Pınar Kandemir: Laiklik içimizde mi? Yeni laiklik, AK Parti ve CHP

Laiklik içimizde mi? Yeni laiklik, AK Parti ve CHP
Giriş Tarihi: 7.6.2016 16:03 Son Güncelleme: 15.6.2016 14:09
Pınar Kandemir SAYI:25Haziran 2016
Yeri geldiğinde CHP’nin, yeri geldiğinde ordunun, yeri geldiğinde de bürokrasinin sopası haline gelen laiklik kim tarafından zikredilirse zikredilsin farklı gruplarda farklı çağrışımlar uyandırıyor.

Uzunca bir zamandır 'Türkiye ve laiklik' konusu hem ulusal hem de uluslararası medyada hiç bu kadar kendine yer bulmamıştı. İsmail Kahraman'ın "Anayasadan laiklik ilkesini çıkarmalıyız" çıkışının ardından ülke olarak tekrar laiklik tartışmalarına 2007'de nerede kaldıysak tam olarak oradan devam ettik. Sanki 'Türkiye İran olmasın' pankartlarının taşındığı günler tarih olmamış, Kemalist laikliğin bizatihi kendisi mutasyona uğramamış gibi 'Şeriat geldi mi, geliyor mu?' sorusu yine tartışmanın tam merkezine oturdu. Buram buram naftalin kokan 'İmam-Hatipler kapatılsın' pankartının hemen ertesi gün, hem de ilk eylemde ortaya çıkmasının başka ne gibi bir açıklaması olabilir?

Hâlbuki yeni Türkiye'nin laiklik tartışmasını artık bu kısırdöngüden çıkarıp, ayakları yere basan bir zemine taşımaya çok ihtiyacı var. Kemalist laikliğin 1930'lar ve 40'lar boyunca yarattığı tahribatın faturası hâlâ ödenmiş değil; laiklik uygulamalarının Türkiye'deki Sünni, Alevi, Hıristiyan ve Yahudi vatandaşlarda oluşturduğu travma hâlâ tam anlamıyla giderilmiş değil.

Kemalizm'in toplumu terbiye için araçsallaştırdığı laikliğin, toplumun büyük çoğunluğunda farklı çağrışımlar oluşturmasının en önemli nedeni de işte bu uygulamalar. Yeri geldiğinde CHP'nin, yeri geldiğinde ordunun, yeri geldiğinde de bürokrasinin sopası haline gelen laiklik kim tarafından zikredilirse zikredilsin farklı gruplarda farklı çağrışımlar uyandırıyor. Özellikle muhafazakârlarda, laiklik kelimesini kullanan Erdoğan olsa dahi, kavram sonuna otomatikman bir soru işareti alarak algılanıyor. Bunun nedeni ise devletin, ordunun, bürokrasinin ve hatta Kemalizm'in makbul vatandaşlarının Türkiye'deki her dindara fırsat buldukça laiklik üzerinden meydan dayağı atması, had bildirmesi. Bu anlamda Erdoğan gibi laikler tarafından hep laiklik karşıtı olmakla suçlanmış bir liderin, sadece Türkiye'ye değil, Mısır'a, Libya'ya, Tunus'a ve tüm Müslüman coğrafyaya -elbette bambaşka bir modeli kastederek- 'Laiklikten korkmayın' diye seslenmesi gördüğünden çok daha büyük bir ilgiyi hak ediyor.

Malum bugün Türkiye artık eski Türkiye değil, laiklik de artık eski laiklik değil. Kemalist laiklik şimdilik ya öldü ya da ölü taklidi yapıyor; tekrar dirilebilir mi, elbette esas soru bu. Bir evvelki versiyonuyla belki değil ama yarayla bereyle, evet mümkün. Tam da bu yüzden, Erdoğan'ın laiklik üzerine ettiği ve aklı başında olan herkesin altına imza atacağı "Laik bir rejimde insanların dindar olma ya da olmama özgürlüğü vardır (…) Çünkü laiklik din düşmanlığı değildir. Laiklikten korkmayın" sözleri Türkiye'de herkes tarafından benimsenmeden, Kemalist laikliğin her an küllerinden doğup, bugüne kadarki bütün kazanımları bir günde harcama riski var. Bu noktada iktidarın duruşu kadar bugüne kadar hep laikliğin kalesi olagelmiş CHP'nin ait olduğu geleneğin laiklik noktasında alacağı tavır da kritik bir önem taşıyor.

'Laik olan kazansın' out!
'Nasıl bir laiklik' in!

Laikliğin dönüşümü 1946 yılında başlayan ve Türkiye toplumuna pahalıya mal olmuş bir süreç. AK Parti'nin bu sürece yaptığı katkı özellikle 2007 sonrasına rastlıyor. AK Parti laikliği dönüştürdü, bir nevi millîleştirdi, toplumun kodlarıyla uyumlu olacak bir şekilde güncelledi. AK Parti bunu yaparken, CHP ve Kemalist laikliğin diğer temsilcileri bunun AK Parti'nin değil, doğrudan toplumun talebi olduğunu anladıkları anda sürece uyum sağlamaya ya da zaten bunu değiştirmeye muktedir olmadıkları için öyle görünmeye çalıştılar. 2007 sonrası Türkiye'de olanın özeti budur. CHP'nin pragmatik sebeplerle de olsa, zorunluluktan da olsa laikliğin dönüştürülmesine kurumsal olarak ses etmemesi takdire şayandır ama bu pragmatik bir gerekliliktir, gönüllü bir kabulleniş değildir. Zaten kendi kişisel tarihlerinde de bu strateji ne ilktir, ne de son olacaktır.

Hatırlayalım, 1946'da çok partili hayata geçişle birlikte laiklik CHP'nin elleriyle kritik bir dönüşüme uğramıştı. Demokrat Parti'nin siyasi bir rakip olarak sahneye çıkmasıyla CHP bir süre daha karar alıcı olarak kalmayı sürdürse de siyasi tartışmaların tek belirleyicisi olmaktan çıktı. Muhalefet partisi olan Demokrat Parti'nin her eleştirisi, her vaadi iktidar partisi olan CHP'yi doğrudan bağlamaya başladı. Böylece, Kemalizm'in en kritik ilkesi laiklik üzerine bu dönemde siyasiler arasında vuku bulan çetin tartışmalar, laikliğin CHP eliyle dönüştürülmesine önemli ölçüde etki etti.

Bu noktadaki en önemli kırılma şüphesiz DP'nin 1947 yılındaki ilk toplantısının sonucunda açıklanan ve partinin özgürlük ve demokrasi taleplerini dillendiren Hürriyet Misakı'dır. CHP, DP tarafından Hürriyet Misakı'nda dillendirilen eleştirileri Başkanlık Divanı'nda ele alarak gündemine sokmuş oldu. Bu tartışmalar sonucunda tek parti dönemindeki din karşıtı uygulamalar düşünüldüğünde görece radikal sayılabilecek bir karar alınarak, CHP tarafından 'din öğretimine izin vermek' yönünde bir adım atıldı. Sonrasında CHP eliyle gerçekleştirilen, ilkokullara seçmeli din dersinin konulması, İmam-Hatiplerin açılması, ilahiyat fakültelerinin kurulması ile tekke ve zaviyelerle ilgili kanunun değiştirilerek bazı önemli tarihi şahısların mezarlarının ziyarete açılması bu dönemde CHP'nin yaptığı en önemli reformlardı.

CHP'de laiklik bağlamında yeni bir dilin kurulmasında en önemli katkıyı şüphesiz, katı din karşıtı söylemleri ile bilinen Kemalizm'in ideoloğu Recep Peker'in başbakanlıktan uzaklaştırılmasından kısa bir süre sonra yine başbakanlık koltuğuna oturtulan ilahiyatçı Şemsettin Günaltay vermiştir. Bu reformları yapmaktan 'onur duyan' ve bunu "Ben ilk mekteplerde din dersi okutturmaya başlayan hükümetin başkanıyım. Bu memlekette Müslümanlara namazlarını öğretmek, ölülerini yıkatmak için İmam-Hatip kursları açan bir hükümet başkanıyım. Bu memlekette Müslümanlığın yüksek esaslarını öğretmek için ilahiyat fakültesi açan bir hükümetin başkanıyım: Bana kimse Müslümanlığa kasteden adam demez, ben bilerek inanan bir Müslümanım" diyerek açıkça dillendiren Günaltay'ın CHP içinde böyle bir dönemde kendine yer bulması dahi başlı başına radikal bir açılımdır.

Tabii burada atlanmaması gereken önemli nokta, bu dönemde de sonraki dönemlerde şahit olacağımız gibi CHP'nin politikasını belirleyen kendi örgütü ve seçmeni değil, muhalefet partisinin ve muhalefet partisini destekleyen geniş kitlenin ne dediğidir. Unutmamak gerekir ki DP'nin Kemalizm'in sağ versiyonu olarak 'Atatürkçülüğü' piyasaya sürdüğü 50'lerin başında, CHP de buna bir refleks olarak Kemalizm kavramını parti programından çıkarmıştır. CHP, Kemalist laikliği sadece dört sene içinde daha fazla oy ve iktidarın devamı için hızlı bir dönüşüm sürecine sokmuştur. DP'nin sayesinde başlayan Kemalist laisitenin'nin tasfiyesi, 50'den sonra devam etmiş ve ton itibariyle 30'lar ve 40'ları yakalamak CHP için de, diğer laik-bürokratik elitler için de bir daha mümkün olmamıştır.

Sonrasında CHP'nin geçirdiği ideolojik evrimlerin, ortanın solunun, demokratik solun, yeni solun, hatta Baykal'ın Anadolu solunun laiklik duruşuna bakıldığında hiçbirinin 30'ların kararlı Kemalist laiklik mirasını bütünüyle yüklenmek istemediği görülür. Ölen laikliği sürekli canlandırmak için yapılan ve zaman zaman da başarılı olan çalışmalar özellikle 90'ların sonunda dindarlara karşı bir zulme dönüşse de CHP 30'lar ve 40'lardaki performansına hiçbir zaman ulaşamamıştır.

Kemalist laikliğin yerine demokratik sekülerizmin inşası

AK Parti'nin iktidara gelişinden sonra başlayan ve Cumhuriyet mitingleriyle zirve noktasına ulaşan laiklik tartışmaları, Baykal'ın bunu CHP siyasetinin ve söyleminin merkezine oturtmasıyla iç siyasetteki en kritik mesele haline geldi. Zira Baykal 1995 yılında CHP genel başkanlığına seçildikten sonra her ne kadar Yeni Sol ve Anadolu Solu ile partide hareketlilik yaratmayı amaçlamış olsa da, esas söylemsel dinamizmi AK Parti'nin iktidara gelişiyle birlikte laiklik üzerinden oluşturulmuştur. 'İslamcı' olarak etiketlediği ve rejime tehdit olarak hedefe oturttuğu AK Parti ve Erdoğan karşısında 'Kemalist Sol'u tek çıkış olarak ortaya atan Baykal'ın bu söylemi hem CHP içinde, hem de kendi seçmeninde karşılık bulmuştur. Böylece CHP tekrardan siyasetçilerin üzerinde bir heyula olarak dolaşan Kemalist laiklik söyleminin ana taşıyıcısı haline gelmiş, laik-laiklik karşıtı, dindar-din karşıtı, ilerici-gerici dikatomisi üzerinden kutuplaştırıcı bir dilin siyasi auraya hâkim olduğu bu puslu havada her tartışmanın temel meselesi din ve siyaset ilişkisi olmuştur.

CHP'nin bu dönemde varoluşsal bir motivasyon haline getirdiği Kemalist laikliğin popülist bir söylemle harmanlanmış versiyonu, gerçekten de kendini rejimin muhafızı olarak konumlandırmış odakları harekete geçirmiş, hem CHP seçmeninde karşılık bulmuş, hem laik camiada infial yaratmış, hem de Cumhuriyet mitingleri için önemli bir referans kaynağı haline gelmiştir. Böyle bir atmosferin oluşmasında temel yürütücü CHP olmasa da, en azından kamuoyunu harekete geçirmede taşeron olarak görev yaptığı şüphesizdir. En nihayetinde 2008 yılında AK Parti'ye açılan kapatma davası süreci bu söylemle inşa edilmiş ve Anayasa Mahkemesi, AK Parti'yi kapatmamış olsa da 'laikliğe karşı eylem ve düşüncelerin odağı' olarak resmen mimlemiştir.

Türkiye, bunun akabinde mevcut laikliğin demokratikleşmesi noktasındaki dinamizmin hızla artmasını, biraz da bu dönemde laik blok karşısına konumlanan ve Erdoğan'ın arkasında duran sivil iradeye borçludur. Son kertede, karşı bloğun psikolojik çöküşü 2007 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçimi ve anayasa referandumu ile mümkün olmuştur.

Baykal sonrası Kılıçdaroğlu dönemi ise en azından CHP'nin söyleminde önemli bir kırılmayı başlatmıştır. Bu anlamda Kılıçdaroğlu'nun 'Yeni CHP' projesini laiklik ekseninde değil, 'sosyal devlet ve insan hakları' ekseninde kurmuş olması Baykal'ın AK Parti'ye karşı kurguladığı muhalefet söylemi düşünüldüğünde önemli bir sapmadır. Yine 2014 Kasım'ında CHP'nin Genel Merkez binasında mescit açmaya karar vermesi CHP'nin kendi içinde dahi bir dönüşüm gerçekleştirmeye çalıştığının açık kanıtıdır. CHP'nin 80 yıllık tarihi boyunca görülmemiş bu uygulama, kamuoyunda İslamcı kimliği ile bilenen ve yeni CHP'ye davet edilmesi içerden pek çok tepki almış olan Mehmet Bekaroğlu tarafından 'bir ihtiyaç karşılandı' şeklinde değerlendirilmiştir. Şüphesiz bu reform 'ihtiyaç' duyulduğu için değil, CHP'nin din ile ilişkisine yönelik kamuoyunda oluşan algıyı yeniden şekillendirmek gerekliliğinden doğmuştur. CHP'nin kendisi ile ilgili halkta oluşan bu 'din karşıtı' imajını değiştirmek için başvurduğu bir başka yenilik de 2014 yılının 10 Kasım'ında Atatürk'ün ruhuna okutturulan mevlit oldu. CHP İstanbul İl Başkanlığı tarafından Eminönü Yeni Cami'de Atatürk ve silah arkadaşları için okutulan mevlit bu anlamda CHP tarihinde önemli dönüm noktalarından biridir. Yine dört AK Parti milletvekili başörtüleriyle Meclis'e girdiğinde, daha evvel 'her yolu deneyip engelleyeceklerini' söyleyerek tehdit savuran CHP, bu olaya o gün hiçbir kurumsal tepki vermemiş ve pasif kalarak bu durumu bir nevi kabul etmiştir. Bireysel eylemler olmasına rağmen, gün olaysız tamamlanmıştır.

Elbette bunlar CHP'nin Kemalist laiklik kodlarından kurtulduğu anlamına gelmez; zira CHP bu konudaki pek çok sınavda çakmıştır. Yeni CHP'nin laiklik konusundaki apolojist söylemi pratikte yeterince desteklenmemiş; 2013 Ekim'inde kamuoyunda 4+4+4 diye bilinen 12 yıllık kesintisiz eğitime ilişkin yasal düzenleme CHP tarafından bazı hükümlerinin iptali ve yürürlüğünün durdurulması için Anayasa Mahkemesi'ne götürülmüştür. CHP'nin Anayasa Mahkemesi'ne başvurarak iptalini istediği madde, Kuran-ı Kerim dersi ve Hz. Peygamber'in Hayatı derslerinin ortaokullarda ve liselerde seçmeli ders olarak okutturulmasını öngören maddedir. Yine de denilebilir ki zaman zaman ortaya çıkan eski reflekslere rağmen CHP de, Kemalist laikliğin diğer kurumsal temsilcileri de demokratikleşen laikliğe direnememişlerdir. Dirençleri, İsmail Kahraman Meclis'e girdiğinde 'Türkiye laiktir, laik kalacak' sloganı atarak, Meclis'i terk etmekten ibarettir. Çünkü şimdilik güçleri sadece buna yetmektedir.

Bugün Türkiye'de açık bir şekilde laiklik dönüştürülmüştür, Türkiye daha az laik değildir, farklı bir biçimde laiktir. Köklerini 19'uncu yüzyıldan alan, dinin üzerinde tahakküm kurarak, sadece Müslümanları değil, bütün dini grupları baskı altında tutan bu otoriter laikliğin yerini alan model, ibadet ve inanç özgürlüğünü merkeze koyan, bütün dini gruplara eşit mesafede duran, herkesin hukukunu koruyarak inanç özgürlüğünü garanti altına alacak demokrasi ile uyumlu bir sekülerliktir. Yeni modelin kazananı artık başörtüsüyle üniversiteye girebilen, avukatlık, doktorluk, milletvekilliği yapabilen kadınlar; Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan bu yana ilk kez Hanuka Bayramı'nı sokakta kutlayabilen, hayatında ilk kez sinagog açılışına katılan Türkiye Yahudileri; Türkiye'de ilk kez yeni bir kilise inşa edebilen Türkiye Hıristiyanları, yani bütün dini gruplar ve bütün bireylerdir.

Bugün artık gereken, bir yandan bu yeni modeli olgunlaştırırken, diğer yandan da laiklik meselesini anayasa tartışmalarına dâhil edip, demokratik laikliğin sürekliliğini kurumsallaştırma yoluyla garanti altına almaktır.

BİZE ULAŞIN