"İnsan: mecburen özgür varlık: Bir taşı yukarı
fırlatsak 'iradem ile çıkıyorum' derdi."
İbnü'l-Arabi
"Özgür olmasak neyi kaybederdik: Hiç!
Daha az tartışır, daha çok hayal kurardık."
Anonim
İnsan özgür müdür, değil midir" sorusu kadar mühim bir konu, "kimden veya kime karşı özgürüz" sorusu olabilir. Başka bir anlatımla özgürlüğün tanımını bilmeden konuşmak bizi sahih bir neticeye erdirmez. "Biz ne zaman/nasıl özgür oluruz veya özgürlüğümüzü kime karşı elde ederiz" sorusu özgürlüğün tanımı için cevaplamamız gereken soruların başında gelir.
Özgür olmayan insanlar her zaman var olagelmiş, hiç kuşkusuz! Özgürlüğünü tamamen yitirmiş insanlara köle denir; köleler tarihin her döneminde var olduğuna göre özgürlük hakkındaki ilk düşünceler onları hesaba katarak ortaya çıkmış olmalıdır. Köle, kendisi veya başka bir şey/kişi hakkında karar alamaz, iradesiyle hareket edemez, kendi başına tasarrufta bulunamaz. Günlük bir deyimle "ayakları üzerinde duramayan" insandır o. Özgürlükten söz ederken arzularını gerçekleştirmek veya hayat için gerekli kararları alabilmekten söz ederiz. Demek ki özgürlüğün ne olduğunu anlamak için gerekli kavramlardan biri "irade" yani arzularımızı gerçekleştirebilme salahiyetidir.
Peki, özgür insan kimdir? Kölenin sahibi olan insan, "özgür insan" örneği olarak düşünülebilir mi? Köle için ideal hayatlardan biri sahibinin hayatıdır muhtemelen: İradesiyle hayatını yaşayabilen, kararlarını alan-uygulayan biri olarak sahip kölenin özgürlük ufkunu belirler. Kölenin sahibi kendi hayatı üzerinde olduğu kadar başkalarının hayatı hakkında da karar alabilir. Bu durumda özgürlük telakkimiz, karar verme imkânı olmayan köle ile karar verebilen ve uygulayabilen iradeli sahibinin karşılaştırılmasıyla şekillenir fakat bu ayrıştırmayla özgürlük bahsini yerli yerine oturtmuş olabilir miyiz?
Düşünce tarihinin en çetrefilli konularından biri olan özgürlük meselesi üzerine nice tartışma "köle ve sahibi" ayrımı ile anlaşılabilir mi? Hiç kuşkusuz hem kavramın muhtevası hem yol açtığı tartışmalar cihetiyle bakarsak, köleye göre özgür olan insan özgürlüğün basit bir kısmını temsil eder. O kadar ki bazı özgürlük yorumlarına göre-mesela nefsin arzularına karşı özgürleşmek anlamında bir erdem olarak özgürlükte köle sahibinden daha özgür sayılabilir.
Mutlak özgür olan Allah'tır
Peki, nedir bu özgürlük meselesi? Özgürlük hakkında konuşmak; hayat hakkında konuşmak, insan ve onun umutları-korkuları üzerine düşünmek, insanın yeryüzündeki serüveni üzerine akıl yürütmek demek olduğu kadar insanın ne umabileceği ve ne olabileceği hakkında konuşmak demektir. Özgürlük üzerine konuşmak insan ahlakı üzerine konuşmak, hatta ahlaki bir varlık olarak insan üzerinde konuşmak demektir. Özgürlük üzerine konuşmak "düşünen bir canlı" olarak insanı anlamak, irade ile düşünce arasındaki irtibatı keşfederek insanın dünyadaki müstesna yerini tespit demektir. Özgürlük üzerine konuşmak doğada insanın yapayalnızlığını konuşmak demektir; belki özgürlüğe olan düşkünlüğümüz hatta mecburiyetimiz bizi yeryüzünde yalnız kılan en önemli yönümüzdür.
Hepsinden önemlisi özgürlük üzerinde konuşmak Allah hakkında düşünmek ve konuşmaktır. Çünkü gerçekte bizi özgürlüğe âşık kılan ve zihnimizi şekillendiren esas bilgi Allah hakkındaki düşüncemizdir. Mutlak ve mükemmel anlamda özgür olan Allah'tır. Bu bakımdan özgürlüğün bilgisi Allah'tan bize geldiği gibi özgür olmak, Allah gibi bilmek, O'nun gibi güçlü-kudretli olmak, O'nun gibi yapabilmek demektir.
Özgürlük meselesi günlük hayattaki basit gözlemlerden ortaya çıkarak temel bir düşünce sorununa doğru evrilmiştir: Bir düşünce meselesi hâline geldikten sonra da insanın tabiat ile ilişkisi başta olmak üzere yaşadığı çevre, var olduğu dil-tarih, beşeri ve doğal çevresi gibi onunla ilişkili her konuyla ilişkili hâle gelmiştir. Zamanla bu konuların bazıları daha öne çıkmış, bazıları ikincilleşmiş olabilir: her hâlükârda özgürlük, insan ile öteki kişi veya şeylerin sınırlarını belirleyen temel konu olmuştur. Bu itibarla özgürlük insanın kim olduğunu düşünürken bakmak zorunda olduğumuz kavramdır: "Ben kimim" sorusu özgürlük üzerinden anlaşılabilir.
Özgürlüğün bir yönü de ahlak alanında ortaya çıkar: Özgürlüğü en çok kuşların gökyüzündeki "serbest" uçuşlarıyla betimleriz: Kuş kadar hafif olmak ve özgür uçmak bedenin ve doğanın sınırlarını aşmak hayalini bir ideal gibi ufkumuza yerleştirir. Bedenle ilişki fiziksel bir ilişki değil, aynı zamanda ahlak teorilerine göre, ahlaki bir sorundur. Beden ve onun dünyası, arzularımızı ve zaaflarımızı teşkil ederken ruhumuz insanlık erdemlerini ve hakiki olanı temsil eder. Beden ile ruh arasındaki gerilim -bazen akıl veya arzu da denilebilir- ahlakın istikametini belirler.
İnsan, bedenin arzularını tedbir ederek insanlık gayesine doğru yürümekle yükümlü varlıktır. Aslında özgürlükle hedeflediğimiz saadet ve kemal bu yolculuğun bittiği yerde kendini gösterecektir. İnsanın ahlaki varlık oluşu, mevcut durumu ile nihayetinde varabileceği maksat arasındaki çelişki üzerine kuruludur. Her insan mevcut hâline göre daha yüksek maksada varabilir: Kuvvenin fiile taşınması ise ahlaki bir yöntemle mümkündür. Bu yönüyle "insan nedir" sorusunun cevabı, "insan ne olabilir" sorusunun cevabı bulununca verilebilir. Ahlaki bir varlık olmadan insan tanımı tamamlanmış değilken ahlaki varlık hâline gelmeden özgürlüğü de anlamış olmayız.
İnsan neyi bilebilir?
Müslümanlar erken dönemden itibaren insan özgürlüğü meselesini ele alırken konunun iki yönlü olduğunu fark ettiler: Birincisi "insan neyi bilebilir" sorusunda odaklanan bir takım tartışmalara yol açmışken öteki "insan neyi yapabilir" sorusunda odaklanmıştı. Özgürlük denince daha çok aklımıza ikincinin gelmesi (yapabilme özgürlüğü ve imkânı) zihnimizi meselenin odağından uzaklaştırır. Neyi bilebiliriz ve neyi yapabiliriz sorusu özgürlük meselesinin dinî düşünce geleneğindeki ana konusudur.
Meselenin bu şekilde ele alınması bütün düşünce tarihinin doğal seyrini de bize gösterir. Bilgi teorisinin en ciddi konusu neyi bilebiliriz sorusuydu. Bilgi dediğimiz şey ile duyguları, temennileri veya edebiyatı, sanatı ayrıştırmak gerekir: İnsan pek az şey bilir fakat her şey hakkında konuşmak ister. Bilgiyi duyguya katmak veya arzuları gerçek sanmak zihnimizin en ciddi yanılsamasıdır. Zihnin ilk görevi bilgiden bilgi olmayanı ayrıştırmaktır. Bu nedenle insanlar "bilgi nedir" ve "bilgiye benzeyen nedir" sorusunu ciddi sorun olarak ele alarak insanın bilebilme-yapabilme imkânlarını tahlil etmişlerdir.
Bununla birlikte dinî düşünce tarihinde özgürlük bahsi bugünkü gibi karmaşık bir çerçevede tartışılmamıştı. Günümüzde tartışılan kamusal alan, devlet ve bireyin ilişkisi veya bireyin yaşadığı sosyo-kültürel dünyayla irtibatı gibi sorunlar yeterince fark edilmemişti. O dünyada özgürlük denilince daha çok Tanrı ve tabiat karşısında insanın özgürlüğü sorunu anlaşıldı. En önemli konu da Tanrı ve insan ilişkisiydi: İrade-i cüziyye ve irade-i külliyye meselenin can damarını teşkil ediyordu.
Bugün ortaya çıkan karmaşık sorunları klasik dönemdeki kavramlarla ve yaklaşımlarla tartışabilmek mümkün görünmüyor. Her şeyden önce klasik dönemde özgürlük sorunu çok dar bir bağlamda ve bireysel alanla ilgili tartışılıyordu. Bu tartışmalar evvelemirde bilgi-eylem imkânları seklinde ortaya çıksa bile zamanla yeni boyutlar kazanmıştı. Dinî düşüncenin bu alandaki en ciddi meselesi insanın özgürlüğünü ele alırken Tanrı'nın özgürlüğünün sınırlanması endişesiydi. Buna mukabil Tanrı'nın kudretini kabul ederken de insanın yükümlü olduğunu açıklayabilmek gerekiyordu.
Müslüman düşünürler birkaç teori üzerinde bölünmüşlerdi ki bu teoriler hâlihazırda geçerliliğini büyük ölçüde korur: Birincisi mutlak bir kaderciliği savunarak insanın özgürlüğünü reddeden "cebri" eğilimdi. Buna mukabil özgürlüğü savunan Mutezile geliyordu. Onlar kelimenin hakiki anlamıyla İslam toplumundaki özgürlükçü ahlakçılardı: İnsanın hem bilebilme hem yapabilme özgürlüğünü savunuyorlardı.
Mutezilenin hareket ettiği nokta insanın sorumlu olabilmesi için özgür olmasının gerekliliğidir. Onlar bu düşünceye herhangi bir tabiat araştırması veya teorisinden değil, daha çok dinî düşünceyi şekillendirdikleri ilkelerden ulaşmıştı: Adalet! Her şeyden önce Allah hakkındaki iyimserlikleri –Allah, mutlak âdildir- onları böyle bir kanaate taşıdı. Allah insanı sorumlu kılmışsa onu özgür kılmış olmalıdır. Başka bir anlatımla özgürlüğün nedeni sorumluluktu. Bu gerçekte bir açıklama olmaktan çok var sayımdı.
Mutezilenin yaklaşımı Müslüman cemaat içinde ciddi bir sorun teşkil etmedi. Onlar daha çok "vaat-vait" gibi ahirette Tanrı özgürlüğünü sınırlayan kavramlardan söz etmeye başlayarak ibadeti "Tanrı-insan sözleşmesi"ne dayandırdıklarında veya ilahi kelamın tabiatı üzerinde konuştuklarında tepkiyle karşılaştılar. İki tavır arasında ehl-i sünnetin paradoksal tutumu ise meseleyi çözümsüz noktaya yerleştirdi: Özgürlüğü asla izah edemeyeceğiz! Ehl-i sünnete göre insan haddi zatında özgür olmamakla birlikte özgürmüş gibi yükümlüdür.
Tasavvuf başka bir açıdan meseleleri gündeme getirdi. Tasavvuf insan, toplum ve tarih ilişkisini ele aldığı kadar daha çok insan arzuları ile insanın ulaşabileceği kemal arasındaki çelişkiye dikkatimizi çekerek ahlaklanarak özgürleşmeyi savundu. Sufiler insan özgürlüğünün karmaşık bir mesele olduğunu göstermekle çok büyük katkı sağladılar. Onlara göre özgürlüğe ulaşabilmek; arzuları yenmeye, toplumun, tarihin ve belki mekânın üzerimizdeki etkilerinden kurtulmaya, gerçek anlamda bireyselliğe ulaşmaya, dünyevi bağlardan kurtulmaya bağlıdır. Sufiler çevremizin üzerimizdeki etkilerini en çok dil ile tesis ettiğini fark eden zümre idi.
Belli bir dönemde verimli sonuçlar ortaya çıksa bile artık bu tartışmalar günümüzde özgürlük meselesiyle ilgili tartışmalar karşısında çok yetersiz kalır. Her şeyden önce klasik İslam düşüncesinde siyaset, toplum ve birey ilişkileri temel bir mesele olarak tartışılamadı. Devlet ve iktidar karsısında insanın durumu sınırlı konular üzerinden ele alınmakla yetinildi. Hiç kuşkusuz başka bir durum da beklenemezdi çünkü söz konusu kurumlar modern kurumlar olduğu kadar sorunlar da önemli ölçüde yenidir.
Söz konusu kurumların ve sorunların teşekkül ettiği dönemlerde ise meselelere katkı sağlayabilecek düşünce geleneği kalmamıştı. Bu bakımdan Müslüman aydınlarca özgürlük meselesi sınırlı ve sığ bir zeminde ele alınabilmektedir. Hâlbuki özgürlük sorunu pek çok alt başlığıyla birlikte yeni sorunlar ve kavramlar ortaya çıkartarak en geniş sınırlarına ulaşmıştır.
Öte yandan özgürlük meselesini ele alırken yeni yaklaşımları hesaba katmak gerekir. Bu meyanda sosyal bilimlerin getirdiği tahlil yöntemleri, üretim-tüketim ilişkileri üzerinden özgürlük ve insanın zihni imkânları meselesi ciddi bir sorun olarak ortadadır. Psikolojide insan davranışlarını köklerini tahlil eden yaklaşımları hesaba katmak gerekir. Zihin felsefesi ve düşünme melekesi üzerindeki tartışmalar insanın bilgi ve yapma imkânlarını yeni gözle ele almayı gerektirmektedir.
Müslüman düşünürler için özgürlük meselesinin kadim sorunları her zaman gündemde kalacaktır, bunda tereddüt yok. Bir Müslüman için insan özgürlüğü ile Tanrı'nın iradesi-kudreti arasındaki irtibat en ciddi konudur. Ancak bu meseleleri ele alırken insanın insanla, tabiatla toplumla, devletle, en nihayetinde insanın kendisiyle ilişkisi meselesi ihmal edilmemelidir.