İbrahim Sadri: MUDURNU’DAN GEÇER Mİ?

MUDURNU’DAN GEÇER Mİ?
Giriş Tarihi: 23.11.2022 15:59 Son Güncelleme: 23.11.2022 15:59
Uzun rayların birleştirdiği uzun bir hikâyenin uzun uzun hatırlanmasıdır belki de geri dönüşler. Haydarpaşa garı bunun için yeryüzü tarihinin en dramatik demir ve buharına sahip yeridir.

Bilenler bilir, akşam mesai çıkışı saatlerinde yaya olarak İstanbul trafiğinde bir "unsur" olmanın ve eve geç kalıyor olmanın ne anlama geldiğini... Geç kalıyorum diye, âdetim olmamasına, daha doğrusu yeminli olmama rağmen bir taksiye bile bindim geçen akşam. Taksiye binmemeye yeminliydim aslında. Hatta tövbe bile etmiştim, geçen sonbahar…

Taksim'deyim o zamanlar. Taksim'i bilirsiniz. Çoğu insana sorarsanız İstanbul'un tam ortasıdır. Gerçi Hoca Nasrettin, zamanında "Hoca söyle bakalım, dünyanın tam ortası neresidir?" diye zevzeklenerek soru sorup, güya Hoca'yı madara etmeye çalışanlara, ne etmiş haberdarsınız değil mi? Hani tutup adamların kollarından Şehzadebaşı semtine götürüp, gözüne kestirdiği bir taşa ayağını dayayıp "aha burasıdır" demiş ya!

Tabii bizim zevzek sazanlar anında atlamışlar: "Hadi ya! Nerden biliyorsun?" Eh, adama boşuna Nasrettin Hoca demiyorlar tabii: "İnanmıyorsanız ölçün!" Meraklısına, o taş, Şehzadebaşı Camii avlusunun cadde taraf duvarının hemen dibinde, orada öylece durmaktadır. Ve işin hakikati, Mimar Sinan ustanın bir hüneridir. Ama İstanbul'un ortası en azından simgesel olarak Taksim'dir yine de. Beyoğlu'nun başlangıcı olmasından mıdır, yoksa büyük meydanından mıdır bilinmez, Taksim mühimdir.

İşte geçen sonbahar sözünü ettiğim Taksim'deyim. Soğuk, puslu, yağmurlu, dumanlı bir İstanbul akşamüstü. Aylardan Ekim. Akşam yakın. Şişli'de mukim bacanağa akşam yemeğine davetliyiz. Hanım gündüzden gitmiş, ben de güya gideceğim. Acıkmış ve evdeki yemek masasının hayalini kuranları gözlerinden tanıyorsunuz trafikte. Çünkü sadece bakıyorlar, ama görmüyorlar. Ben de öyleyim. Panik halinde bir taksi çevirip Şişli'ye gitmeye uğraşıyorum. Görüldüğü üzere taksi sadece tutulmuyor, aynı zamanda çevire de biliyorsunuz. Hatta ileri gitmek, biraz abartmak isterseniz, taksiye atlaya da bilirsiniz. Yani taksi denilen vasıta, tutulabilen, çevrilebilen, binilebilen, atlanılabilen bir şeydir.

Her ne hal ise. Vakit dar. Hava soğuk. Yağmur; açlıkla birleşmiş adamın iliklerine işliyor. Otobüslere, metrobüse filan binebilmek gayrimümkün. Çoğu Taksim'i pas geçiyor zaten. Metroda da arıza var üstüne üstlük, çalışmıyor. Trafik kilit. Herkesin canı burnunda. Benimle birlikte nerden baksanız bir on-on iki kişi taksi bulma telaşında. Gördünüz mü, bir de bulunabilen tarafı çıktı taksinin.

Hiç yoktur, ama talih o akşam ilk defa bana güldü. Tüm ümidimi kaybetmiş ve sicim gibi ıslanmışken önümde zank diye bir taksi durdu, içinden kaçarcasına biri indi ve dolayısıyla taksi boşaldı. Hop ettim atladım. Bir sürü adama feyk atarak, taksiyi kapma başarısını ben sağlamıştım. Çok sevinçli ve bir o kadar da tedirgindim. Sevinçliydim, çünkü Şişli'de oturan bacanağın yemek davetine yetişebilecektim, eğer trafik izin verirse. Tedirgindim, çünkü bu saatte bu trafikte asabi bir taksi şoförüne rastlamak istemiyordum. Hele aç ve asabi olanına hiç!

"İyi akşamlar" diye bir yoklama macunu çektim hemen. İrikıyım şoför esnafı arkadaş yüzüme bile bakma tenezzülünü etmeden, homurdandı. Daha doğrusu anlaşılmaz sesler çıkararak kükredi. "Tamam" dedim, "arıyorduk bulduk!" Bindiğim taksinin şoförünün sadece sinir sisteminden ibaret olduğunu anlamamak için "salak" olmak lazımdı, o yağmurlu, puslu, isli, kükürtlü sonbahar akşamında. Açlıktan dolayı hafif sersemlemiş olduğumu kabul ediyorum, ama "salak" değildim.

"Allah'ım yardım et" diye içimden geçirip, ardı sıra da yine içimden ilk aklıma gelen "şerden Yaradan'a sığınma duaları olarak da bilinen Felak ve Nas surelerini okumaya yeltenmişken, ortaokul Fen Bilgisi kitaplarındaki sinir sistemi şemalarını andıran şoför efendi tekrar kükredi: "Ne tarafaa!" Hadi şimdi buyrun burdan yakın! Kusura bakmayın, bu "burdan yakma"nın hikâyesini anlatırdım ya, mevzuyu şimdilik dağıtma niyetinde olmadığım için tekrar taksideki dehşet anlarına geri dönüyorum.

"Ne tarafa" kükremesine verilecek doğru cevap "Şişli'ye" olmalıydı olmasına ya, büyük ihtimalle ben Şişli'ye gitmeden şişe geçirilirdim şoför tarafından. Hani haksız da sayılmaz adam, onun tarafından baktığınızda. Akşam… Yağmurlu... Trafik kilit... Ve yakın mesafe yolcusu... Bir taksi şoförü tarafından telef edilmeniz için bütün nedenler elinizde.. Ben zihnimden bunları geçirip ne yapmam gerektiği konusunda bir sonuca ulaşmaya çalışırken sinir sistemi görünümlü şoförümüz tekrar böğürdü: "Ne tarafa dedik!"

Birdenbire, "Bolu'ya!" dedim. Niye dedim bilmiyorum! Bolu'da bir Allah kulu tanıdığım mı var, hayır. Bolu'ya Taksim'den taksi tutup ya da çevirip gidecek kadar zengin miyim, asla! Sanırım şoförü rahatlatıp bana çok sinirlenmemesi, hatta benden hoşlanması, beni çok para kazanabileceği bir keklik gibi görmesi için böyle bir laf ettim. Sonra da kendime güven geldi. Öyle ya ben koskoca bir Bolu yolcusuydum! O taksimetre oraya kadar en az yedi sekiz kere sıfırlanır tekrar başa dönerdi.

Adeta bir Bolu beyi gibiydim bizim sinir sistemi abimiz için. Artık beni sevmeliydi. O da benim gibi bu güzergaha inanmamış olmalı ki, ilk kez benden yana dönerek tekrar haykırdı: "Bolu ya mı?!"

Azıtmıştım: "Evet" dedim, "önce bir Bolu yapalım, sonra Mudurnu, Yeniçağa filan dolaşacağız. İşlerim var da!" İşlerim var? Benim? Bolu'da, hele hele Mudurnu'da ve özellikle Yeniçağa'da. Mudurnu'yu marketten aldığımız tavuk poşetlerinden hatırlıyorum da, ben bu Yeniçağa'yı nerden uydurmuştum? Can korkusu adama neler yaptırmıyor ki! Bolu'ya mı? Gittik gittik… Nasılını hiç sormayın!.. Epey bir zamandır da Mudurna'da yaşıyoruz. Küçük bir ev tuttuk. Geçinip gidiyoruz işte…

Çiçekdağı Kırtıllar köyünden Neşet

Gönülden gönüle giden gizli yolun feryadıydı o. Yaşar Kemal ona bozkırın tezenesi adını vermişti. Bozkırın… Yani yoksulluğun, yalnızlığın, kavrukluğun, yanıklığın, sevdasını sırrına saklayanın tezenesi, mızrabıydı.

Bozlaktı sesi. Yani kuralsız bir feryattı. İçinden geldiği gibi, gönle aktığı gibi. 2012'nin eylülünde kaybetmiştik onu. Kaybettiğimiz gün "Gönül Dağı"nı, "Zahidem"i, "zülüf dökülmüş yüzü", "cahilken dünyanın rengine kanmışlığımızı"da kaybetmiştik. Oysa o, leylasını kaybettiğinden beri bizi can evimizden yakalamıştı ağıtlarıyla, bozlaklarıyla, türküleriyle.

Abdallık geleneğinin belki de son büyük temsilcisiydi. Kendi yazdıklarını havalandırıp, türküye bozlağa döktü. Sadece içinden geldiği gibi söyledi ve öyle yaşadı. Neşet Ertaş, "Kalpten kalbe bir yol vardır görülmez, gönülden gönüle gider" sözünü etmişti ve bu söz üzere göçüp gitti. Bu bile yetti hepimize, insan olabilme bahsinde, hayat bilgisi kitabımızda döne döne tekrar okuma parçası olmak için.

Başrollerde İstanbul

Daha hiç tadını almadan çekip gidiverdi zannettiğimiz sonbahar; soğuk birkaç günün ardından, İstanbul'a geri döner. Şimdi öğleden sonraları yeniden sepia, yeniden melankolik, yeniden Prusya mavisi…

Çekip gidiverdi zannettiklerimizin dönebilir olma ihtimali ile inşa edilmiştir tren garları… Havalimanları… Otogarlar… Vapur iskeleleri... Ama nedense en çok tren garlarına yakışır geri dönmek. Uzun rayların birleştirdiği uzun bir hikâyenin uzun uzun hatırlanmasıdır belki de geri dönüşler. Haydarpaşa garı bunun için yeryüzü tarihinin en dramatik demir ve buharına sahip yeridir.

Gelişlerin ve gidişlerin gözyaşıyla kol kola raks ettiği peron öyküleridir oranın havası… Yakıp kavuran ama bir o kadar da var kılan müstesna bir insanlık halidir hasret… Ya da özlem... Ah İstanbul, unutmabeni çiçeğinin de başkenti. Kavuşmaktan çok beklemeyi; kavuşma ihtimalini sevmiştir şairler, bestekârlar, vesair kenar-köşe insanları…

Avni Anıl, Yusuf Nalkesen, Özdemir Asaf, Suat Sayın, Cahit Zarifoğlu, Hüseyin Avni Dede, Orhan Veli ve diğer namlı dil kuyumcuları İstanbul'un... O yüzden uzundur tren yolculukları, o yüzden uzun ve kesintisizdir raylar, o yüzden uzundur beklemek ve o yüzden en çok tren garlarına yakışır bekleme öznesi... Biraz karışık oldu galiba, ama bu çekip gitme-özlem-kavuşma üçgeninin bizzatihi kendisi karmakarışık değil mi zaten? Çözebilir miyiz bilmiyorum bu yün yumağını ama denemeye değer…

İstanbul soldan sağa resimdeki komik: Nejat Uygur…

BİZE ULAŞIN