Sizi sosyal medyada "genetikçi anne" olarak tanıyoruz ve genetik uzmanısınız. Baktığımız zaman bilim bizim toplumumuzda karmaşık, korkulan, ulaşılmaz olarak görülen bir alan. Peki, sizin bilim yolculuğunuz nasıl başladı? "Genetikçi Anne" hesabını açmaya nasıl karar verdiniz?
Bilim benim için merak ettiğim an başlamıştı. Çok merak eden, soran, sorgulayan bir çocuktum. Öğrenmeyi çok severdim. Lise yıllarında Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümünü ilk kez duydum. O zaman yeni ve "geleceğin mesleği" olarak adlandırılan bu bölüm aslında benim olmak istediğim yerdi. Genleri çözmeden insanı ve pek tabii kâinatı anlamanın mümkün olamayacağını düşünen biri için genetik bölümü biçilmiş kaftandı açıkçası. Türkiye'de bu bölümü ve gerekliliklerini en iyi icra eden okul Boğaziçi Üniversitesi'ydi. Elhamdülillah ben de ilk tercihim olan okul ve bölüme yerleşmeyi başarmıştım. Ama bölüme başladığımda beni üzen bir tepkiyle karşılaşmıştım, "Sen Allah'a inanıyorsun, senin bu bölümde ne işin var?" dediklerinde çok üzülmüştüm ama üzüntümden katbekat fazla bir şaşkınlık içerisindeydim. Çünkü benim için bilim Rabbimin mucizelerinden biriydi ve ben baktığım her molekülde Allah'ı görüyordum. Bölümümü hep bu düsturla okudum, her yeni bilgi sadece akademik hayatımı değil inancımı da güçlendirdi. Akabinde Yeditepe Üniversitesi'nde akademik kariyerime devam ettim. Genetikçi Anne'nin ortaya çıkışı ise anne olmamla başlayan bir süreç. Az önce de bahsettiğim gibi ben çok severek okudum, fakat benim işim yoğun bir tempoda olduğu için hamileliğim itibariyle mesleğime ara vermem gerekti. Kızım doğduktan sonra geceleri onu uyutup literatür okumaya devam ettim, alandan kopmamaya gayret ediyordum. Okudukça, düne kadar sadece ders olarak gördüğüm bilimin hayatımın ne kadar içinde olduğuyla yüzleştim. Kızımın canı acıdığında "öpeyim de geçsin" demem bilimin ta kendisiydi, ona sarılınca gen işleyişini değiştirebilmem, çalışmalarca ispatlanmış bilimsel gerçeklerdendi. Böyle farkındalıklar neticesinde, bilimin hayatımızın bu denli içinde olmasını neden herkese anlatmıyorum fikri doğdu. Çünkü toplumda bilim deyince akıllara, fildişi kulelerinde, Latince terimlerle konuşan, herhangi bir kişinin anlayamayacağı konulardan bahseden bilim insanları geliyordu. Oysa ben omzumda 7 aylık bebeğimin kusmuk iziyle hem tam bir anne hem de tam bir bilim kadınıydım ve iki kimliğim gayet tabii bir arada yaşayabiliyordu. Bu aydınlanmanın gerçekleştiği gece @genetikci.anne hesabını açtım. Tek amacım, bilimin ulaşılamaz ve anlaşılamaz olduğu yanılgısı ile mücadele ederek aslında bilimin nasıl da hayatımızın içinde olduğunu göstermek; bunu da herkesin anlayabileceği bir dille yaparak özellikle kadınlara temas edebilmekti. Çok güzel geri dönüşler aldım ve yoluma elimden geldiğince devam ediyorum.
Çocukların bilimi daha iyi anlayabilmesi için atölyeler düzenliyorsunuz, sosyal medyada içerikler üretiyorsunuz hatta bu konuda yazdığınız kitaplarınız var. Çocukların bilimi anlamasını neden bu kadar çok önemsiyorsunuz?
Aynı yetişkinlerde olduğu gibi çocuklarda da bilim insanı kimliğinin aslında doğru olmayan ama kabul görmüş net bir kalıbı vardı. Ayrıca çocukların gözünde bilim sadece laboratuvarda yapılan deneyler, köpüren kimyasallar olarak tasvir ediliyordu. Bu bağlamda küçük yaştaki meraklı çocuklara temas etmemiz gerektiğine inanıyorum. Aynı annelerine bilimi anlatmak istediğim gibi çocuklarla da bunu konuşmak, bilimi bir ders gibi değil hayatın kendisi, yaratıcının gerçekleri olarak görmelerini sağlamak için bir kapı aralamak istedim. Bu konuda en büyük ilham kaynağım elbette kızım oldu. Sorduğu sorular, merak ettiği olaylar beni çocuklar için yazmam konusunda teşvik etti. Karavan Çocuk Yayınları'ndan gelen teklif neticesinde de İpek ile Bilim serisine başladık çok şükür. Çocuklarla olan iletişimimde de mottom "hayatın içinde bilim" olduğundan ilk kitabım sarılmakla ilgiliydi. İpek ile Bilim-Sarıl Bana ile çocuklara duyguların ve sevgi dolu bir temasın da bilimin ta kendisi olduğunu anlattım, beyinlerini tanımalarını, anlamalarını ve hatta onunla iletişim kurabilmelerini sağlamak istedim. Günlük hayattaki karakterlere bilim insanı bir teyze de ekleyerek, o ulaşılmazlık tabusunu yıkma gayretindeyim, ben de bir bilim insanı olarak hepsinin Büşra teyzesi değil miyim sonuçta. İpek ile Bilim serimizin ikinci kitabı Eyvah, Uykum Kaçtı!'da da hemen her çocuğu ilgilendiren, özellikle yaz tatilinde artan ekran süresi neticesinde azalan uyku kalitesinden bahsettim. Şimdiki çocuklar 'yapma, etme' şeklindeki uyarı cümlelerinden hiç hazzetmiyor, 'Yapmayayım ama neden?' diye sorguluyorlar haklı olarak. Ancak aynı şeylerin sebebini bilimsel gerçeklerle açıkladığımızda çok güzel ikna oluyorlar. Serimin ikinci kitabının bu bağlamda hem ebeveynlerin hem de çocukların işini kolaylaştıracağına inanıyorum. Çocuklar için elimden geldiğince üretmeye devam etmek istiyorum.
Son zamanlarda sosyal medyada bilim alanında kendini uzman olarak tanıtan insanlar ortaya çıktı. Bu kişilerin bilimsel gerçekliklerden uzak veya çarpıtılmış şekillerde verdikleri bilgiler toplumda kafa karışıklığına neden oluyor. Bu konu hakkında ne düşüyorsunuz?
Sosyal medya oldukça zor bir mecra ve insan bazen her şeyi bırakıp gitmek isteyebiliyor. Benim sosyal medyada kalmamı sağlayan tetikleyici güç de tam olarak sizin sorunuzda geçen o uzman olmayan insanlar. Mühim bir konu hakkında işin "gerçek" uzmanları konuşmadığı takdirde, meydanı boş bulan herkes uzman (!) kesilerek ve klavyelerinin verdiği yetkiye dayanarak sahaya iniyorlar. Bunun mağduru, yanlışlara inanan kıymetli insanlarımız oluyor ne yazık ki. Tam da bu amaç uğruna sosyal medyada var olmak için elimden geleni yapıyor ve ilmimin, bilimimin zekâtını vermek istiyorum. Hele ki insan sağlığını ilgilendiren benim alanım gibi bir konuda bizler bir görev bilinciyle sesimizi duyurmak zorundayız. Bir örnekle açıklamak gerekirse, son zamanlarda mutlaka duymuşsunuzdur, aile travmaları, travmaların genetik aktarımları, aile dizilimi gibi birçok tanım altında ailesel aktarımlar gündem oldu. Bu konuyu konuşanlara şöyle bir baktığınızda, işin uzmanlarını tenzih ediyorum, neredeyse çoğu, birkaç haftalık eğitim almış ve bir "şey" uzmanı olmuş kişilerdi. Ve bu kişiler insanlara nesiller boyu aktarılan travmalarını tek bir seansta çözmeyi vadediyordu. Bu süreci hayretle gözlemledim. Ama en çok da daha gen tanımını bile yapamayan insanların genetik aktarımlar üzerinden ahkâm kesmesine şaşırdım. Tam bu zamanlarda sevgili yayınevim Küsurat Yayınları'ndan bir teklif geldi. Bu meseleyi gerçekten genetik açıdan ele almaya karar verdik ve her zaman olduğu gibi yalın bir dille ve kaynaklarıyla nesiller arası epigenetik aktarımlardan bahsettiğim kitabım Bu His Sizin mi? çıktı. Kitabımda atalarımızdann aktarılan genlerimizin duygularımızı nasıl beslediğini, bu genlerden gelen hisleri çocuklarımıza aktarmadan nasıl yaşayacağımızı ve hayatımızı nasıl kolaylaştıracağımızı anlatıyorum. Bilinen popüler bilim kitap akışının aksine kitabımı herkesin hayatından en az bir iz bulacağı beş farklı öyküden ve bu öykü kahramanlarının yaşantılarının genetik çözümlemesinden oluşturarak açıklamasını yapamadığımız deneyimlerimize genetik ve epigenetik bilimlerinin çatısı altında yeni pencereler açmayı umuyorum.