Akademinin zirvesinden sanat ve tasarıma kadar uzanan oldukça renkli bir yaşam hikâyeniz var. Telem Gök kimdir?
Yaşamım renkli mi bilemiyorum ama belki çok yönlü olduğunu söylemek daha doğru olabilir. Aynı anda hep birden fazla şeyle meşgul olmayı seviyorum; iş dışında birçok hobimin olması da hayata farklı açılardan bakmamı sağlıyor. Sanırım "belli kalıpları içine sığdırılmayı sevmeyen ve bunu cesurca reddedebilen biri" olarak tanımlayabilirim kendimi. Ancak toplumdan ayrışmaktan ve ayrıştırılmaktan da hoşlanmayan biri öte yandan… Olaylara farklı açılardan bakmaya çalışan ama kimseden farklı olmaya çalışmayan; çalışmayı çok seven ama çalışırken de eğlenmek gerektiğine inanan; etrafında ister canlı ister cansız her şeyin güzelini görmek isteyen; işte fazla plancı programcı ama özel hayatında rahat olmayı tercih eden; mutlu olmaktan çok huzurlu olmayı önemseyen; samimi ama saygılı ilişkilerden hoşlanan; yaşlıları, gençleri, çocukları, doğayı ve özellikle suyu, kedileri,
çiçekleri ve güzel kokuları çok seven biri Telem.
Sırrı "özen" kelimesinde gizli olan "TELEMDEN" markasının hikâyesi peki?
Hayatı "özen"le yaşamak benim için hayatın kendisini yaşamak kadar önemli…Ne yaparsam yapayım özenle yapmaya çalışırım. Her şeyin hızlı yapıldığı ve hızla değiştiği içinde bulunduğumuz çağda "özen" kelimesine değil belki ama "özen gösterilmesi"ne gittikçe yabancılaştığımızı görmek beni üzüyor. Şirketimi kurmaya karar verdiğimde bu yabancılaşmaya karşı biraz da bireysel bir duruş olarak markamın değerlerinin temeline
"özen"i yerleştirdim: TELEMDEN, modern zamanların hızlı yaşamına "özel ve özenli" izler bırakmak için kuruldu. Üniversitede okurken itiraf etmeliyim ki asla bir akademisyen olmak gibi bir hayalim yoktu; nasıl olduğum ise uzun hikâye… Ancak içinde bulunduğu koşullardan yakınmak yerine "Nasıl daha iyiye ulaşabilirim?" arayışında olan biri olmuşumdur hep.
Öğrencilere ders vermek ve araştırmalar yürütmek işin en sevdiğim yanıydı ama akademinin üzerine serpilmiş ölü toprağından kurtulmak istemeyen ve yeniliğe açık olmayan yapısı zamanla akademik camiadan soğumama neden oldu. Bir noktadan sonra yaptığım işlerde takdir edilmek yerine köstek olunduğunu görünce de "Akıntıya kürek çekiyorum, üstelik sular da bulanık!" hissiyatına kapıldım ve 40'lı yaşlarımın başlarında emekliliği hak eder etmez akademiden ayrılıp kendi işimi kurma hayalimi dillendirmeye başladım ancak çoğu kişi buna ihtimal vermedi. Ben her işimde son ana kadar motivasyonum düşmeden çalışmaya devam ettiğim için, emekli olma isteğimi ciddiye almamış olabilirler haklı olarak. Yukarıda bahsettiğim hissiyat yönetici pozisyonlarına getirildiğimde azalsaydı belki Rektör Yardımcılığı görev süremi tamamlayıp da emekli olurdum ama maalesef ünlü "cam tavan" hazretleriyle esasen üst düzey kadın yönetici olduğumda tanıştım. Kimsenin görmediği ama çarpınca insanın canını oldukça acıtan bir cam tavan hakikaten varmış; ben tecrübe ettim.
Bugün geldiğim noktada ise "İyi ki o cam tavana çarpıp çizikler aldım!" diyorum, aksi takdirde "özen"le işimi yürütmeye çalışırken muhatap olduğum "özensiz" tavırlar o cam tavanın yol açtığı çizikleri daha da derinleştirebilir, tamirini imkânsız hale getirebilirdi. Aslında bu olumsuzluklar bir bakıma kendi işimi kurma hayalimi gerçekleştirmeme vesile oldu, çok şükür. Emekliliğimi hak ettiğim gün, Rektör Yardımcılığı sürem henüz bitmeden rektörümden affımı isteyerek emekli oldum ve yıllardır hayal ettiğim şirketimi kurdum. Yalnız itiraf etmeliyim ki tüm olumsuzluklara rağmen akademisyenlik hayatım boyunca ve özellikle yönetici olarak geçirdiğim son on yılda çok değerli tecrübeler edindim. Ayrıca birçok güzel insanla da tanışma imkânım oldu. Örneğin; TELEMDEN ekibi ve çözüm ortakları o dönemde tanıştığım, hepsi kendi alanlarında yetkin çalışma arkadaşlarımdan ve öğrencilerimden oluşuyor. İşte bu ekibe güvenerek çıktığım yolda, TELEMDEN markasını, akademisyen bir mühendisin sanat ve tasarım bakış açısıyla tecrübelerini ve uzmanlığını hobileri ile harmanlayıp işe dönüştürdüğü bir çözüm platformu olarak tanımlayabiliriz.
İTÜ'de 26 yıl boyunca hem öğretim üyeliği hem de birçok idari görev yürütmüşsünüz. İki çocukla akademide nasıl profesör olunur?
Bu işin sırrı doğrudan annenizin evinin karşısındaki daireye taşınmak diyebilirim! Şaka bir yana anne ve babamın çocuklarımın bakımına oldukça büyükkatkısı oldu. Bunun için kendilerine minnettarım. İkisi de emekli öğretmen oldukları için çocuklar belli bir disiplin içinde büyüdüler. Çocuklarımı ebeveyn olmayı tarif eden kitaplardaki uygulamalar ile büyütmeyi tercih etmedim. O kitaplarda duyguların hep ikinci plana itildiğini gördüm. Bu bana içgüdüsel olarak doğru gelmiyordu ve sonuca bakınca iyi ki böyle yaptım diyorum. Bence çocuk yetiştirirken içgüdüler önemli. Ayrıca her çocuğun fıtratı farklı, çocuğunu iyi tanımak ve ona göre davranmak gerekiyor. Oğlum 22, kızım 18 yaşında. İnançlı, saygılı, şükür içinde bireyler olmaları benim için en önemlisi. Annemin desteği kuşkusuz çok önemli ama buna ilaveten çok ama gerçekten çok çalıştığımı da belirtmek isterim. İyi bir zaman planlamacısı olmak da başka bir şart kanımca. Dakika bazında program yaparım. Az uyumaya alıştım yıllar içinde. Sağlıklı olmayabilir belki bilemiyorum ama genelde 4-5 saat uyku ile yetiniyorum, bazen daha da az. Alışveriş, banka vs. birçok işimi de çok eskiden beri mümkün olduğunca online yapmayı tercih ediyorum. Tabii ev işleri için bir yardımcım var ama bu hiç ev işi yapmadığım anlamına gelmesin. Ortaokuldan beri düzenli spor yaparım; bunun enerjimi yükselttiğine inanıyorum. Tüm bunların akademisyenlik vasıflarımla beraber iki çocukla akademide profesör olmama katkısı olduğunu düşünüyorum.
Geri dönüşüm, ileri dönüşüm ve atıksız mutfak ilgi alanlarınız arasında. Tüketim çılgınlığının tavan yaptığı, insanların midelerini değil gözlerini doyurmaya odaklandıkları bir dönemde "atıksız mutfak" kültürü oluşturmak mümkün mü sahiden?
Hem özel hem iş hayatımda geri dönüşüm ve ileri dönüşüm kavramlarını öğrenmeye, öğretmeye, uygulamaya ve uygulatmaya gayret ettim. Bu konularla ilgili İTÜ'deyken tekstil alanında yapılan ilk araştırma projelerini yürüttüm. Şimdi ise TELEMDEN olarak kurumlarla atıklarını değerlendirdiğimiz çeşitli projeler yapıyoruz. En son mesela danışmanlık yaptığım bir yedek parça firmasının hurdaya çıkardığı motor parçalarını
çiçeklerle birleştirdiğim bir sergi düzenledik; bu parçaların bazılarının daha sonra paydaşlarına hediye edilmesi söz konusu. Bu sayede şirket çalışanlarında ileri dönüşüm bilincini uyandırdık. Doğal veya doğal olmayan her tür kaynağı, zamanı, işgücünü, yeri vs. israf en düşük, verimlilik en yüksek olacak şekilde kullanmalıyız. "İsraf haramdır" diyen Peygamber Efendimizin (s.a.v.) ümmeti olarak aksini yapmak bize yakışmaz. Özellikle pandemi sürecinden sonra geri dönüşüm ve ileri dönüşümün yanında "gereksiz tüketmemek" konusuna odaklandım. Bu da "atıksız mutfak" kavramını gündemime oturttu. "Atıksız" bence çok iddialı bir tanım tabii! Bilmiyorum bunu gerçekten becerebilen var mıdır? Hele bu çılgın tüketim kültürü ile kuşatılmışken! Mutfağım atıksız olamasa da minimum atık çıkarmaya azami özen gösteriyorum artık. Öncelikle kullanmayacağım yiyecekleri satın almıyorum. Uygun kaplarda saklıyorum. Tazeliklerini yitireceklerini hissettiğim an hemen ya yarı pişirip ya da pişirmeden derin dondurucuya atıyorum veya hızlıca konserve yapıyorum. Sofrada tabaklarda bir artık kalmaz bizim evde. Özellikle misafir ağırlarken de israftan kaçınmaya büyük özen gösteriyorum. Bir restoranda yiyeceğim kadar yemek sipariş ediyorum. Başkalarınınki artarsa da eğer restoranda atık yönetimi yapılmıyorsa kalanları almaktan utanmam; ya kendi kedilerimizi ya da sokak hayvanlarını besliyorum onlarla. Çocukların, gençlerin buna şahit olması şart. Sadece mutfak değil her alanda israfı azaltmaya gayret ediyorum.
Yakın zamanda tesettüre girdiniz. Nasıl oldu bu, bir kadın ne için örtünür?
Dini değerlerle kuşatılmam genç yaşlarımda maalesef mümkün olmadı. Çok şükür ki her zaman bir Allah inancım vardı, ama bunu yoğun olarak 40'lı yaşlarımdan sonra hissetmeye başladığımı söyleyebilirim. Özellikle beş vakit namaz kılmaya başladıktan sonra, hamdolsun, Allah inancımın artmaya başladığını hissediyorum. Kuran'ı anlamaya çalışarak ve sindirerek okumaya, ardından özünde varoluş sebebimizi ve ibadetlerin anlamlarını araştırmaya başladım. İbadetlerin ve dahi tüm işlerin Allah'ın rızası için yapılmasının esas olduğunun idrakine vardım. Namaz kılarken örtünüyordum ama sonra tesettüre uygun giyinmiyordum. Yani Yaradan'ın huzurunda ibadet ederken örtünüyordum ama Yaradan'ın yarattıklarının yanında O'nun isteğine uygun giyinmiyordum. Bu paradoks beni düşündürmeye ve bir süre sonra da rahatsız etmeye başladı. Tesettüre tam uygun olmasa da kılık kıyafetime biraz daha dikkat etmeye başladım. Örtünme ile ilgili Kur'an ayetlerini, tefsirlerini ve bazı ilim sahiplerinin yorumlarını okudum, halen de araştırmaya devam ediyorum. Örtünmenin Nur Sûresi, 31. Ayet başta olmak üzere çeşitli ayetlerde Allah Teala tarafından başı da örtecek şekilde açıkça emredildiğini anlayınca ve ilgili hadisleri de çalışınca tesettürlü olmamaktan ciddi rahatsızlık duymaya başladım ve örtünme kararı aldım. Yakın
çevresi tesettüre mesafeli olan biri için 52 yaşında örtünmenin kolay verilen bir karar olmadığını söylemeliyim. Kararımı uygulamaya geçirmem neredeyse iki yılımı aldı. Bu kararın pandemi dönemine denk gelmesi benim için bir avantaj oldu aslında. Din konusundaki açlığımı gidermek ve bilinçlenmek için birçok okuma yapma ve sohbet dinleme imkânım oldu evlerde kaldığımız bu süreçte öyle bir an geldi ki Allah'tan başka herkesin dediği önemini yitirdi. O emrettiği için 22.02.2022 tarihinde tesettüre girdim. Rabbim daim etsin.
Çocuklarını büyütmüş bir anne, ununu elemiş eleğini asmış bir kadın olarak, "şimdiki aklım olsaydı…" dediğiniz neler var?
Hayatta pek "keşkelerim" yok aslında. Hatalar, ders çıkarmayı bilirseniz tecrübeleri de beraberinde getiriyor. Bugünkü Telem geçmişte yaptığı hatalar sayesinde şimdiki aklına sahip. Geri kalan ömründe de birçok hata yapacak. Tek bir şey belki "Şimdiki aklım olsaydı kırıldığım şeyleri, ki bunlar bazen yanlış anlamalardan kaynaklı da olabiliyor, muhataplarına belli ederdim." şeklinde olabilir. Çünkü kırılmalar üst üste gelince bazen tamiri imkânsız hale gelebiliyor; üstelik karşı taraf da belki aynı yanlışı yapmaya devam ediyor.
Kendi anneniz ile kurduğunuz bağ için geçmişinize döndüğünüzde aklınıza gelen en çarpıcı imge ne oluyor? Çocuklarınızın sizi hangi imgelerle hatırlamalarını istersiniz?
Klasik olacak ama annemi birçok anne gibi en çok fedakârlık vasfı ile özdeşleştiriyorum; bir de hikâyeleri biraz abartarak etkileyici bir forma sokma ve dinleyenleri güldürme kabiliyetine hayranımdır. Kardeşlerim bu yönünü almış ama maalesef ben bundan nasiplenememişim! Ancak annemin estetik bakış açısının bana sirayet etmesinden son derece memnunum. Çocuklarımın ise, ardımdan "Annem iyi bir kul olmamız için samimiyetle uğraşıyordu." demelerini çok isterim; bu imge zaten birçok güzel şeyi bünyesinde barındırıyor, öyle değil mi?