2007 yılında Hacettepe Üniversitesi Tarih bölümünü kazanıp curam ve gitarımla Ankara yollarına düştüm. Aklımda ve kalbimde hep müzisyen
olma hayali vardı. Taşradan gelen her erkek öğrenci gibi ben de kaldığım devlet yurdunda memleketim Urfa'dan üç arkadaşımı bulup eve çıktım. Çok
güvendiğim memleketli arkadaşlarım üç ay sonra beni yalnız başıma bırakıp tekrar yurda döndüler. Benimse gidecek bir yerim yoktu. Birkaç kere ayaküstü muhabbet ettiğim karşı komşumun kapısını çalıp "Bir hafta sizinle kalabilir miyim?" diye sordum. Onlar da "Tabii ki kalabilirsin" dediler. Ama ben bir hafta değil tam bir yıl kaldım onlarda!
Kısa sürede dost olduğum yeni ev arkadaşlarımın ikisi de müzisyendi. Aynı zamanda felsefe öğrencisiydiler. Hayatım değişti o evde. Onların sayesinde onlarca müzisyen, şair ve yazar tanıdım. Deli gibi okuyor ve müzik çalışıyordum. Gitar çalmayı ilerlettim. Eve gelen birbirinden farklı düşünceden insanlarla sohbet edip her gün yeni şeyler öğreniyordum. Onlarla birlikte sokakta müzik yapmaya başladım. Bir süre sonra tarihçi olma hayallerimi bir kenara bırakıp üçüncü sınıfta okulu bıraktım çünkü bir arkadaşımda santur denen çalgıyı görmüş ve artık onu çalmaya karar vermiştim.
Oysa Türkiye'de santuru bilmeyi bırakın, satan ya da yapan birileri dahi yoktu. Bunun üzerine santur çalma tekniğimi geliştirmek için Tebriz'e gittim.
2007 ve 2016 arasında Ankara sokaklarında santurumla müzik yaptım. İlk altı yıl arkadaşlarım Orçun Atilla (gitar) ve Şafak Nazlıcan (bendir) ile Masala adını verdiğimiz sokak grubumuzla Ankara'da; Tunalı Hilmi Caddesi, Karanfil Sokak, Yüksel Caddesi, Konur Sokak, Sakarya Caddesi, 7. Cadde, Hamamönü Meydanı ve Sanat Sokağı'nda müzik yaptık. Tek başıma müzik yaptığım zamanlarda ise Kızılay'daki üst geçitlerde çaldım. Sizlere sokak ve caddeler üzerinden bir sokak müzisyeni gözünden yaşadıklarımı ve biraz da santuru anlatmaya çalışacağım (Bu yaşadıklarımı
Sokaknâme kitabımda etraflıca anlattım. Merak edenler oradan okuyabilirler).
Sokak sokak Ankara'da müzik
Tunalı Hilmi Caddesi müzik yapmak için seçtiğimiz ilk yerdi. Caddedeki Ziraat Bankası ve İş Bankası'nın önünde arkadaşlarım Orçun ve Şafak ile 16.30'da buluşurduk. 17.00'de bankalar kapanınca biz de sahnemizi kurardık. Kuğulu Park'ta müzik yapamazdık. Zabıta ve polisler sürekli orada olduğu için keyifli olsa da çalmamıza izin vermezlerdi.
O dönem kötü bir anımız da oldu. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nda keman icracısı olan bir arkadaşımız bizimle müzik yaparken orkestradan
bir arkadaşı fotoğrafını çekip şikâyet etmişti. Arkadaşımız da uyarı almıştı; az kalsın sokakta müzik yaptığı için işinden oluyordu. Cadde trafiğe açık olduğu için çok gürültülü olurdu. O gürültü içinde sesimizi duyurmaya çalışırdık. Bu yüzden santurumun sesi daha fazla çıksın diye normal mızraplarla değil de kalın mızraplarla çalardım. Dolayısıyla teller sık sık kırılırdı.
Sesimizin daha çok duyulması için normal karar sesimizden bir ya da iki ses yukarıdan söylerdik. Bahçelievler'deki 7. Cadde'de de aynı sorunu yaşardık. Bu cadde trafiğe açıktı ve çok gürültülü olurdu. Dinleyici profili de Tunalı'dakiyle hemen hemen aynıydı. Şunu çok iyi anlamıştık: Zengin ve elit kesimin yaşadığı yerlerde sokak müziği yapmak çok ilgi gören bir şey değildi. Sokak müziği daha çok orta sınıfın yaşadığı yerlerde ilgi görüyordu. İstanbul'da, daha doğrusu Türkiye'de durum böyle. İstanbul'da sokak müzisyenlerine Beyoğlu'nda ya da Kadıköy'de gösterilen ilgi Nişantaşı ve Etiler
gibi yerlerde gösterilmez.
Şaka gibi: Toplumun düzenini bozmaktan ceza
Bir de şunu söylemeden geçmeyeyim: Tunalı'da ve 7. Cadde'de müzik yaparken arada yaşlı teyzeler ve amcalar -ellerinde muhakkak günlük gazete olurdu- santur kılıfımızın içindeki bozukluklara bakıp "Oh, ne güzel devlete vergi vermeden para kazanıyorsunuz. Ayıptır be!" deyip giderlerdi. Başta şaka zannederdik ama sonradan ciddi olduklarını anladık. Bir yandan üniversiteye devam ediyorduk. Ailelerimizin maddi durumları kötü olduğu için para kazanmaya, ev kiramızı ödemeye çalışıyorduk. Arada garsonluk da yapardık ama bu insanlar bizim müzik yaparken topladığımız bozuk paralara kafayı takmışlardı. 7. Cadde'de müzik yaparken bize Kabahatler Kanunu'ndan ceza yazdılar. Dilencilikten ve toplumun düzenini bozmaktan hem de! Şaka gibi… Tunalı'da da aynı cezayı yedik. Daha sonra Tunalı Hilmi Caddesi'nde ve 7. Cadde'de müzik yapmadık. Tabii devlete vergi ödemiyorsunuz diyen insanlar da rahatça yataklarına girip uyuyabildiler. Ne mutlu onlara!
Sokak müziğini en fazla yaptığımız yer Karanfil Sokak'tı. Dost Kitabevi'nin tam karşısında müzik yapardık. Karanfil Sokak'ta müzik yaptığımız ilk üç
yıl boyunca, yani 2010 ve 2013 arasında, zabıta ve polisler ne yaptığımızı tam anlamadıkları için bize ses etmediler. Çünkü Ankara'da daha önce sokak müziği yapan yoktu bildiğim kadarıyla. Kara Güneş grubundan Özgür ağabeyler yapmış 90'lı yılların sonunda, o da kısa bir süreliğine. Biz sokakta müzik yaptıkça Karanfil Sokak'ın simgesi olmuştuk.Ankara'da yaşayan insanların büyük bir çoğunluğunun hafızasında santurumla bir yerde duruyorumdur muhakkak.
Hatta yıllar sonra Santur adlı albümümde (2020, Kalan Müzik) "Karanfil Sokak" adlı bir beste yaptım. Altı yılı aşkın bir süredir İstanbul'da yaşıyorum ama ne zaman Ankara'ya gitsem sokakta beni gören onlarca insan "Ne zaman sokakta çalacaksınız tekrar?" diye soruyor. Hem yurt dışında hem de Türkiye'nin birçok şehrinde sokakta çaldım ama nedense Karanfil Sokak'ta yaptığım müziğin ayrı bir tadı ve duygusu vardı. Bazı duygular anlatılamaz; bu da öyle bir şey işte… Zabıtanın bizimle en fazla uğraştığı yer olan Karanfil Sokak'ta kötü anılarımız da oldu tabii ama ben yine de onu daha çok güzel anılarla hatırlıyorum…
Sokağın bize öğrettiği şeyler Üç yıl boyunca sadece Karanfil Sokak'ta değil, arada Konur Sokak'ta ve Yüksel Caddesi'nde de müzik yaptık. Genellikle saat 16.00 ve 19.00 arası müzik yapardık. 19.00'da işportacılar tezgâh açardı. Daha sonra işportacı tezgâhları saat 21.00'e alındı. Gece işportacılardan ötürü sokakta çalmamayı tercih ediyorduk. Kızılay'dan bahsetmişken eylemleri ve basın açıklamalarını da anmadan olmaz. Çoğu zaman gözaltına alınanları ve polis ile çatışanları görüyorduk. Öyle günlerde müzik yapmıyorduk. Sokakta kimin sivil polis olduğunu anlayabiliyorduk. Bu, sokağın bize öğrettiği bir şeydi. Kızılay'da mendil ve çiçek satan çocuklarla da dost olmuştuk. Hepsinin ayrı birer hikâyesi vardı. İnsanların yüzlerine tiksinerek baktığı sokakta yaşayan meczuplarla da dost olduk. Onlarla muhabbet ettik, yemeğimizi paylaştık. Eğer sokak müzisyeni olmasaydım bu çocuklardan uzak dururdum ama sokakta onları tanıdıkça sevdim.Sokağın en güzel yanı da buydu bence…
Genellikle Konur Sokak'taki Piedra Kafe'de toplanırdık. Orada çay içer ve yemek yerdik. Bize özel indirimi vardı kafenin. Sahibi Zuhat ağabey bizden muhabbetini ve ağabeyliğini esirgemedi hiç. Piedra'ya eşyalarımızı bırakır ve akortlarımızı orada yapardık. Hemen hemen her gün oradaydık.
Piedra Kafe'nin kapanmasından sonra Baykuş Kafe'yi mesken tuttuk uzunca bir süre.
2012'de bir gün müzik yaparken anlamadığımız bir şekilde polis ve zabıtalar bizi dinleyen kalabalığı yarıp tekme tokat üstümüze çullandılar. Bir anda neye uğradığımızı şaşırdık. Bir zabıta görevlisi santurumu tellerinden tutup çekince eli kesildi. Bu sefer de "Adam kesiyor bunlar!" deyip daha da şiddetle saldırdılar. Santurum yere düştü ve arkası çatladı. Sonra dinleyiciler, Limon Bazaar'daki esnaflar, Dost Kitabevi'nde ve Gizem Müzik'te
çalışanlar gelip bizi dayaktan kurtardılar. Ne olduğunu anlamamıştık.
Polis ve zabıtaları tanıyorduk ama aralarında ilk defa gördüğümüz biri vardı. "Bunlar vatan haini!" mdeyip duruyordu. Alt tarafı sokakta müzik yapıyor, türküler çalıp söylüyorduk oysa. Herkes dağılınca dudaklarım patlamış bir halde, bize "Bunlar vatan haini!" deyip saldıran, polis ve zabıta olmadığına emin olduğum adamın üstüne doğru koştum. Sinirden hiçbir şeyi görmüyordum. Beni, durmadan "Sen kimsin?" diyerek dövdüğüm adamın üstünden zorla aldılar. O günden sonra Karanfil Sokak, Konur Sokak ve Yüksel Caddesi'nde müzik yapamadık. Biz de Sakarya Caddesi'ne indik.
Kovulduğumuz caddede sokak müziği festivali yaptılar
Sakarya Caddesi barların, kafelerin ve meyhanelerin olduğu bir yerdi. Meydanda altı ay kadar çaldık diyebilirim. Esnaf da insanlar da bizi çok sevdi. Artık daimi dinleyicilerimiz vardı. Karanfil Sokak'ta bizi bulamayan dinleyicilerimiz Sakarya Caddesi'ne geliyordu. İlginç bir yerdi bizim için. Balıkçıların olduğu yerin önündeki küçük meydanda çalıyorduk. Bazen önümüzden bir çöp arabası geçerdi. İşte bizim sahnemiz buydu. Siz hiç içinden çöp arabası geçen bir sahne gördünüz mü? İşte biz o sahnede konser yapıyorduk. Altı ay içinde Karanfil Sokak'ta toplanan kalabalığın iki katını toplamıştık Sakarya Caddesi'nde. Her gün daha da artıyordu dinleyicimiz.
Bir gün müzik yaparken bir polis amiri kalabalığı yarıp müziğimizi durdurup "Çantalarını kontrol edin. Bu adamlar hırsızlarla çalıçalışıyor!"
deyince sinirden ellerimiz ayaklarımız birbirine dolandı. Bizim bir şey dememize gerek kalmadan dinleyicilerimizden birisi "Yahu ne hırsızı be! Adamları Karanfil'den kovdunuz buraya geldiler. Sarhoşlardan geçilmeyen Sakarya'ya renk getirdiler. Siz de saçma sapan bir bahaneyle buna engel oluyorsunuz!" deyince herkes bir ağızdan polis amirine karşı çıktı.
Yarım saat sonra dinleyenler dağılınca polis amiri tekraryanımıza gelip "Sizi istemiyoruz, gereksiz kalabalık topluyorsunuz. Beni zora sokmayın insan
gibi defolup gidin!" dedi. Ben de "Anlaşılan kafaya takmışsınız bizi de dinleyicilerimizi de. Biraz utanmanız olsa hırsızlarla iş birliği yaptığımızı söylemezdiniz. İnsan gibi davranması gereken de sizsiniz" dedim ve kalkıp oradan ayrıldık. Bir süre sokakta çalamadık. Sonradan öğrendik ki Çankaya Belediyesi Sokak Müziği Festivali yapıyormuş! Ama bu festivali tabii ki bizimle değil yurtdışından çağırdıkları sokak müzisyenleriyle yaptılar.
En sonunda Hamamönü Meydanı'nda çalmaya başladık. Belediye Başkanı Veysel Tiryaki bizi dinlemiş ve çok beğenmişti. Bize Hamamönü'nün her yerinde müzik yapabileceğimizi, aylık 400 TL gibi bir ücret tahsis edeceğini söyledi. Çok mutlu olduk ve kabul ettik. Polis ve zabıtalar bize normal insanlar gibi davranmaya başlayınca Orçun'a "Bu polis ve zabıtaları görünce Erol Taş hacca gidip gelmiş sanki!" diyordum.
2016 yılında İstanbul'a taşındım ve sokakta müzik yapmayı bıraktım. Sokak ve santurum bana çok şey öğretti. En önemlisi de yaşamadığımız bir hayatın sanatının olmayacağını öğretti. Bizler sokakta yaşadığımız hayatın sanatını yaptık. Buna bizi dinleyenler de şahit oldu.