Gündelik yaşantımız içinde bazen çok önemli olayların veya haberlerin önemsenmeden geçiştirildiğine yahut gündemi fazla işgal etmeden unutulup gittiğine şahit oluruz. Karşımıza ilk çıktığında o kadar da önemli görünmeyen, kulağımıza şöyle hafifçe çalınıp geçen bilgiler yahut haberlerdir bunlar. Oysa birbirinden bağımsız görünen bu türden bilgilerin bazen yapbozun önemli bir parçasına tekabül ettiğini herhalde en iyi bilimsel araştırma yapanlar yahut herhangi bir problemin peşinden giden araştırmacılar bilirler.
Geçtiğimiz günlerde ajanslara düşen böylesi bir haber, bu türden bilgilere iyi bir örnek olarak dikkatlerimizi sıyırıp geçti. Haber bültenlerinde kendisine çok az yer bulabilen, gazetelerde de birkaç satırlık metinlerle geçiştirilen haber, Amerika Birleşik Devletleri'nin Kübalı muhalif hip-hop şarkıcılarını ne şekilde finanse ettiği ve onları muhalefeti örgütlemek için nasıl mobilize ettiğine dairdi. Associated Press'in geçtiği habere göre; ABD'nin dünyanın birçok ülkesinde demokrasi ve insan hakları adına yardım çalışmaları yürüten kuruluşu USAID'in Küba'da hükümeti devirme planı içinde olduğu iddiası gündeme getiriliyor ve söz konusu kuruluşun, Küba'da hükümet karşıtı hip-hop akımını 'demokrasiyi destekleme çabası' çerçevesinde finanse ettiği ileri sürülüyordu. Buna göre dört yıl süren proje ile Amerikalı girişimciler Kübalı müzisyen ve rapçileri teşvik etmiş, müzisyenler de hayranlarını hükümeti protesto etmeye yönlendirmişlerdi. Muhalif bir gençlik yaratarak Küba hükümetini devirmeyi amaçlayan girişim başarısız olarak 2012 yılında sonlandırılmış ve bazı Amerikalı kongre üyeleri tarafından şiddetle eleştirilmişti. Bahsi geçen haber ne Türkiye kamuoyunda ne de dünya kamuoyunda ciddi bir karşılık bulamasa da üzerine konuşulmayı hak eden bir haberdi.
Peki bu ve benzeri haberleri önemli yapan nedir? Son yıllarda dünyanın çeşitli bölgelerinde filizlenen halk ayaklanmalarının dinamiğini çözümlemeye katkı yapma ihtimali bu ve benzeri haberleri değerli hale getiriyor. Dünyanın 2000'li yılların başından itibaren halk ayaklanmaları anlamında izlediği eğilim göz önünde bulundurulduğunda ortada ciddi bir örüntünün olduğu dikkatlerden kaçmıyor. Bu örüntü esasen 1990'lardan itibaren eski Doğu Bloku ülkelerinde başlayan demokratikleşme süreçlerinden bağımsız değil. Bu süreç S.S.C.B'nin dağılmasının ardından Amerika çıkışlı olarak gündeme gelen demokrasiyi ithal etme yaklaşımı ile başladı.
2000'li yıllara gelindiğinde ise eski Sovyet coğrafyası yeni bir hareketlilik ile karşı karşıya kaldı. 2000 yılında Sırbistan'da başlayan devrim dalgası, 2003'de Gürcistan'da yaşanan ve göstericilerin meclisi bastıkları sırada ellerinde taşıdıkları güllerden mülhem 'Gül Devrimi' olarak anılan devrimle devam etti. 2004 yılında Ukrayna'da yaşanan halk hareketleri 'Turuncu Devrim' olarak adlandırılırken, 2005'te Kırgızistan'da yaşanan devrim 'Lale Devrimi' olarak anıldı. Şiddetten mümkün olduğunca uzak durmaya çalışarak, sivil toplum örgütlerinin desteği ile yürütülen ayaklanmaların her biri, söz konusu ülkelerde Amerika'ya yakın rejimlerin işbaşına gelmesi ile sonuçlandı.ülkelerde Amerika'ya yakın rejimlerin işbaşına gelmesi ile sonuçlandı. 2010 yılına gelindiğinde, halk ayaklanmaları bu kez Ortadoğu'da kendini gösterdi. Tunus'ta Muhammed Bouzazi'nin kendisini ateşe vermesi ile başlayan gösteriler kısa zamanda tüm bölgeye yayıldı ve 'Arap Baharı' olarak adlandırılan süreci başlattı. Ortadoğu'da adeta Pandora'nın kutusu açılmıştı.
Toplumsal hareket mi proje mi?
2013 yılında Taksim Gezi Park'ında başlayan ve kısa sürede hükümet karşıtı bir ayaklanmaya dönüşen olaylarla, aynı yıl Ukrayna'da başlayan ve Rusya'nın Kırım'ı ilhak etmesi ile sonuçlanan olaylar da yukarıda bahsi geçen halk hareketleri ile benzerlikleri yönünden dikkat çekti. Söz konusu olayların neredeyse tamamı sivil inisiyatifler tarafından ortaya konulmuş gibi görünse de arkalarında ciddi finansal desteğin olduğuna dair emareler gündemi epey meşgul etti.
Tüm bu toplumsal hareketlerin ortaya çıkış ve işleyişini dış müdahale nosyonu ile açıklamak sosyolojik anlamda zayıf bir izahat biçimi elbette. Ne var ki ortada Küba'da bir halk ayaklanması yaratmak üzere Amerikan hükümetinin desteklediği bu kadar aşikâr bir proje varken, yukarıda bahsi geçen muhalefet hareketlerinin ortak yönlerini görmezden gelmek çok zor görünüyor.
Taksim'e isyan, Ferguson'a itidal!
Her ülkede huzursuzluk yaratan sosyal, ekonomik, siyasal sorunlar değişik yoğunluklarda yaşanıyor. Hiçbir ülkenin tamamen sorunlarından kurtulmuş, toplumsal hareketlilikten uzak bir 'ideal ülke' olmadığı malum. Bu anlamda en güçlü olarak telakki edilen Amerika'nın bile başta finansal sistemdeki aksamalar ve gelir dağılımındaki adaletsizlik yüzünden ciddi sorunlarla karşı karşıya olduğu biliniyor. Bu sorunlar içinde giderek ağırlık kazanan ırkçılık konusunun ise Ferguson'da siyahi bir gencin, silahsız olduğu halde, beyaz bir polis memuru tarafından öldürülmesi ile tırmanışa geçtiği görülüyor. Ancak Amerika kendi sorunlarını kendi içerisinde tartışma lüksüne sahip olması nedeniyle dünyanın diğer bölgelerinde yaşanan çalkantılardan şimdilik masun görünüyor. Türkiye'de yaşanan Gezi olayları sırasında Taksim Meydanı'ndan saatlerce canlı yayın yapan ve son derece kışkırtıcı bir dil kullanan CNN'in, kendi ülkesindeki olaylarda benzer bir tutum izlememesi, kışkırtıcı dil kullanmaktan kaçınması türünden çifte standart örnekleri dikkatlerden kaçmıyor.
Kırılgan siyasi ve toplumsal yapılara sahip ülkelerde de var olan sorunların ve huzursuzlukların ülkelerin kendi iç dinamikleri doğrultusunda ve doğal zemininde tartışılabilmesi gerekirken, toplum mühendisliği kullanılarak belli iktidar odaklarının çıkarlarına hizmet edecek şekilde manipüle edilmesine sık sık rastlanıyor. Oysa bu türden müdahalelerin kısa vadede belli çıkar çevrelerinin işine yarasa bile son kertede toplumsalın dokusunu bozduğu ve Frankeştayn sendromunun yaşanmasına sebep olduğu görülüyor. Son iki yüzyılda Ortadoğu'nun genetiğine yapılan müdahaleler ve bu müdahaleler sonucu bölgenin aldığı şekil bu duruma iyi bir örnek teşkil ediyor. Bugün bölgenin başına bela olan IŞİD ve benzeri yapıların bölgeye yapılan bu tür suni müdahaleler olmasaydı gündeme gelmeyeceği pek çok analist tarafından dile getiriliyor. Bu nedenle kendi sorunlarını kendi içlerinde çözme lüksünü kullanan ülkelerin, kah hip-hopçıları, kah performans sanatçılarını kullanarak, gençleri kontrolsüzce sokağa çağırarak, ağacı, çiçeği, böceği bahane ederek, zaman zaman 'komiklik' yaparak ve ille de 'orijinal' yöntemlere başvurarak başka ülkelerin toplumsalına müdahale etmeyi, isyanların genetiği ile oynamayı bir kenara bırakmaları gerekiyor. Atalarımız ne güzel söylemiş: Keser döner, sap döner, gün gelir hesap döner…
FATMANUR ALTUN KİMDİR?
Marmara Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü'nde doktora çalışmalarını sürdürüyor.