneler bizi şaşırtmaz. Fotoğraf, Marvel Inc. ile ABD Savunma Bakanlığı arasında imzalanan bir anlaşmayı ilan eden basın toplantısında çekilmiştir. Marvel, Afganistan ve Irak'taki askeri birliklerin moralini yükseltmek için planlanmış bir kampanyaya çizgi roman karakterleri ile katkıda bulunacak, ayrıca bir milyon adet çizgi romanını da söz konusu birliklere bağışlayacaktır. Uzun süren sessizliklerinin arkasından halkın ihtiyacı olduğunda ortaya çıkıp yardıma koşmaları, sonra kendilerine ihtiyaç kalmadığında tekrar ortadan kaybolmaları Amerikan süper kahramanlarının doğasında vardır.
Rumsfeld'in Örümcek Adam ve Kaptan Amerika ile poz vermesi örneğini de dikkate aldığımızda, ırklar, dinler, kültürler ve diller ayrı olsa bile insanların kahramanlara ihtiyacının, kahramanlara karşı duyduğu hayranlık ve benzeşme isteğinin benzer olduğunu görürüz. İşte bu evrensel benzerlikten yola çıkan Joseph Campbell, Türkçeye Kahramanın Sonsuz Yolculuğu ismiyle çevrilmiş eserinde sadece insanların kahramanlara duyduğu ihtiyacın değil, tüm dünya mitolojilerinde bulunan kahramanlık hikâyelerinin 'monomit' olarak tanımladığı ortak bir formül etrafında şekillendiğini ifade etmiştir. Campbell bu meşhur formülünü "Kahraman, günlük hayatın dünyasından doğaüstü mucizelerin bölgesine savrulur. Orada olağanüstü güçlerle karşılaşır ve kesin bir zafer kazanır. Kahraman bu esrarengiz maceradan evine, çevresindeki arkadaşlarına ihsan edebileceği nimetlerle donanmış olarak geri döner." şeklinde özetlemiştir.
Johh Shelton Lawrence ve Robert Jewett, The Myth of the American Superhero isimli kitaplarında Joseph Campbell'ın hikâyeleme motifinden yola çıkarak Amerikan edebiyatındaki kahramanlık öykülerinin 'Amerikan Monomiti' altında toplanabileceğini öne sürmüşlerdi. Buna göre, standart bir Amerikan kahramanı öyküsü şu şekilde gelişmekteydi: Refah ve huzur içinde yaşayan bir topluluk 'kötü' tarafından tehdit edilir. Topluluğun kolluk kuvvetleri ve resmî kurumları bu tehdidi gidermede yetersiz kalırlar. Kendisini düşünmeyen bir (süper) kahraman çıkar, aklını çelmek için önüne sürülenleri reddeder ve topluluğu kurtarmak için gerekli eylemleri yapar. Kaderin de yardımıyla kazandığı kesin zafer, topluluğu bir kez daha önceki tehlikesiz yaşamına geri döndürür. Bunun ardından kahraman yine kayıplara karışır.
Lawrence ve Jewett, Amerikan monomitinin bir topluluğun kurtuluşa erebilmesi için tümüyle tövbe etmesi gerektiğini buyuran Yahudi-Hıristiyan hikâyelerini sekülerleştirdiğini ifade ederler. Bu sekülerleştirme bir yandan kendi nefsini düşünmeyen, hayatını başkaları için feda eden halk ve hak hizmetkârı imajı ile cezbeli imanıyla 'kötü'yü yok eden Haçlı neferini birleştirir. Diğer taraftan da otorite kabul etmez tavrıyla aslında Yahudi-Hıristiyan anlayışının içini boşaltır. Bu boşluğu dengelemek için kahramanlara bahşedilen insanüstü yetenekler, her türlü materyalist gelişime karşı zihinlerden bir türlü silinmeyen bir umudu temsil eder: İnsanlığın, ilahî, salaha erdirici güçlerin varlığına dair duyduğu umudu…
Burada akıllara takılan bir soru da; kendisini dünyanın en büyük demokratik güç modeli olarak lanse eden bir ülkede neden ancak hukuk üstü süper kahramanların kurtarabileceği kadar aciz ve yetersiz demokrasi kurumlarının tasvir edildiğidir. Bu hikâyeler kurumsal streslerin boşaltılması için birer güvenlik valfi görevini mi görür, yoksa hâlihazırda olandan başka bir şeye duyulan hasrete mi işaret ederler?
Amerikan süper kahramanlarında görülen ilgi çekici bir özellik, gelişimin değil statükonun savunucusu olmalarıdır. Toplumun değerleri, toplumun koruyucusu olan kahramanın da değerleridir. Bu, kahramanın kimliğinden öte bir tutumdur. Süper kahramanların hepsi demokrasinin en iyi idare şekli olduğuna, eşitliğe inanırlar. Kendilerini sistemin dışına da koymuş olsalar politik gücü değiştirmek için kanlı bir devrim yapan bir süper kahraman bulamazsınız. Her türlü köleliğe ve bunun modern tezahürlerine prensipte karşıdırlar. Yani bir başka deyişle, süper kahramanlar, Batılı demokrasilerde yaşayan insanların ortak görüşlerinin savunucusudur diyebiliriz. Öte yandan, bu süper kahramanları mesela herhangi bir emek mücadelesinde taraf olarak görmek de çok mümkün değildir.
Richard Reynolds, Super Heroes, a Modern Mythology isimli kitabında 'gündelik ve sıradan'ın insani değerleri kutsallaştıran unsurlar olduklarını ifade eder. Gündelik ve sıradan, dünyayı baştan yapılandırmak isteyen ve sonu gelmeyen kötülüklere karşı soluk almadan tekrar ve tekrar kahramanca savunulmalıdır. Reynolds'a göre süper kahramanın görevi toplumu olduğu gibi muhafaza etmektir, onu yeniden düzenlemek değil. Süper kahramanlar, gerçekleşmiş bir rüyanın, Amerikan Rüyası'nın sonuçlarıdır. Vazifeleri bu sebeple mevcudu muhafaza etmektir. Bu bağlamda, Süpermen'in '20'nci yüzyıl Amerikan monomitik kahramanının en katışıksız örneği' şeklinde tanımlanmasına da şaşmamak gerekir. Uzaylı geçmişine rağmen Kaptan Amerika'dan daha Amerikalı olan Süpermen, sadece sosyoekonomik olarak içinde yaratıldığı bağlama ve Amerikan kahraman mirasına bağlı değildir; aynı zamanda sekülerleştirdiği püriten ahlakının ete kemiğe bürünmüş hâli ve Amerikan tarzının da koruyucusudur.
Süper kahramanların statükoyu korumaya bu kadar düşkün olmalarının temelinde, püriten atalarının Amerika'ya ilk geldiklerinde, kendi sınırları ötesine geçmeyi, başka imkânları reddeden ve kendi sınırları içinde kendi koydukları kanun ve kuralların en iyisi olduğunu varsayan ön kabulleri de yer almaktadır. Günümüzde de şiddetinden hiçbir şey kaybetmeden devam eden bu anlayışın boyutlarını en başta verdiğimiz örneğe geri dönerek daha iyi anlatabiliriz. Rumsfeld'in, New York'un koruyucusu Örümcek Adam'ın ve Birleşik Devletler'in, hatta dünyanın koruyucusu Kaptan Amerika'nın ortasında, onlarla aynı şekilde, ikisinin bileşimi gibi poz vererek durması ABD'nin 11 Eylül saldırılarına ve uluslararası düşmanlara karşı adaletin temininde bir süper kahraman mantığı ile hareket edeceğini gösterir: Bir yanlışı gidermek ve toplumu -eski haline getirerek- düzeltmek için ellerinde yeteri kadar gücü olan kişiler, söz konusu yanlışın ortadan kaldırılmasında başkalarına ve başka bakış açılarına ihtiyaç duymazlar çünkü kendilerine göre en doğru amaçla hareket ettikleri için güçlerini kullanırken hatalı bir yola sapmaları mümkün değildir.
ENES ÇiÇEK KİMDİR?
Edebiyat mezunu. Öğretmenlik yapıyor.