Kültürel ve tarihi değerlerimizin ihmal edildiği, bazen de tahrip edildiği yönünde yakınmalara hiç yabancı sayılmayız hatta alışkınız bile. Alışkın olmadığımız şey olsa olsa –resmi kurumların dışında- bizler için manevi değeri büyük olan ve kültürel varlığımıza atılmış birer imza niteliğindeki ata yadigârı eserlere, yapılara sahip çıkmayı aramızdan birilerinin iş-güç edinmesi olabilir.
Şükür ki geçmişimizde nadirattan da olsa böyle babayiğitlere rastladık. Rastladık ama böyle örnek idealistler sadece geçmişte mi kaldı? Bir kez daha şükrediyoruz ki kalmamış. Kuru kalabalıkların arasında sayıları fazla görünmese de aramızdan hâlâ böyleleri çıkmaya devam ediyor…
Her şeyi resmî kurumlara, devlete bırakmayıp kollarını sıvayıp, zihinlerini bileyip "Ecdadımızın ve manevi büyüklerimizin izlerinin kaybolmasını izlemeyeceğiz, onları bulup ortaya çıkaracağız" diye yola koyulan üç kafadar ahbap bunların günümüzdeki son örnekleri belki de…
Şu sıralar sosyal medyada ve televizyon kanallarında gördüğümüz oldukça kayda değer bir hizmet faaliyetinden söz ediyoruz. İbrahim Yerlikaya, Mehmet Dilbaz ve Halit Develioğlu isimli tarih ve kültür sever üç araştırmacıdan ve öncülük ettikleri popüler bir kültürel-tarihî bilinç hareketinden. Biri tarihçi-yazar, biri araştırmacı-yazar, biri de tasavvuf araştırmacısı-yazar olan bu üç kafadar tarihî, manevî ve kültürel değerlerimizi sadece uzaktan sevmekle kalmıyorlar.
İstanbul'un eski mahallelerini sokak sokak geziyor, adı unutulmuş, kime ait olduğu belli olmayan türbeleri, eski yapıtları arayıp buluyor ve kaybolan kültürel değerlerimizi yeniden gün yüzüne çıkarıyorlar. Sonra da bu yapı ile ilgili bir pirinç levha hazırlayıp ne olduğunu, kime ait olduğunu, kısaca tarihçesini yazıp önüne asarak tüm toplumun bilgisine sunuyorlar. İşin ilginci böylesine çetrefilli bir işi tamamen gönüllü olarak yapıyorlar.
Her gün önünden geçilen meçhul yapıtlar
Üç araştırmacı bu işe on arkadaşları ile birlikte önceleri her gün önünden geçtikleri "İsimsiz- işaretsiz türbe ve benzeri yapıların tarihini araştıralım, hiç olmazsa bir levha ile bilinir kılalım" diyerek başlamışlar. Ama bu kimliksiz türbeler, isimsiz yapılar çoğaldıkça bu meşguliyetleri derinleşmeye başlamış ve kısa sürede bir gönüllü hareketine dönüşmüş.
Bu gönüllülerden biri tarihçi Mehmet Dilbaz… Dilbaz neden böyle bir işe kalkışma ihtiyacı hissettiklerini bize şöyle anlatıyor: "Biz isimleri unutulmuş, kabirleri pür nur olmuş kişileri yeni nesle tanıtmak istiyoruz. Türk toplumu için önemli olan tarihî karakterleri, büyük din adamlarını, Kadızadeler Hareketi gibi büyük bir toplumsal hareketi sonuçlandıran dönemin büyük İslam âlimlerini yeni nesle tanıtmak için her gün önünden geçtikleri kişilerin aslında yaşadıkları dönemde, yaşadıkları yüzyılda ne kadar önemli karakterler oldukları anlatabilmek adına böyle bir hizmet yapıyoruz."
Tek dertlerinin İstanbul'un kaybolmuş, unutulmuş değerlerini ortaya çıkarmak olduğunu söyleyen bu gönüllüler hareketi öyle başıboş hareket ediyor sanmayın. Tarih sever gönüllüler ekiplerinin lideri olarak araştırmacı- yazar İbrahim Yerlikaya'yı gösteriyorlar. Yerlikaya yaptıkları bu sıra dışı hizmeti şöyle özetliyor: "Tarihimize mâl olmuş ne kadar dinî ve millî şahsiyet varsa onları anmak; ne kadar tarihî saraylarımız, binalarımız, kasırlarımız varsa onlara ilgiyi arttırmak; tarihimize ait her ne varsa onu bilinir hâle getirmekten başka bir gayemiz yok."
Asli kimliğine döndürmek
"Üç dost olarak tarih adına bu ülkeye ne verebileceksek onu vermeye gayret ediyoruz. Güzel işler yaptığımızı düşünüyoruz. Eski eserleri tekrar hayata kazandırmaya çalışıyoruz. Bu fikrî ve ilmî şahsiyetlerin eserlerinden her ne kadar istifade etmiş olsak bile bunların kabirlerini bilmediğimiz bir hayli sıkıntı yaşıyoruz. Onların ziyaret edilmesini sağlamaya çalışıyoruz. Türk tarihimize, örfümüze, dinimize, milletimize hizmet etmekten daha büyük bir keyif olamaz" diye devam ediyor üç gönüllü.
İlk bakışta naif bir heves gibi görünebilecek bu hizmetin aynı zamanda her gün kör kaldığımız ya da sürekli yanından geçsek de tanımlayamadığımız geçmiş varlıklarımıza dair küçük de olsa bir farkındalığı hayatımıza sokma çabası olarak değerlendirmek de mümkün. Artık sadece cisimleri kalmış ancak isimleri ve manaları görünürden dolayısıyla zihinlerimizden silinmiş olan türbelerin ya da çeşmelerin bilinçli hayatımıza yeniden sokma gayretindeki üç gönüllünün bu çabası dolaşmak, bulmak, sonrasında soruşturmak ve kütüphane-arşiv araştırması yapmak gerektiriyor.
İsimsiz türbelerin sahiplerinin araştırılması, bulunması ve kişi hakkında doğru bilgiye ulaşılması pek de kolay olmasa gerek. Bu araştırmaları yaparken nasıl bir yol izlediklerini Yerlikaya'dan dinliyoruz: "Önce kimin tabelasını yapmamız gerektiğine karar veriyoruz. Daha sonra kitaplardan o kişiyi araştırıyoruz. Tarih kitaplarına, eski yazma eserlere bakıyoruz, tarihçilere soruyoruz, internetten araştırıyoruz. Araştırmamızı yaptıktan sonra bu bilgileri ilgili mercilere soruyoruz. Bittikten sonra Halit Mestane (Develioğlu) kardeşimize veriyoruz. O da bu bilgileri metin hâline getiriyor. Mehmet Dilbaz ile birlikte tabelanın takılacağı yeri belirledikten sonra Halit Mestane (Halit Develioğlu) kardeşimiz onun baskısını yapıyor, tabela hâline getiriyor ve ilgili yere asıyor. Tabela hizmetinde bulunurken eserin tarihi dokusuna asla zarar vermiyoruz, çivi dahi çakmıyoruz."
Bu çabanın karşılığında bir destek, yardım beklemiyorlar ama yine de beklentileri tamamen de yok değil: Birer hayır dua mesela… "Almış olduğumuz dualar bizi çok güzel yerlere taşıyacaktır" diyen Yerlikaya, Develioğlu ve Dilbaz bu hareketin toplumsal olarak benimseneceğine, manevi kültürün gelişmesine katkı sağlayacağına inandıkları gibi İslam örf ve ahlakının toplumda bir karşılık bulmasını da istiyor. Kısacası bu manada dertleri, görünen ama ne olduğunu bilmediğimiz şeylere bir ruh kazandırmak ve tekrar asli kimliğine dönüştürmek.
Tarihe kayıt düşmek
Bir araya gelince ve üçü de yapmak istedikleri şeylerin ortak olduğunu, amaçlarının bir olduğu anlayınca topluma böyle bir hizmette bulunmaya karar vermişler. Halit bey önceleri bu işe büyük bir merakla başlamış. İşi gereği Anadolu'da birçok türbe gezen ve tasavvuf-tekke kültürüne aşina olan Develioğlu, bazı şeylerin eksik olduğunu, bazı şeylerin de estetik olmadığını hissetmiş. Gezdiği türbelerde "Bu zat kim acaba?" diye düşünerek bizzat kendisi kitapları tarayarak o kişinin kim olduğunu buluyormuş. "Tamamen bir merak sonucu başladı aslında. Diğer arkadaşlarımla da tanışınca böyle bir işe başlamış olduk" diyor.
Devamını İbrahim Yerlikaya'dan dinliyoruz: "Halit Mestane'nin türbeleri dolaştığını bildiğimizden ismi ve hakkında herhangi bir bilgi olmayan türbelere tabela asma fikri gönlümüze düştü. Rastlamış olduğumuz bütün kabirlerin bilgileri TDV İslam ansiklopedisinde maddeler hâlinde bulunduğu hâlde içinde yatan zatların kabirleri bilinmiyordu. Mehmet Dilbaz tarihçi olduğu için onunla bu bilgilerin bulunduğu levhaları oluşturmaya başladık. Yarın bir gün bunların hepsinin yok olma tehlikesiyle karşılaşacağımızdan emindik. Bu şekilde biz aslında tarihe kayıt düşmekteyiz."
Grubun öncüsü ve lideri İbrahim Yerlikaya olsa da üç arkadaşa göre bu işe en çok emek veren Halit Mestane. Mehmet Dilbaz ise ekibin ekran yüzü olmuş durumda. Ancak harekete katılanlar onlardan ibaret değil. Çekirdek kadro her ne kadar üç kişi görünse de birlikte çalıştıkları birçok gönüllü arkadaşları mevcut. Kadronun böyle genişlemesinin altındaki formülü şöyle anlatıyorlar: "Hepimizin mizacı uyuşuyor. Biz üç sacayağıyız ve kolektif bir şuurla çalışıyoruz; Arkamızda maddi ve manevi destek olan onlarca kurum var. STK'lardan destek alıyoruz, aynı zamanda gönüllülerimiz de bu tabelaların takılması konusunda kendi finanslarını oluşturuyorlar. Herkes bunu canı gönülden yapıyor."
Bir Fatiha'ya vesile olma zevki
Gerçek şu ki hizmete başladıklarından itibaren hüsnü teveccüh görmüşler ve hızlı bir şekilde çoğalmışlar. STK'lar, kamu kurumları, medya kuruluşları, sosyal medya ve halk da bu hizmeti kabul etmiş ve onlara destek olmuşlar. Şu anda 89 tane türbe ve yapıyı araştırıp bilgi levhası ile donatmışlar. 16 Mart itibariyle bu sayının 98 olacağını söylüyorlar.
Yaptıkları bu işten keyif aldıklarını saklamıyorlar ancak onlara en fazla mutluluk veren şey takılan levhalardan sonra türbedeki zatlara Fatiha okunmasına vesile olmaları. Mehmet bey hiç unutmayacağım dediği bir anıyı bize anlatıyor: "A Haber'in haberi için çekim yaparken Fatih'te bir hazireye gitmiştik. Orada çekim sonrasında Halit beyin önceden taktığı tabelanın yanına bir hanımefendi geldi. Tabelayı okudu, ellerini açtı ve dua etti. Bir mübareğe dua edilmesine vesile olmak, tanık olmak çok güzel bir duygu…"
Ancak onları üzen şeylerle de karşılaşmıyor değiller. Özenle uğraşıp, araştırıp taktıkları levhaların bazılarının sökülüşüne ya da kayboluşuna şahit olduklarında mesela… "Levhalarımızın sökülmesi bizi çok üzüyor. O levhalar bizim çocuklarımız gibi çünkü tarihe kayıt düşüyoruz. Ama sorun değil, biz devam edeceğiz" diyor İbrahim bey. Zaten devam ediyorlar. Yedi sene önce genç nesillere yok olan tarihi eserlere sahip çıkma bilinci kazandırma amacıyla başladıkları bu harekete bir isim de vermişler: "Kaybolan Tarihin Peşinde."
Kaybolan tarihin peşine düşme gayretinin altında yatan saikleri Mehmet Dilbaz'ın şu sözlerinde net olarak görüyoruz: "Bunlar bizim geçmişimizden gelen ve geleceğimize erişmesi gereken kültürel miraslarımız. Kaybedersek kültürel kodlarımızı, bizi millet ve ümmet yapan bütün değerlerimizi kaybedeceğimiz için tarihi eserlerimiz bizim için çok önemli. Bir şehirdeki tarihi eserleri kaybetmek demek o şehrin hafızasını kaybetmek demek."
Kitlede bir bilinç oluşturmak
Kaybolan Tarihin Peşinde hareketinin kurucularının bu tarih ve manevî miras bilincine eklemek istedikleri mesaj da hayli manidar: "Arkamızda herhangi bir güç, bir misyon ya da bir bağlantı yok. Sadece bilinçli sosyal medya kullanıcılarının bir araya geldiği bir hareket." Nitekim bunun yansımasını da görmüşler. Aldıkları geri dönüşler sonrasında şunu fark etmişler: Kaybolan Tarihin Peşinde hareketiyle insanlar çevrelerindeki tarihi eserlere artık daha fazla dikkat eder olmuşlar. Paylaştıkları tarihi fotoğraflarla herkes kendi oturduğu bölgedeki imparatorluk mirası tarihi eserlere daha fazla sahip çıkar olmuşlar. Bu olumlu geri dönüşlerde pay sahibi olan bir unsur daha var: sağdan soldan duyulan hurafelere değil, Türk Diyanet Vakfı'nın İslam Ansiklopedisi gibi muteber kaynaklara dayanmaları.
Hareketin gördüğü hüsnü kabul bu kadarla da kalmamış. Her ne kadar sosyal medyada güçlenen bir hareket olsa da pek çok kamu kurumu ve vakıflardan, televizyon programlarından konferans ve konuşma davetleri almaya başlamışlar. Hedeflerinin ağırlıklı olarak gençlerden oluştuğunu ve bu kitlede belli bir bilinç duygusu oluşturma derdinde olduklarını belirtiyorlar.
Görünen o ki üç tarih severin öncülüğünde kurulan hareket bu kadarla kalmak niyetinde değil. M. Dilbaz da bunu teyit ediyor zaten: "İlk etapta sadece kabir kitabesiyken ilerleyen süreçte okunmaya değer, önünden geçenlerin mutlaka okunmasını arzu ettiğimiz çeşme kitabelerinden cami kitabelerine kadar hepsini tamamlamayı ve hepsine levha hizmeti yapma arzusundayız. Bu kültürel mirasa sahip çıkmak adına gücümüz el verdiğince İstanbul'da ve bununla beraber İmparatorluk coğrafyasındaki bütün şehirlerde bu levhalandırma hizmetini devam ettirmek istiyoruz."
Bu zamana kadar Osmanlı'nın en büyük şairlerinden Baki'nin kabrinden Murat Münzevi Hazretleri, Abdülmecit Sivasi Hazretleri gibi önemli figürlere, İbnülemin Mahmud Kemal İnal'a, Türk musiki tarihinin en önemli şahsiyetlerinden biri olan Neyzen Aziz Dede'nin kabrine kadar çok geniş bir skalada çalışmaları olmuş. Ancak keşfedilmeyi bekleyen çok şey var ve onlar da bunun farkındalar: Camiler, cami tabelaları, türbelerin, çeşmelerin tabelaları…