Mecnun'un ancak adı var
Acıklı olan şuydu ki kimsenin, neredeyse kimsenin, hakikatte ne olup bittiği ile alakası kalmamıştı. İbrahim Efendi anladı ki Leyla fosforlu kedi gözü gibi kendisini hipnotize eden o kameraya bakarken değişiyor, bambaşka bir canlıya dönüşüyordu. İbrahim Efendi bu yeni hayatında bir kelimenin çok mühim olduğunu keşfetti. O da mühim kelimesinin ta kendisiydi. Mühim kelimesi ile bir insanın birleşmesi dünyaya yeni harikalar getirmek için kâfiydi.
İbrahim Efendi zamanla bu sıfatı haiz olmak için büyük işler başarmanın, hatta bir işe yaramanın zaruri olmadığını anladı. Mühim bir insan olmanın yolu diğer insanları sizin mühim bir insan olduğunuza inandırmaktan geçiyordu.
Bunun da başlıca iki yolu vardı. Biri hiç konuşmamak ve suskunluk tarafından örülen gizem perdesinin arkasına saklanmaktı. Bu sayede insanlar sizi sözleri olan fakat bunları sarf etmemeyi başarabilen güçlü bir kimse olarak görebiliyordu.
İkincisi ve en çok tercih edileni mütemadiyen konuşmak ve birtakım isimleri, o isimleri taşıyan kişileri yakından tanıyormuş izlenimi uyandıracak şekilde, ortalığa döküp saçmaktı. Buna isim düşürmek deniyordu. İsim düşürmek ahir zaman sanatlarının ileri gelenlerinden biri sayılıyordu. Falancalarla filancalar ana baba ayrı kardeşti. Onunla bunun yediği yemek, içtiği su ayrı gitmiyordu. Herkesin her şey hakkında malumatı vardı, hatta bütün işleri onlar yapmıştı.
İbrahim Efendi bidayette isim düşürmek için çok sayıda isim ezberlemek gerektiğini düşündü. Eline geçirdiği bir rehberi günlerce okuyarak oradan günlük hayatın idamesi için zaruri olan meslek erbabının isimlerini ezberledi. Kendisini biraz da zorlayarak konuşmalarında onların isimlerini geçirmeye başladı. İbrahim Efendi'nin bu gayreti meclislerde alay konusu olunca hata yaptığını anladı. Küçük esnaf taifesini tanımak kimseyi mühim yapmıyordu.
O halde en mühim kişi kimdir?
İbrahim Efendi metodunu değiştirmeye karar verdi. Bir yandan da o günlerde bir Arap ülkesinde tertip edilen ve dünya kupası adı verilen müsabakaları izliyordu. Oyuncuların yuvarlak bir topu önce birbirlerine sonra da karşı sahada bulunan bir dikdörtgenin içine atmaya çalıştıkları bir
oyundu bu. Dünya milletleri toplanmış birbirlerine galebe çalmak için mücadele ediyordu.
İbrahim Efendi haftalar boyunca izledikten sonra bazı tespitler yapmaya muvaffak oldu. Bunları kısaca deruhte etmek gerekirse… Kendisine en çok top atılan oyuncu aynı zamanda diğerlerine en çok top atan oyuncu oluyordu. En mühim oyuncu oydu. Topu karşıdaki kalenin içine atmayı başaran oyuncu kendisine az top atılsa da bu kuralın istisnalarından biriydi.
İbrahim Efendi bu algoritmayı gündelik hayata tatbik etmekte zorlanmadı. Müspet ya da menfi olduğuna bakılmaksızın kendisinden en çok söz edilen kişi en mühim kişi sayılıyordu. Onu tanımak ya da tanıyormuş gibi yapmak da size rakiplerinize karşı bazı avantajlar sağlıyordu. İbrahim Efendi bu yüzden haberleri takip etmeye karar verdi.
İbrahim Efendi'nin yokluğunda haberler değişmişti. O eski havadisten eser kalmamış, onun yerini mütemadiyen dalgalanan bir duygu durumu halitası, evet halitası, almıştı. Kazın bir ayağı vardı ve hiçbir zaman öyle değildi. Gazeteye ve dahi televizyona bile alışması zaman almış olanlar için bu yeni dünya ve onun tebarüz ettirdiği sanal cemiyet bir kıyamet alametiydi. Eline bir alet geçiren cümle fertler kendi bültenlerini kendileri hazırlamaya başlamıştı.
Evvelce evlerin çatılarını kaldırmak ve yatak odalarının kapılarını aralamak bir mahremiyet ihlali olarak görülür, bazı sanat akımlarının zuhuruna yol açsa bile ayıplanırken şimdilerde adi bir vaka haline gelmişti. Acıklı olan şuydu ki kimsenin, neredeyse kimsenin, hakikatte ne olup bittiği ile alakası kalmamıştı. Hakikat insanların hislerinden ibaret kalmıştı. Haberler de insanların zaten cereyan etmiş bulunan hadiseler sebebiyle takındıkları ya da takınacakları tavırdan…
Bu Leyla bambaşka bir Leyla
İbrahim Efendi şaşkındı. Çünkü onun zamanında haber olmak bir düşkünlük emaresi olarak görülürken şimdilerde insanlar hayatlarını haber haline getirmek için çırpınıp duruyorlardı. Leyla da bunlardan biriydi.
Lafı uzattığımızın farkındayız fakat bunu sizler için yaptık. Mademki İbrahim Efendi'nin bütün gayreti Leyla'sına yaklaşmak, ona sokulmak üzerine kuruluydu o halde Leyla'nın hazırladığı bülteni takip edip onu ve mühimsediği insanları biraz daha yakından tanımalıydı. Nitekim öyle yaptı ve şaşakaldı. Bu Leyla bambaşka bir Leyla'ydı.
Leyla'nın o solgun yüzü yoktu. Leyla'nın uzaklara dalan gözleri, o masum sabah mahmurluğu, kuruyan ve çatlayan dudakları, küçük şaşkınlıkları, çocuksu dalgınlıkları; bunların hiçbiri yoktu. Bütün bunların yerini filtreler ve fettanlık almıştı. Bütün resimlerle oynanmıştı. İbrahim Efendi anladı ki Leyla fosforlu kedi gözü gibi kendisini hipnotize eden o kameraya bakarken değişiyor, bambaşka bir canlıya dönüşüyordu.
Bu durumu kabullenmekte zorlansa da İbrahim Efendi bir bültenden diğerine sıçrayarak Leyla'nın bütün şeceresini çıkarmakta zorlanmadı. Bu sırada bir önceki bölümün son sahnesinde sözünü ettiğimiz, Leyla'nın "hayatım" diyerek boynuna sarıldığı adamla aynı evde yaşadığını keşfetti. Bu keşif İbrahim Efendi'yi aşırı derecede rahatsız etti.
Bu bir ihanetti ve İbrahim Efendi henüz ihaneti affedecek kadar tekâmül etmemişti. Meseleyi kendi yöntemleriyle çözecekti. Leyla'nın hayatını takip etmeye ve adamı düelloya davet etmeye karar verdi. Olaylar giderek daha da karmaşık bir hal alıyordu.