Dedem kervancıydı. Kendisinden çok hikâye dinlemişliğim vardır. Bizim oralarda hikâye anlatıcılığı nesilden nesle geçen bir durumdu. Arapça "Hikkoye" diye anılan meseller akşamları aile büyüğünün etrafına özellikle çocukları toplamasıyla büyük bir şölene dönüşürdü. Anlatıcının olayı teatral bir şekilde anlatması geleneğin bir parçası mıydı bilmiyorum ama canavarın nasıl garip sesler çıkardığını tüm çocuklar ezbere bilirlerdi.
Bu gelenek artık yok. Kimsenin hikâye anlatıcılığı yaptığını duymadım. O hâlde bizde bu masalı yeniden bir umut olur diye anlatalım:
Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; develer tellal iken, pireler berber iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, bir adam varmış. Bu adamın bir oğlu varmış. Bu oğlunu okumaya vermiş. Oğlan okuyamamış, geri gelmiş. Zamanla babası ölmüş. Bunlar oğlan, oğlanın karısı ve annesi üçü kalmışlar.
Çok fakirlermiş. Sadece iki eşekleri varmış. Oğlan bu eşekle gider odun getirir, geçimlerini bu şekilde sağlarlarmış.
Bir gün yine böyle arkadaşları ile oduna gidince, bir yağmur yağmış. Bu yağmurdan korunmak için bir mağaraya girmiş. Bu oğlanın adı Camsat'mış. Oğlan toprağı eşelemeye başlamış. Eşelerken mağarada Şahmeran'ın bal kuyusuna rastlamış. Yanındakilere bu balın hepsini götürmek için gidin kap getirin demiş.
Gitmişler ne kadar kap kacak varsa bulup getirmişler. Bütün balı yükledikten sonra Camsat'ı kuyudan çıkarmamışlar. Camsat, "Haydi beni de yukarı çekin" dediği zaman; "Çıkarmıyoruz, eğer seni çıkarırsak sen de bu bala ortak olacaksın, o yüzden başının çaresine bak" demişler.
Camsat feryat figan etse de sesini duyan olmamış. Kuyunun dibinde kala kalmış. Artık tüm ümidini kesmiş. Çünkü ne gelen varmış ne giden. Cebinde çivi gibi bir şey varmış. Yeri kaza kaza kendi sığacağı kadar bir yer açmış.
Arapça "hikkoye" diye anılan meseller akşamları aile büyüğünün etrafına özellikle çocukları toplamasıyla büyük bir şölene dönüşürdü.
Diğer tarafa geçince ne görsün? Kocaman bir saray! İçine girip gezmeye başlamış. Yorulunca bir yerde uyuyakalmış. Uyanınca ne görsün? Dağ gibi kocaman kocaman yılanlar sıraya dizilmişler. Yarı yılan yarı adam şeklinde bir yılanı tahtta görünce küçük dilini yutmak üzereymiş. Bu yılan Camsat'ı görmüş.
- Ey insanoğlu ben senin yüzünden kaçtım, burada da mı buldun beni?
Camsat başından geçenleri anlatmış. Yılanların padişahı; "Sen burada kalacaksın" demiş.
Camsat'a büyük hürmet ve saygı göstermişler. İnsanoğlu korkmuş. Ne de olsa karşısındakiler yılanmış.
Camsat, Şahmeran'a demiş ki:
- Beni buradan çıkar.
- Senin buradan çıkışın benim ölümüm olur.
- Yahu nasıl olur?
- Öleceğim işte.
Bir iki gün böyle devam etmiş. Derken Camsat çok yalvarmış. Şahmeran bunun yalvarmasına artık dayanamamış ve demiş ki:
- Bak, senin buradan çıkışın benim ölümüm olur. Yalnız sana bir şey diyeceğim. Benim vasiyetim olsun. Kuyruk suyumu içme. Birinci suyumu hekime içir; ikinci suyumu padişaha içir; üçüncü suyumu kendin iç. O zaman on iki ilim sahibi olursun. Oradan yılanın birine emir vermiş:
- Bunu yeryüzüne çıkar.
Camsat yeryüzüne çıkar çıkmaz hemen balı alan adamları bulmaya gitmiş. O adamlar yörenin en zengin adamları olmuşlar. Camsat:
- Bu kadar parayı nereden buldunuz?
- Sana ne be. Oradan buradan bulduk işte.
- Yalancılar, siz falan yerde bal buldunuz onu satıp bu kadar zengin oldunuz deyince Camsat'a bağırıp çağırarak başlarından savmışlar.
O ara padişah çok hastalanmış. Hekimler demiş ki; "Padişahım derdinizin dermanı Şahmeran'ın kuyruk suyudur. Onu bulup içerseniz, iyileşirsiniz. Padişah sinirlenerek; "Ben nereden bileyim, nereden bulayım Şahmeran'ı" deyince hemen akıllı vezir yetişmiş padişahın imdadına.
- Merak etmeyin padişahım ben Şahmeran'ı göreni nasıl bulacağımı biliyorum. Şimdi büyükçe bir hamam yaptıralım ve herkesi oraya toplayalım. Çünkü Şahmeran'ı gören adamın vücudu bellidir. Onun da vücudunun belli bir kısmında yılan derisi peyda olmuştur.
Herkesi hamama toplamışlar. Tam vezirin önünde geçerken Camsat'ı tutmuşlar.
- Sen Şahmeran'ı görmüşsün
- Hayır, görmedim.
Ne yaptılarsa Camsat söylememiş. En sonunda
- Vurun kellesini, demişler.
Kellesinin vurulacağını anlayan Camsat, istemeyerek de olsa Şahmeran'ın yerini göstermiş. Padişahın askerleri hemencecik Camsat'ın söylediği yere gitmişler ve Şahmeran'ı öldürüp padişaha getirmişler. Kuyruk suyunu kaynatıp birinci suyu padişaha, ikinci suyu hekime vermişler. Üçüncü suyu da Camsat içmiş ve on iki ilim sahibi olmuş. Bir zaman sonra padişah ölmüş. Yerine Camsat geçmiş ve padişah olmuş. Bu masalımızda burada bitmiş.
Dedem anlatırdı bu masalı. Onun etrafında toplanır her seferinde başka masallar beklerdik. Her seferinde başka bir maceraya atılıyor olmak çok güzeldi bizim için. Çocuktuk çünkü ve bizim için en güzel şey hayal etmekti. Hayal ettikçe gidiyorduk oralara ve hayal ettikçe yaşıyorduk. Farkında değildik, büyüyüp hayal edemeyince anladık bunu.