Tuluyhan Uğurlu: Türk Marşı, Sofya’da dans ve mehter müziği

Türk Marşı, Sofya’da dans ve mehter müziği
Giriş Tarihi: 23.11.2018 15:47 Son Güncelleme: 23.11.2018 15:47
Yüce bir görevi olan mehteran düğünlerde, açılışlarda çalar oldu. Çatlak bir zurna sesi, ritmi tutturamayan bir kös bizim bize yaptığımız en büyük hakarettir.

Mehter, Asya'nın bozkırlarından Batı'ya doğru yürüyen dev bir ordunun sesidir. Savaşa bile bir ahenk ve musiki katabilen eski dünyanın yiğitlerinin coşkusudur. Bu ilk askeri bando takımı Orta Asya'nın güçlü devletlerinden Hunlardan beri bilinir. Anadolu'nun ilk büyük devleti Hititler döneminde bu topraklarda da yankılanmıştır. Hitit kabartmalarında varlığını görmek mümkündür.

Mehter müziğinin en önemli yanı şaşmayan ritmidir. Şarkılı yahut şarkısız olsun, önünde belirli bir melodik yapı kullanılsın yahut kullanılmasın o şaşmayan ritim kararlılığı, disiplini, coşkuyu ve zaferi vurgulamakla kalmaz, adeta yeri göğü inleterek kâinata seslenir.

Mehter müziği asırlar içinde gelişti, Selçuklu ve Osmanlılarda daha da önem kazandı ve Anadolu'ya yürüyen Türklerde ordunun bir parçası oldu.

İslam'ı kabul eden Türklerin yeni toprakları fethetmeleri tarih boyunca hiçbir ülkenin savaş stratejisine uymaz. Müslüman Türkler, Anadolu ve Balkanlar'da fethedecekleri topraklara önce dervişleri gönderir, halka Türkleri ve İslam'ı tanıtırlar. Ardından fazla kan dökülmemesi için bölge abluka altına alınır, bekleyiş başlar. Sonra ordunun musiki takımına önemli bir görev verilir. Mehteran alınacak bölgenin büyüklüğüne göre geniş bir kadro ile 24 saat aynı ritimle Türklerin gücünü anlatır. Bu, günlerce süren ve kuşatma altındaki şehirdekilerin moralini bozmaya yönelik psikolojik bir savaştır. Hiçbir iletişim aracının olmadığı, insanların sadece konuşarak ikna edilebildiği yüzyıllarda uygulanan bir propaganda çalışmasıdır. Günlerce süren ve bitmeyen mehter konserlerinin (!) sonunda pek çok şehir teslim olmak istediğini belirtmiş, Selçuklu ve Osmanlılar bu kentleri kan dökmeden topraklarına katmışlardır.

İstanbul'un fethinde 300 kişilik, Viyana kuşatmasında 40 bin kişilik mehter takımının 24 saat boyunca Türk'ün gücünü göstermek için bu farklı askeri musikiyi icra ettikleri söylenir. Rakamlar ne kadar doğrudur bilemem ama mehter musikisinin gücü bugün hâlâ ses sistemlerine gerek kalmadan yeri göğü inletir.

Piyano-mehteran konserlerini Türkiye'de ve dünyanın dört bir yanında ilk kez gerçekleştiren ve sürdüren Senfoni Türk albümümde piyano, mehteran ve orkestrayı bir arada kullanan bir besteci olarak bu müzik benim için çok önemli. Mehteranla sayısız konserlerim olmuş ve hepsinde bu geleneksel askeri musikiye saygıyla yaklaşmışımdır. Mehter konserini aslına uygun olarak verir, ben piyano ile onlara eşlik ederim. Bazen iki eser arasını bağlar, bazen onların coşkusu içinde birlikte çalarım. Sıra salâ okunmasına gelince o muhteşem eseri ben piyano ile icra ederken grubun en güzel sesli solisti yanıma gelir ve yine aslına dokunmadan eseri çok sesli olarak icra ederiz. Dinleyenin tüylerini ürperten bu bölümün sonunda söz yine mehteranındır. Ordu bütün inancı ile savaşa hazırdır.

"Allah Allah İllallah, baş üryan, göğüs kalkan, dide al kan, sine püryan;
Bu meydanda nice başlar kesilir hiç olmaz soran;
Kahrımız, kılıcımız düşmana ziyan, kulluğumuz padişaha ayan;
Sayılmayız parmakla, tükenmeyiz kırmakla;
Üçler, beşler, yediler, kırklar, nur-u Nebi, kerem-i Ali, Hacı Bektaş-ı Veli;
Dem-ü devranına Hu diyelim, Huuu."

İki ileri bir geri değil, daima ileri
Mehter müziği alanında bestelenmiş çok güzel eserler var ama geçmişleri çok eski değil. Çoğu 100-150 yıllık bu sözlü eserler her dinlediğimizde bize farklı duygular yaşatır. Çok daha önceleri mehteranın sözlü müzik yapıp yapmadığı bilinmiyor. Sözlü eserlerden biri beni çok etkiler. Eseri her konserimde mehterle ile beraber mutlaka çalmak isterim. Arif Nihat Asya'nın Fetih Marşı isimli şiirinden Yıldırım Gürses'in bestelediği ve Yelkenler Biçilecek adıyla hatırlanan eser günümüz bestecileri için önemli bir örnek.

Mehterle ilgili iki şey beni rahatsız ediyor. Ne yazık ki sözde aydınlarımız arasında "iki ileri bir geri" anlayışı vardır. Mehtere ve geleneklerimize küçümseyerek bakarlar. Aslında burada mehteranın inanç ve saygısı söz konusudur. Yürüyüşe daima besmele ile ve sağ ayakla başlanır. Her üç adımda bir sağa ve sola dönülüp selam verilir. Bu mehter takımının sağa ve sola "Rahimallah" ve "Kerimallah" manasına gelen selam yürüyüşüdür. Yürüyüşte asla geri adım atılmaz, daima ileri gidilir.

Popüler kültürün kurbanı: Mehter
Hiç araştırılmadan, eğitilmeden, neredeyse sokaktan toplanan adamlarla kurulan mehter takımları da beni mutsuz etmekle kalmaz hem kızdırır hem de üzer. Bu sorumsuz davranış tarihimize, geleneklerimize saygısızlıktır. Yüce bir görevi olan mehteran düğünlerde, açılışlarda çalar oldu. Çatlak bir zurna sesi, ritmi tutturamayan bir kös bizim bize yaptığımız en büyük hakarettir. Asırlarca yüce bir görev için çalan, söyleyen mehteran artık ticari bir meta, hem de bir ucuz meta oldu. "Fazla masraf yapmadan bir de mehter takımı getirelim" denilerek programa eklenen anlı şanlı mehterimiz popüler kültürün kurbanıdır artık. Tıpkı semazenler gibi bu çok önemli geleneklerimizin ticari istismar konusu yapılması beni derinden yaralar. Bana bir yetki verilse bu iki konuda çok sert kararlar alabilirim.

Batı'da mehter müziğinin etkilediği besteciler, yazdıkları eserler çoktur. Osmanlı ordusu kılık kıyafeti, ordunun renkleri ile nasıl giyim kuşamı etkilediyse müziğiyle de büyük bestecileri etkiledi. Haydn, Beethoven ve Bizet'in mehter müziğinden etkilenerek yazdıkları eserler bilinir. Batı müziği orkestralarının zilleri mehter musikisinden aldığı da gerçektir ancak hepsinden önemlisi bence Mozart ve Türk Marşı 'dır. Saraydan Kız Kaçırma operası ile Osmanlı'ya olan sempatisini açıkça ortaya koyan Büyük Mozart, düşman ordusunun musikisinden etkilenerek Rondo Allaturca isimli eserini yazmış, eserin üçüncü bölümünde mehter ritimlerini piyano ile en güzel şekilde kullanmayı başarmıştır. Türk Marşı adıyla müzik tarihine geçen eserde sol el sürekli mehter ritmini vermekte, sağ el ise yine bize ait tınıları ustalıkla Batı müziği normları ile birleştirmektedir.

Mehteranın üzerimde bıraktığı etkiyle yazdığım Sofya'da Dans isimli eserimi duyan, bilen çoktur. Konserlerimde mutlaka çalmam istenen eserde Atatürk'ün Sofya'da askerî ataşe iken çağrıldığı bir kıyafet balosunda Batı'ya verdiği ders anlatılır. Osmanlı'nın zayıfladığı bir dönemde, Miralay Mustafa Kemal bir kostümlü baloya davet edilir. Genç subay uzun uzun düşünüp baloya katılan askerî erkâna bir ders vermek ister. İstanbul'da bir müze müdürü dostundan yeniçeri kıyafeti ister ve balonun ortasında bu farklı kıyafetle salona girer. Mustafa Kemal böylece, Osmanlı'yı nasıl bölüşeceklerini konuşup tartışan konuklara "Ben ölmedim, buradayım" mesajı verir.

Mozart'a dönersek, onu her zaman kendime yakın hissetmişimdir. O büyük deha, altın kaplama sarayların yüksek duvarları arasında mağrur yaşayan soyluların arasında varlık göstermeye çalışırken hiçbir zaman başını eğmemiş, kendi değerini bilerek yaşamıştır zira ölümsüz bir sanatçı olmanın kuralları vardır. Mozart hiçbir zaman bu soyluların sanatçısı olmamış, dilediğini yapmıştır. Düşman ordusunun müziğinden etkilenip korkmadan bir eser yazması bile onu büyük yapmak için yeterlidir. Ben Mozart'ın büyük bir Türk dostu olduğuna inanmış, Viyana'nın hiç değişmeyen aristokrat kuralları içinde geçen sıkıntılı ve yalnız günlerimde mutluluğu onun müziğinde yakalamışımdır.

BİZE ULAŞIN