İbrahim Altay: İBRAHİM EFENDİ’NİN ASTRAL SEYAHATLERİ

İBRAHİM EFENDİ’NİN ASTRAL SEYAHATLERİ
Giriş Tarihi: 2.9.2022 13:50 Son Güncelleme: 12.9.2022 11:08
O gece rüyasında Leyla, İbrahim Efendi’ye görünmüş ve “neredesin” demişti. İbrahim Efendi sıçrayarak yatağından kalkmış, bir daha da uyuyamamıştı. Güneş doğarken evinden çıkıp Leyla’yı bulmaya karar vermişti. Gidip Leyla’yı bulacak, ona açılacaktı.

İbrahim Efendi'nin uykuları Uşak beldemizde bulunan dünyanın en büyük ikinci kanyonu kadar derindir. Aranızdan bazı müfsitler, "Efendi, biz Uşak'a gittik, oradaki kanyonu gördük. Dünyada hatta ülkemizde bundan çok daha büyük, çok daha uzun ve çok daha derin kanyonlar var" şeklinde itiraz edebilir. Güya İbrahim Efendi vaktiyle Uşak'ta coğrafya muallimi imiş; kanyon keşfedilince belediye reisine, "En büyük dersek dikkat çeker, en büyük ikinci diyelim filan demiş, öyle kalmış." Yok efendim, "İbrahim Efendi insanları kandırmış." Bunlara itibar etmeyiniz. İnsan etine müptela bu bilgi ve hikmet yoksunu kimselerin sözüne kulak asmayınız. Bunlar gerçekle hakikat arasındaki farkı bilmeyen aymazlardır.

Neyse, konumuza dönelim. İbrahim Efendi'nin rüyaları Kastamonu havalisinde bulunan ve âdem yuttuğu için kendilerine "yerin kulağı" adı verilen mağaralar kadar derindir. Bir yatışta en az yedi rüya görmeden kalktığı vaki değildir. Umumiyetle bu rüyaların hepsini saniye saniye hatırlar ve uyandığında rüyanamesine kaydeder. Fakat sabah uyandığında fark etti ki hafızası çarpılmış bir denizatının imgelemi gibi boynunu ve başını tutarak dolaşıyor. Efendi yalınız bir çift göz hatırlıyor. Bir çift göz ki içinde boğulmaktan korktuğumuz için bakışlarımızı kaçırıp durduğumuz, bu yüzden de ne renk olduğunu bir türlü tespit edemediğimiz bu bir çift göze biz aramızda "Leyla" diyoruz.


Gerçek Leyla'yı görmediler
Bazı şairler Leyla'yı "Ela gözlü bir çöl ahusu", "saçları bahtımdan daha siyahtı", "kesik yanaklı" filan diye tasvir ettiler fakat kanımca bunların hiçbiri gerçek Leyla'yı görmediler. İşin doğrusu gerçek Leyla'yı kimse görmemiş de olabilir fakat bu da çok önemli değil. O gece rüyasında Leyla, İbrahim Efendi'ye görünmüş ve "neredesin" demişti. Elbette Leyla bunu ağzıyla ya da bakışlarıyla söylememişti. Hal ve tavırlarıyla da hissettirmemişti. Yalnızca İbrahim Efendi'nin anlayabileceği bir dilde izhar etmişti. Leyla'nın o sonsuz telaşını ve manasız heyecanını iliklerinde hisseden İbrahim Efendi'nin içi ürpermeyle dolmuş, sıçrayarak yatağından kalkmış bir daha da uyuyamamıştı. Güneş doğarken evindençıkıp Leyla'yı bulmaya karar vermişti.


Güneş deyince bir meseleyi daha vuzuha kavuşturmakta fayda var. İbrahim Efendi müneccimbaşı olduğu günlerden kalma bir alışkanlıkla evden çıkmadan yıldız haritasına bakar, ayrıca gezegenlerin konumlarını tahkik ederdi. Özellikle önemli kararlar alacağı günlerde Merkür kardeşimiz yörüngesinden sapmış mı ya da yavaşlamış mı diye bakardı.

O gün de öyle yaptı. Retro metro olmadığını görüp rahatladı. Gidip Leyla'yı bulacak, ona açılacaktı.

Garibim İbrahim Efendi, pandemi sebebiyle, kim bilir kaç senedir sokağa çıkmadığı için karşısına çıkan ilk kadını Leyla zannetti ve takip etmeye başladı. Önce bir endam gördü arkasından ipince, demek isterdik fakat öyle olmadı. Sağlıklı beslenmediği ve mütemadiyen sandalyede oturduğu için Leyla'da karaciğer yağlanması baş göstermişti. Elindeki ağır çantayı taşımaktan olsa gerek omurgası yamulmuştu. Ayakkabılarındaki çiviler yüzünden zorlukla yürüyordu.

Leyla ile karşılaşma

Az gittiler, uz gittiler, tuğla ve demir kullanılmadan yapılmış devasa bir cam binanın önüne geldiler. Binanın önünde belli aralıklarla açılıp kapanan bir kapı vardı; o kapıdan geçip içeriye girdiler. En alt kata inip bir kafeye oturdular. İbrahim Efendi, Leyla'nın hemen karşısındaki masaya oturdu ve cesaretini toplayıp ona ilk kez baktı. Şaşkınlıktan donakaldı.

Leyla'nın gözleri yoktu; onun yerinde iki karanlık kuyu. Yüzüne ve gözlerine savaş boyaları sürmüştü. Hafif bir rüzgâr esip Leyla'nın kokusunu getirdi; fakat ne yazık ki Leyla'nın kokusu şehrin kokusunun bir türevi idi, adeta bir kimya laboratuvarı gibiydi. Yürürken terlemiş ve Leyla'nın yüzü kocaman bir ter damlasına dönüşmüştü.

İbrahim Efendi, yanına gidip "merhaba" desem mi diye düşünürken Leyla'nın bir arkadaşı geldi. Leyla ve arkadaşı "aşkım, hayatım, bir tanem" diyerek abartılı sevinç gösterileriyle birbirlerine mimik yaptılar. O sırada poğaçacı gelip tabakları masaya bıraktı. Leyla yağlı poğaçayı iki eliyle birden avuçlayıp ağzına götürdü, iki lokmada yedi. Sonra yağlı elleriyle saçlarını düzeltip konuşmaya başladı:

"Nefret ediyorum ondan. Ne istiyorum biliyor musun? Dokuz canı olsun istiyorum. Sekizini bu çıplak ellerimle ben alayım. Onu sekiz farklı yöntemle öldüreyim.Nasıl yapacağımı ayrıntılı bir şekilde planladım. Bütün sahneler kafamda. Bir canına dokunmayacağım ki kalan o tek canıyla ona yaşatacağım acıların hepsini hissetsin ve bir şey yapamasın."

O sırada kapıdan bir adam girdi. Arkadaşı Leyla'yı "seninki geldi" diyerek ve gözleriyle işaret ederek uyardı. Leyla ayağa kalkıp adama doğru birkaç adım attı ve "hoşgeldin canım" diyerek sevinçle boynuna sarıldı.

İbrahim Efendi için olaylar iyice şaşkınlık verici bir hal almaya başlamıştı

BİZE ULAŞIN